• DOLAR 32.58
  • EURO 34.998
  • ALTIN 2436.353
  • ...
Modern Zamanda Doğan Bir İslam Şehrinin Hikayesi - 2
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ahmet Yılmaz / Araştırma

 

Cumhuriyet’ten önce Osmanlı’da diğer akımları da kapsayan iki ana akım vardı: İslamcılık(Şeriatçılık), Batıcılık. İslamcılar, teknikte Batılılaşmadan yanaydı; ahlakta Batılılaşmaya karşıydı. Batıcılar, ise topyekûn bir Batılılaşmadan yanaydı, teknikte olduğu kadar hatta daha fazla ahlakta da Batılılaşmayı istiyordu. Batıcılar, Şeriatçıları bertaraf ederek Cumhuriyeti kurdu. Cumhuriyet’in kuruluşundan 50 yıl sonra klasik Şeriatçılığın Batman’da ihya olması sistem tarafından kabul edilebilir değildi. Üstelik Cumhuriyet öncesi Batıcılık, sadece entellektüel düzeyde bir fikir hareketi olarak kalırken Batman’da Şeriatçılık bir sosyal zemin buluyordu.

BATMAN ÇAĞDAŞCILIKTA TERS YÖNDE ŞEHİRLEŞTİ

70’li yılların sonuna doğru, Batman’daki şehirleşme süreci hızla gelişiyor ama Batman, Cumhuriyet değerlerine ters yönde yol alıyordu.

Cumhuriyet, sadece teknikte Batılılaşmayı ifade eden modernizmi değil, ahlakta Batılılaşmayı ifade eden moderniteyi de amaçlıyordu. Hatta modernizmden (sanayileşmeden) çok modernite (çağdaşçılık) yanlısıydı. Şehir anlayışında bir bakıma “Sanayide ve ahlakta Paris” diyordu. Kemalistlere göre Türkiye’de fabrikaların kurulması önemliydi. Ama ondan daha önemlisi kadının başının açık, erkeğin başının şapkalı olması; modernizm doğrultusunda kurulacak içki fabrikalarının iç piyasaya yani Müslüman halka satış yapabilmesiydi.

Batman, petrol üzerinden devlet eliyle modernizmle tanışmıştı. Ama 70’li yılların sonuna doğru “Batman Şeriatçıları” üzerinden moderniteye karşı çıkıyordu; sosyal hayatını Avrupai bir tarza büründürmeyi reddediyordu. Kızımız başını açamaz, şehrimizde içki dükkânı bulunamaz, Ramazanda lokantalarımız yemek servisi yapamaz, diyordu.

Diğer bir deyişle Batman, “Petrol iyi bir gelir kaynağıdır, şehirleşme de iyidir, Medenî bir din olan İslam’ın bir icraatıdır ama ahlaksızlık kötüdür, biz şehirde oturur, kendimiz için şehir ortamı oluştururuz fakat şehirde ahlaksızlığa karşı çıkarız” fikrini benimsiyordu.

Bu tutum, Kemalizmi ideoloji edinen sistem tarafından asla kabul edilemezdi. Cumhuriyetin petrol arama imkânlarıyla modern bir yapı üzerine kurulan şehir, çağdaşçılığı da kabul etmeli; kadının başını açmalı, içki tüketmeli, balolarda boy göstermeliydi.

Batman’da kendi gerçekleri içinde gelişen, modern sanayiye “Evet!” ama Avrupai tarz hayata “Hayır!” yaklaşımı, klasik “Şeriatçı(İslamcı)” yaklaşımdı. Laik yazar Tarık Zafer Tunaya, Mehmet Akif Ersoy’un da yazarları arasında olduğu Sırat-ı Müstakim dergisinden naklen 20. yüzyıl başı İstanbul Şeriatçılarının ana fikrini şöyle aktarır: “Batı’nın ahlak buhranından kendimizi korumak, bir taraftan da fen ve teknik ilerlemesini almak.” (1)

Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in “Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Gayretimiz Türkiye’de çağdaş, Batılı bir hükümet kurmaktır. Medeniyete girmeyi arzu edip de Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?” (2) sözünde ifade olduğu üzere bu ana fikre karşı kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk kadroları, hükümet tarzında ve teknikte Batılılaşmayı yeterli bulmamış, “memleketin” de Batılılaşmasını istemiş; bunu kabul etmeyenlere karşı fiilen savaşmayı önermiştir. Nitekim Mustafa Kemal, Şeyh Said Kıyamı ile ilgili şunu söyler: “Bu seferki mücadele, bir fikir savaşı olarak tanınacaktır. Türk tarihinde ilk kez askerlerimiz fikirleri uğrunda asil bir maksatla savaşmışlardır.” (3)

Batman, Şeyh Said’e karşı verilen o büyük fikir savaşından yarım yüzyıl sonra, 80’li yılların eşiğinde bir kez daha fenne ve tekniğe razı oluyor, teknikte belki Doğu’nun Paris’i oluyor ama ahlakta Medine olarak kalmak istiyor; kendisini Batı’nın ahlakından koruyor, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle ters yönde yürüyordu.

İSLAMÎLEŞMEYE KARŞI SOSYALİST ÇETELER…

Devlet, tek parti döneminde fiili alanda İslam’la mücadele etmekte çok yıpranmış ve 1950’den sonra Menderes günlerinde görüldüğü üzere bu mücadele pek de istenen sonucu vermemişti. Bunun için 60 İhtilalinde yeni bir mücadele yolu benimsedi. İslam’ın karşısına sosyalist çağdaşçılığı çıkardı.

Bugünlerde bütün Doğu’da olduğu gibi Batman’da da “ekonomik imkân oluşturma” savıyla “kadın kuaförü” açmakla öne çıkan, Mardin’de bir eşcinsel adına “kadın moda evi” açmakla meşhur olan SODES projeleriyle adını duyuran bir devlet kurumu var: 1960 cuntası ürünü Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)

DPT`nin SODES`i de yürüten Sosyal İşler Daire Başkanlığını bir dönem, Apo`nun fikir babalarından Prof. Yalçın Küçük yapıyordu. İşte o DPT, “özel” projelerle sosyalizmi Bölgede palazlandırdı. Batman Şeriatçılığına karşı ilk fiili mücadele cephesini, Devlet Planlama Teşkilatı mamulü sosyalist çeteler oluşturdu.

Dernek adı altında küme küme teşkilatlandırılan sosyalistler, Cumhuriyet’in 50 yılda Bölgede gerçekleştiremediği sosyal devrimi gerçekleştirmeye kalkışmakla kalmadı. “Namus ne jıne, namus axe (Namus kadın değil, topraktır)” safsatasıyla ahlaksızlığı her sokağa taşıma girişimiyle yetinmedi, bunun önünde en büyük engel olarak gördükleri Şeriatçılara yönelik tehditlere başladı. Tehditler etkili olmayınca yıldırma savaşı Hayrettin adlı Şeriatçı bir Müslümanı şehid etmeye kadar vardı. Böylece Batman 12 Eylül öncesinde Türkiye’de İslamî mücadele için şehid veren nadir yerler arasında yer aldı.

KARA PROPAGANDA DÖNEMİ

1979 İran devrimi, bütün dünyada olduğu gibi Batman’da da İslamî uyanışa hız kazandırdı. Hemen sonrasında ise 12 Eylül askeri rejimi sosyalist grupları, Türkiye çapında kontrol altına alır gibi yaptı.

Batman’da büyük bir hizmet ortamı doğmuştu. Ancak dünya güçleri İran İslam devriminden tedirgin oldu ve Suudi üzerinden, İslamî hizmetlere karşı yepyeni bir hareket faaliyete geçti: İslam’a karşı İslam.

Derin güçler, değişik kurumlar üzerinden “Humeynicilik” kavramını türetip yaygınlaştırdı; “İslam’a karşı İslam” hareketini yürütenler için sözde “meşru” bir mücadele zemini oluşturdu. O günden sonra “Biz, Şeriatçılığa karşı değiliz; biz de Şeriat-ı Muhammed’den yanayız, biz Humeyniciliğe karşıyız” diyeceklerdi. Suudi vakıfları, Vehhabi anlayışında olduğu hâlde kimi müftü ve hocaları aracı edinerek yörenin Sofi geleneğinden gelen kesimleriyle temas kurdu ve iftiraların havada uçuştuğu bir kara kampanya başladı.

“Dıjminê mezin mela ü şêxin (En büyük düşman mela ve şeyhlerdir)” diyen; namaz kılan gençleri okullara sokmamaya çalışan, genç kızların başını açan, hatta aralarında “Namus çıye, em tev ê hevin (Namus nedir ki hepimiz birbirimize aitiz)” diyecek kadar uç kesimlere yer veren sosyalist gruplara karşı “Evlerinize sığınınız, fitneye bulaşmayınız” demekle yetinen geleneksel çevreler, İslamî uyanışa karşı şêr (aslan) kesilmişlerdi. Her sohbetlerini Şeriata iman eden gençlerin aleyhinde değerlendiriyorlar, babaları çocuklarını döverek İslamî kitaplardan alıkoymaya teşvik ediyorlardı. Böylece İslamî şuur için en verimli toprak olması beklenen geleneksel dindarlık, İslamî şuura karşı bizzat bir düşmanlığa dönüşüyordu.

Kara propaganda çok yıpratıcıydı ama “Fikirler, muhalifleriyle ayakta durur” sözünde ifade edildiği gibi, Şeriata iman edenlere dinamizm (hareketlilik) de kazandırıyor, geleneksel çevrelerin iftiralarına cevap vermek, Batman’da başlı başına bir “tebliğ” fırsatı sunuyordu.

“ÇEVİRİ İSLAMLAŞMA” FURYASININ TAHRİBATI

Graham Fuller gibi yahudi CIA ajanlarının anlattığı üzere Amerika, İslam’a karşı mücadelede sosyalizme karşı mücadeleden çok ders aldı. Sosyalizmi iflas ettiren noktalardan biri “çeviri sosyalizm” idi. Diyelim ki Sudanlı bir çevirmen, bir Marksistin Almanya-İngiltere şartlarında yazdığı bir kitabı Arapçaya çeviriyor, o kitaba uyan Sosyalistler tabii olarak Sudan’ın sosyal dokusuna karşı savaşıyor ve kendiliğinden gözden düşüyorlardı.

12 Eylül’den sonra Türkiye’de İslamî kesimler arasında bir çeviri furyası başlamıştı. Müelliflerinin hayat hikâyelerinden bağımsız, mücerret bir söz kümesi olarak çevrilen eserler İstanbul’da garip bir fikir karmaşası oluşturdu. Her çeviri kitaptan etkilenen üç dört beş genç bir dergi açmıştı. Her nedense o gençler, aynen bir zamanların sosyalist grupları gibi fikirleri için bereketli alan olarak Doğu’yu görüyor; Batman’a adeta hücum ediyorlardı.

Bu hücumda üç ihtimal vardı:

1. İstanbul dergileri, bereketine güvenerek kendiliğinden Bölgeye geliyor.

2. Derin bir el, İstanbul’daki fikir karmaşasını Bölgeye taşıyarak İslamî şuuru ihtilaf çukurunda boğmak istiyordu.

3. İstanbul dergilerinin Bölgeye yönelişinde hem kimi dergi sahiplerinin samimi girişimleri hem de ihtilaftan medet uman derin elin etkisi söz konusuydu.

Bilgiler, daha çok üçüncü ihtimali doğruluyordu. Ancak kimin ne olduğu belli değildi ve bu karmaşanın yöreye yansıyışı çok olumsuzdu. Nitekim, hem Batman’da hem de Diyarbakır, Mardin yörelerinde ihtilaf hızla yayılıyor. “Toplumu bozan sistemlere karşı mücadele etmeyi ve toplumu ıslah etmeyi” ana hedef bilen Şeriatçı Müslümanların enerjisi tartışmakla tükeniyordu. Turgut Özal’ın liberalizmi ve sosyalizmin tahribatıyla toplum elden gidiyor; Müslümanlar ise Moğol askerleri Bağdat kapılarına dayanmışken içine sinek kanadı düşen ayranın hükmünü tartışan âlimler misali birbirleriyle boğuşuyorlardı.

Bu ihtilafın kaynağı için de üç ihtimal vardı:

1. Gelişmenin tabii bir neticesiydi.

2. Çeviri kitapların ve İstanbul dergilerinin bir karmaşasıydı.

3. Her ikisinin de etkisi vardı.

Yine üçüncü ihtimal diğerlerinden güçlüydü. Mesele tek yönlü değildi.

Çeviri eserlerden etkilenenler, İstanbul’dan bir dergi sahibini konuklayanlar ya da İran gezisine katılıp da özgüveni artanlardan birileri, İslamî şuuru tek yöne çekme tehlikesini dayatıyordu:

1. Bir kesim, sadece Mısır kaynaklı eserleri okuyor ve olduğu gibi Batman’a uyarlayarak, önüne gelene kafir diyordu.

2. İkinci bir kesim, İran’daki mezhebi yapıyı, Kum medreselerinin yapısını, bu medreselerden mezun olanlardan birçok kişinin Batı’da mastır yapmasını göz ardı ederek Velayet-i Fakih görüşünü ortaya atıyordu. Medrese eğitimine hiç yönelmeden kendince mollalık oyunu oynuyordu.

3. Üçüncü bir kesim, kimi sol örgütler gibi dar bir dünyayı öneriyor; esnafa gitmeyi, köylülere İslam’ı anlatmayı küçümsüyor; İslamî mücadeleyi sadece bir gençlik hareketine büründürmek istiyordu.

4. Dördüncü bir kesim, İslamî mücadeleyi “bid’atlerle mücadele” adı altında tasavvufa, mevlide, türbelere karşı, bir tür reformist mücadeleye dönüştürmeye çalışıyordu.

Bir hareketin sosyal gelişim zeminini ona kaybettirmek, böylece onu marjinal bir fikir kulübüne dönüştürmek küfrün modern mücadelesinin en yaygın tekniklerindendir. Bugün bu alanda yazılmış makalelerde en çok bu teknik övülür.

Birbirleriyle kesişen yönleri bulunan bu kesimler, çoğu bilmeyerek de olsa, İslamî uyanışa sosyal zemin kaybettiriyor; kendi elleriyle İslamî mücadelenin önünü kesiyordu.

Üstadın Manevi Talebesi ve dostları, bundan üzüntü duyuyor; İslamî mücadeleyi “küfürle mücadele ve toplumu ıslah” hedefine doğru yönlendirmek için bıkmadan çalışıyordu.

Bu doğrultuda, tekfirciliğe karşı İmam Hasan El Benna’nın risalelerini, sahabe ihtilafları hakkında sapmalar yaşayanlara karşı Risale-i Nur’u, bidatlere karşı olmayı tasavvufa karşı olmak olarak görenlere karşı İmam Gazali’nin İhya-ı Ülümüddin adlı eserini ve sonradan İmam Humeyni’nin tasavvufla ilgili risalelerini öneriyor. Siyer eğitimi için medrese hocalarına M.S. Ramazan El Buti’nin ‘Fıkhus Siyre’ adlı eserinin Arapçasını kopyalayarak ücretsiz dağıtıyor, İstanbul dergilerine karşı bir tür “boykot” tedbiri geliştiriyor; İstanbul’da Alevi mahallerde görülen her derginin etrafına birkaç kişi toplayıp sosyalist bir grup oluşturması faciasının İslamî alanda Batman’a uygulanmasının önüne geçiyordu.

Allah (cc), ihlas sahibi gayret ehliyle beraberdir. Bu gayret, zor bir süreç içinde de olsa fayda verdi ve İslamî şuur Batman’da yeniden hızını buldu; sohbetleri, taziyeleri, müziği ve görülmemiş İslami düğünleri ile Batman’ın sosyal hayatına rengini vermeye başladı.

Batman yoluna devam ediyordu. 90’lı yıllara doğru Batman, büyükçe bir şehirdi ama Batman’da bar yoktu; fuhuş evleri yoktu, Ramazanda açık lokanta yoktu…

Haftaya: Batman’da İslamî Hayat ve Ona Karşı Fiili Savaş…

Kaynak:

1. Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, s. 64

2. Atatürk Araştırma Merkezi Sitesi

3. Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, s. 149
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir