• DOLAR 34.554
  • EURO 36.604
  • ALTIN 2919.143
  • ...
Haydi, Bir Ümit Tazeleyelim
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
İçinde bulunduğumuz dünyanın keşmekeşliğine bakıp da düşmesin kollarımız iki yanımıza… İlahlık iddiasında bulunan Nemrut ve Firavun tabiatlı nice beyinsizlerin kurdukları kaç dünya değişti, kaç medeniyet ayaktadır şimdi, kaç uygarlık gömüldü tarihin tozlu sayfaları arasına?! Hangi Nemrud zulmüyle payidar kaldı ve hangi Firavun ömrünü uzatabildi ki dünya üzerinde?! O halde haydi bir ümit tazeleyelim içimizde, öyle bir ümit ki, dağlar gibi ateşleri serin ve selametli kılsın bize ve düşman misali deniz dalgalarını yol yapsın önümüzde yeniden…
 
“Zulümle âbâd olanın sonunun berbat olacağını” kaç kez okuduk kitaplarımızda, kaç kez şahit olduk canlı tablolarla önümüze sunulan ayetlerde ve kaç kez gördük birebir yaşadığımız zaman zarfında?! Örtüyü sokakta dahi yasaklayan Zeynelabidin b. Ali nerede hani?! Hani Müslümanlara zulüm üstüne zulüm yapan, İslam’ın azılı düşmanı, Batılıların sadık dostu ve uşağı Hüsnü ve iktidarı ne durumda şimdi?! Hani nerede zulmüyle yüreklere korku salan Kaddafi ve iktidarı?!. Ve halen kendi halkına, inancına ve değerlerine sırt çeviren, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığı meslek edinip Batılı sahiplerine yaranmaya çalışan diğer uşakların tahtlarından alaşağı edilmek üzere oldukları, bir şeyler anlatmıyor mu bizlere?! Allah (cc)’ın gücünden başka bir güç, Allah (cc)’ın hükmünden başka bir hüküm, Allah (cc)’ın hükümranlığından başka bir hükümranlık olmadığını hem ayn’l-yakin ve hem de hakka’l-yakin bir şekilde görmedik mi hepimiz bu kısa süre zarfında?!. Haydi, o halde gelin bir ümit tazeleyelim içimizde bir kez daha, öyle bir ümit ki; “.. Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, her şeye güç yetirensin.” (1) ayetini işlesin kalbimize yeniden…
 
“.. Böylece biz, Allah’ın gerçek Müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz…” (2) ilahi müjdesine sarılalım bir kez daha ve sıranın artık bize geldiği inancıyla dağıtalım üzerimizdeki kara bulutları… Asırlık uykumuzdan dolayı hamlanmış bedenimizi silkeleyip dimdik durmanın zamanı çoktan kuşattı bizi… Dirilişimizle korku kalelerini fethetmeli, dünyalık menfaatler setini yıkıp geçmeli, ayaklarımıza vurulan bütün sevgi bukağılarını kırıp yürümeliyiz kararlı adımlarla ardımıza bakmadan… Dinimizi yaşamanın mahcubiyet ve utangaçlığından, İslam’a sarılmanın ürkeklik ve çekingenliğinden, Müslümanlığımızı ilan etmenin bütün korku ve endişelerinden sıyrılarak yürüyelim sahabe yürüyüşüyle Allah (cc)’a doğru… Gör sen o zaman dağların nasıl sesimize ses kattığını, göklerin nasıl selam durduğunu bize! Ay ve güneşin etrafımızda pervaneler misali nasıl döndüğünü, yıldızların sevinçle nasıl göz kırptığını gör sen o zaman! Gör sen o zaman, cebbarların nasıl diz çöktüğünü önümüzde, zalim iktidarların sonbahar yaprakları gibi nasıl tel tel döküldüğünü yürüyüşümüzün şiddetinden ve Firavun ordularının nasıl boğulduğunu tekbirlerimizin dalgaları arasında… Haydi, o halde bir ümit tazeleyelim içimizde, öyle bir ümit ki, viran olmuş İslam yurdunun her toprağında birer Medine inşa edebilelim yeniden…
 
Zayıflık bahaneleri ve güçsüzlük mazeretleri oturmak için geçerli sebepler değildir artık… Hayat ve ölümü yaşatan, mülkü dilediğine veren, güç ve otoritenin yegâne sahibi olan Rabbimiz, zalim yönetimler tarafından yıllar yılı güçsüz bırakıldığımız için “…bize iyilikte bulunmak, bizi önderler yapmak ve mirasçılar kılmak …” (3) istiyor kendi topraklarımız üzerinde, var mı daha ötesi artık bunun?! Rabbimizin bu isteğinin gerçekleşmesi için bedeller ödemenin zamanı gelip geçmedi mi çoktan?!. O halde atıp kurtulalım artık bizi yerimizde mıhlayan korkularımızdan, gömelim içimize ya da bırakalım tüm sevdalarımızı bir kenara, vazgeçelim bütün heveslerimizden, gerçekleşmeyecek hayallerimizden, bitmeyen emellerimizden ve sonu gelmez ihtiraslarımızdan… “..Allah’a ve Peygamberine inananlar için hazırlanmış, genişliği yerle göğün genişliği kadar olan…” (4), sonsuz rızık ve mükâfat yurdu kılınmış bir cennete talip olalım, hür ve azade kıldığımız benliğimizle… Dünya değil, ahirettir bizim yurdumuz unutma ve yine unutma, ta ki kefaletini Rabbe adanmışlıkla ödeyinceye kadar sürgündeyiz bu dünyada… Yezidlerden, Haccaclardan, Şimrlerden ve bütün kan içicilerden Allah (cc) namına hesap sorup gidelim huzur içinde asıl yurdumuza doğru… Bunun için de haydi, bir ümit aşılayalım yüreğimizin merkezine, öyle bir ümit ki Rabbimizden başkasına eğilmeyen bir dik duruş yakalayalım ve her adımımızla zalimlerin yüreklerini yerinden oynatabilelim yeniden…
 
Yüz yılı aşkın bir süredir yaşadığımız bu sindirilmişlik hakkımız değildir bizim… Hele kaderimiz değildir ve olamaz asla zulmün pençeleri altında inlemek bugün hala… “Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun, öyle mi?” (5) sorusu duruyor daha orta yerde ve buna bir cevap vermek, ödenmesi gereken bir borç olarak yüklenmiş üzerimize… Uzun mu uzun süren soğuk ve karanlık bir fetretten sonra, gelmese de getirmek zorundayız artık gönüllere huzur veren bir baharı… İslam’dan yoksun dünyanın büründüğü karanlık ürkütmesin bizi artık… Hangi kış, ardında sakladığı bahara yerini terk etmeden ebediyen devam etmiştir ki, zulmün karanlığı adaletin nuruna terk-i mekân eylemesin! Hangi Nuh tufanlarda boğulmuş, hangi İbrahim ateşlerde yanmış, hangi Yunus balıklara yem olmuş, hangi Musa Firavun’a yenilmiş ki, İslam ile dirilmiş mü`min ruhlar, İslam’ın baharını görmeden kışın zulmetinde kalakalsın! Haydi, o halde gelin bir ümit taşıyalım yüreklerimize, öyle bir ümit ki, İslam düşmanlarıyla “fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar…” (6) mücadele azmi aşılasın bütün hücrelerimize…
 
“Her gün Aşura, her yer Kerbela” deyip Hüseyinler için yaktığımız ahu figanlardan ciğerlerimiz yanmasın, göz pınarlarımız kurumasın bir daha… Uyanışımızı, dirilişimizi, dev adımlarla yürüyüşümüzü, küfre, tuğyana, zulme karşı iman dolu göğsümüzü geçit vermez bir kale yapmamızı istiyor bütün bir ümmet; genci, yaşlısı, kadını erkeğiyle… Belli belirsiz ufuklarda yolları gözlenen biziz, zulmün kararttığı dünyayı aydınlatması beklenen biziz, bir ümit tomurcuğu gibi aranan biziz, bir bahar yağmurundan sonra çıkması istenen gökkuşağı gibi ruhlara huzur vermesi arzulanan biziz… Fersiz yüreklere ümit ışığı yakacak, mecalsiz bedenlere kuvvet aşılayacak, dermansız dizlere güç, yorgun bedenlere takat verecek olanlar bizleriz yine… Yeter ki bir Nuh, yeter ki bir İbrahim, yeter ki bir Yusuf, yeter ki bir Musa aleyhimusselam olalım her birimiz… Görsen o zaman Nuh’un düşmanlarına, gök ve yerin nasıl tufan kesildiğini!.. Ateşlerin İbrahimlere nasıl gül bahçesine dönüştüğünü, zindanların Yusuflar için nasıl medrese olup vezirlik yolunu açtığını, denizlerin Musalar için yol, Firavunlar içinse nasıl azap olduğunu gör sen o zaman!.. Haydi, o halde bir ümit taşıyalım içimize, öyle bir ümit ki Hira’dan çıkıp Safa tepeciğinden seslenebilelim Resul-i Ekrem Aleyhissalatu vesselam gibi yeniden…
 
1- Al-i İmran: 26
2- Al-i İmran: 140
3- Kasas: 5. Ayet-i Kerime’den iktibas
4- Hadid: 21
5- Üstad Bediüzzaman, Münazarat
6- Bakara: 193
 
Naşit Tutar / İnzar Dergisi / Aralık 2011
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir