• DOLAR 32.304
  • EURO 34.807
  • ALTIN 2442.447
  • ...
Cami Medresesinde İki Şehid Süleyman ile Ziya - 1
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
İbrahim Dağılma
 
Bingöl Törek Köyünde Camii Medresesinde iki şehid Süleyman ile Ziya
 
Şehid Ziya 1967’de Bingöl’de dünyaya geldi. Lise eğitimini bazı sebeplerden dolayı bıraktı, bilahare askere gitti. Askerlikten sonra iki ay kadar İstanbul’da kaldı. Cahili bir hayatın çıkmazlarında bulanık bir hayatın gel-git’lerini yaşarken bir arkadaşının feci ölümü onu ciddi manada etkiler. Hücreleri tamamıyla “ölüm!” hakikatine kulak kesilir. Korkuyor, haşyetle ürperiyordu. Pişmanlık ateşi yüreğini kavuruyordu…

Çürüme, yok olma, toprağa karışma, hayatın yitimi ile özdeşleştirdiği ölüm onun için hidayet çağrısı, diriliş muştusu, ebed yurdunu yeşerten ve ruhu safvet kıyılarına taşıyan bir gemi oluvermişti… Bu duygular içinde evinin kapısında/ Bingöl’de buluverir, kendisini.

Ziya artık Allah’ı her an hatırlama, zikretme bilinciyle tövbe seansındadır. Nedamet gönülde tövbe ateşi olarak tutuşunca kitaplara, okumaya yönelir. Ziya için, “İkra!” ayeti bir vird olur. Hidayet, sadakat, kulluk, marifet… adına ne bulduysa okur.
Şehid Süleyman ise, 1970 yılında Bingöl’de dünyaya gelir. Okul ve gençlik demleri, bir serbestlik ve İslami hayattan uzaklık içinde geçer. Kısmen inşaatlarda çalışarak geçimini sağlamaya çalışan Süleyman da gurbeti yol bilen gençlerdendi. Askerlikten sonra Bingöl’e dönen Süleyman, evlerine yakın bir yerde bakkal işleten amcaoğluna uğrar, bir vakit onun yanında eğleşirdi. İslami cemaatle beraber olan amcaoğlu, Süleyman’a İslam’ı, Allah’a kulluğun insan fıtratı için en uygun hayat çizelgesi olduğunu anlatır. Bazen hararetli konuşmalarla süren bu muhabbet faslı, Süleyman için hidayete varan yolu açar.

Henüz bir çocukken camide Kur’an öğrenme aşkı kendisinin ifadesiyle ders veren şahsın kaba ve dayaklı ders fasıllarının akabinde bir camii nefretine dönüşür. Kendisi İslami eğitim noktasında böylesi hataların onulmaz olduğunu, Müslüman eğitimcinin hikmet, hilm ve gayretle öğretmesi gerektiğini söyler ve şunu derdi: “Eğer, amcamoğlu ve bazı yakınlarımın kişiliğinde bu cemaatle tanışmasaydım, çocukluğumdan bana acı bir hatıra olan o olaydan dolayı asla camilere yanaşmazdım.”

Birbirine yakın bir zamanda İslam’la tanıştı, Bingöl’ün iki şehadet gülü... Artık camide, İslami çalışma içinde gün aşırı görülen Ziya ve Süleyman’ın hidayete dönüşleri yakınlarını (tıpkı Hazret-i Ömer’in Müslüman oluşunun bıraktığı hayret ve sevinç gibi) hayret ve sevinç içinde bırakıyordu. Hadis-i Şerif’te Allah Resulü’nün: “Cehaletin hayırlıları İslam’la şereflenince İslam’ın da hayırlıları olurlar” buyurduğu çerçevede bir hidayet nasipliğine ermişti, iki şehadet adayı. İki arkadaşı camide görenler, hayret ve hayranlıkla ‘İman iklimi, Kur’an bahçesi, namaz meyvesine hoş geldin!’ dercesine onları tebrik ediyordu.

Tövbe anından şahadet vaktine kadar ihlâs, salih amel, ihsan, vera dairesinden çıkmadı iki Allah dostu...

Birer örneklik abidesi olan bu iki şehitten Ziya’nın hidayete erişine kendi dilinden tanık olalım:

“İrademi nefsin eline verdiğim bir noktada Rabbimin ihsanıyla ve dilemesiyle hidayet çeşmesinden içtim. Benim cahiliye ve günahla iç içeliğimin misali şudur: Necaset, pislik dolu bir odada yaşayan ve o ana kadar hep o odada kalan elbette o kokuşmuşluğu zamanla kanıksar. Bir gün odasına bir pencere açılır. O da pencereye koşar. Bakar ki güllük gülistanlık bir yer… Güzel mi güzel, misk kokularıyla cezp ettiren bir manzara… Vakit kaybetmeden çirkef, tiksinti dolu odadan bu cennet emsal mekâna geçer. Bu adamın haline şaşılır mı? Benim de İslam’a gönül verişim böylesi bir algılayışın semeresidir.”
Ziya, İslam fıkhını önemsemiş, özümsemişti. Bu konuda kısa sürede bilgi hazinesi olmuştu. Arkadaşları artık ibadi ve ameli hususlardaki fıkhî açmazlarını ona götürüyor, soruyordu. O da ‘İlim ve çözüm, sorumluluk ve dikkat ister’ ilkesiyle meseleleri doğru, sağlıklı ve itidal üzere değerlendirirdi.

İlim aşkı ve okuma tutkusu Süleyman’ı da çepeçevre sarmıştı. Tekerrür etmesin diye tarihi ve İslam`ın mücadele karelerini ibret ve hikmetle okurdu. Kısa bir demde Asım Köksal’ın İslam Tarihi’ni dikkatle ve analiz ederek okuyup bitirmiş, Kur’an’a gönül veren nesilleri yetiştirmek sevdası onu Kur’an dersi verdiği camide tarih noktasında zevkle dinlenen ve olayların ibretini güzelce anlatan bir dil kılmıştı.

Ölüm tefekkürü onların yürüyen ayağı, kabir endişesi haşyet ve takvayla çarpan kalpleriydi. Abdest ve misvakı oldukça önemser, bedeni temizliği manevi paklığa götüren adım sayarlardı. Namazda ise ruhları, bedenini terk edip huşuyla yücelere secde miracıyla yükselirdi. Aşk dalgasının nazenin birer damlasıydılar.

Çilesiz sefa, zahmetsiz kazanç, emeksiz verim, katıksız mücadele olmazdı şahadet adayı Ziya ve Süleyman için. Bu şuurla hareket ediyor; Allah’ın dini yürekleri fethetsin arzusuyla çabalıyor; gece gündüz, dur durak demeden koşuyordu iman hakikatleri uğruna iki iman abidesi. Dünya, ahiretin mezrasıydı. Ne ekerse onu biçeceklerini iyice biliyorlardı. “Onların nişanesi alınlarındaki secde izidir” parıltısının birer numunesiydi. Ziya ve Süleyman, hal ve kal diliyle Allah’ı hatırlatırdı, arkadaşlarına.

Ziya ve Süleyman: “İçinizden sabreden ve yolumuzda cihad edenleri belirlemeden bırakılacağınızı mı sandınız?” İlahi emrine icabeten sabır ve mücadele çizgisinde azim ve kararlılıkla ilerliyordu. İslam’a intizar yürekleri hidayetle buluşturma vesilesi olmaktan daha büyük bir kazanç olamazdı.

Ziya ve Süleyman’ın İslami çalışması, istikamet ısrarı, camii tutkusu, tebliğ coşkusu, hayır yarışı Ebu Cehil zihniyetiyle davrananların gözünden kaçmadı. İki bahadırı sindirip korkutma ve pasifize etme sinsiliği, Ziya için Yusufiye kapılarını açtı. Süleyman ise uzun müddet ısrarlı takiplere ve sanki onu da tutuklayacaklarmış havası verip İslami çalışmadan koparma niyeti taşıyanlarca evine baskın yapılmıştı.

Beden kuşatılsa da ten hapsi geçiciydi. Ziya, bu bilinçle zindanı iman aşkıyla aydınlattı; bir iman kürsüsü, Kur’an medresesine çevirdi o daracık, nem kokulu mekânı… Yusufiye’den çıktıktan sonra bir müddet, ticaret yaptı: poşetçilik, amelelik, seyyar satıcılık… Başaramadı. Maddi açıdan dikiş bir türlü tutmuyordu. Manevi ticaretin daha elzem olduğu kanaatiyle şu karara varır Ziya: “Yüce Allah(cc), kıymetli vakti dünyalık için ayırmamı istemiyor. İnşallah bundan sonra vaktimi İslam davasına sa’y olarak geçireceğim. İman hakikatleri uğruna mesai yapacağım!”

BU ŞEHADET ERLERİNİ TANIKLARIN DİLİNDEN BİR NEBZE TANIYALIM:

Amcaoğlu Aydın Berdibek’in dilinden ŞEHİT SÜLEYMAN

“Şehit Süleyman Berdibek, İslam ile tanışmadan önce sıradan bir cahiliye hayatı yaşadı. Çok kötü bir cahiliye geçmişi olmasa da namaz vb. gibi kulluk bilincini ifade eden yaşamdan yoksun bir hayat sürdü.

Cenab-ı Hakk’ın yardım ve inayeti ile hidayete kavuştu. Hidayete kavuşmasıyla birlikte hayatı aniden değişti desem herhalde abartmamış olurum. Zira sahabe-i kiram misali hayatı yaşama tarzı aniden değişti. Artık yeni ve farklı bir Süleyman olmuştu; namazını kılan, orucunu tutan, beş vakit namazını camide cemaatle eda eden, büyüklerine saygılı ve küçüklerine şefkatli, toplumda saygın bir Süleyman…

İlk iş olarak Kur’an-ı Kerim dersi alıp Onu öğrenmeyi gaye edindi. Bir ay gibi çok kısa bir sürede Yüce Rabbimizin “oku” emrine ittiba edercesine Kur’an-ı Kerim okumayı öğrendi. Cami çalışmaları sayesinde öğrendiğini diğer insanlara aktarmayı da ihmal etmedi. Bir taraftan Kur’an-ı Kerim dersi alırken diğer taraftan küçük çocuklara elif-ba dersi vererek çok kısa sürede kendini geliştirdi. Bu arada İslami eserleri okumaktan geri durmadı. Öyle ki, bazen bir günde bazen iki günde bir eser bitirirdi.

İlim öğrenmede büyük gayret sarf ederken okuduğu ilmi yaşama noktasında ise kusur göstermedi. Elde ettiği ilmi pratiğe aktarma ve yaşama konusunda ciddi gayretler gösterdi. Zikir etme, cahiliye döneminde kılmadığı namazlarının ve tutmadığı oruçlarının kazalarını yapma, kışın en soğuk geçen aylarında dahi sabah namazlarını düzenli camide cemaatle eda etme gibi hasletlere sahip oldu.

İlmi konuda kendini daha fazla geliştirmek için Törek Köyü’nde bulunan medreseye gitti. Bir ayı aşkın burada eğitimine devam etti. Bir defasında izinli olarak eve geldi. Çarşıya giderken tanımadığı bir zatın karşısına çıkıp: kendisine:
- Ey Süleyman sen şehit olacaksın! dediğini kendi yakınlarından birine söylemişti. Yaşlı ve sakallı, Bingöl ilinde daha önce hiç görmediği bu zat aniden ortadan kaybolmuş. Çok şaşırmış, şaşırdığı kadar ani karşılaştığı bu hadise karşısında donakalmıştı. Bu hadiseyi çok yakın akrabası olan biri dışında hiç kimse ile paylaşmadı.

Bingöl’de birkaç gün kaldıktan sonra ilim eğitimine devam etmek için Törek Köyü’ne geri döndü. Aradan birkaç gün geçtikten sonra 25 Kasım 1993 günü gece geç saatlerde köye baskın yapan bir grup Pkk mensubunun açtığı ateş sonucu kendisi ve arkadaşı Ziya şehit olup Hakk’ın rahmetine kavuştular. Rabbim tüm İslam şehitlerine rahmet etsin ve bizleri onların şefaatinden mahrum etmesin.”
 
Yakın Bir Tanıdığının diliyle Şehid Ziya
Allah’ın rahmeti Ziya için bir nimet olmuş. ‘Nimet şükür ister.’ düsturu onun kalbinde icabet bulmuştu. “Allah’ın evlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inananlar imar ederler…” ayetiyle mescitlerin manevi imarına sevda ve aşkla yönelmişti; Kur’an goncaları misali Hz. Peygamber’in sünnetine ittibayı bayrak bilmiş bir toplulukta “ Sizden iyiliği emreden, kötülükten nehyeden, hayra çağıran bir topluluk(cemaat) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.” İlahi buyruğuna cezbe bir cemaatte mescid gülü misali yeşermişti. O bir Kur’an goncası, iman şulesiydi.

Hidayet şerbetini içeli bir hafta olmuştu. Namaz ve Kur’an tilaveti için mescide gelmişti. Aman Allah’ım o da ne? Simasına güzellik katan sakalı yoktu. Hayretle: “ Ziya Abi, hayırdır sakalını kesmişsin?” diye sordum:

“Kardeşim, doğrudur. Lakin ben bu sakalı hidayet bulmadan bırakmıştım. Rabbimin bana lütfedince cahiliyemi hatırlatan her eşyamı, arkadaşımı terk ettim. İman eşiğinden adım atınca istedim ki üzerimde zaaflarımı kamçılayacak hiçbir iz olmasın. İmanla, abdestle beslenen bir sakal daha heybetli olur. İnşallah!” diye cevapladı. 

Bu yiğit, bahadır insan, şahadet aşığı mücahid; isyan bataklığının kokuşmuşluğundan birden kopmuş. Günleri adeta yılların günah izlerini silercesine ibadetle geçirir. Zamanının çoğu namaz ve İslami çalışmalara endekslenmiş, gündüzleri oruçla geceleri teheccüdle anlam kazanmıştı. O, sanki bir aşk pervanesiydi… Dervişane tutulmuş bir meczubtu… Kardeşleri ona DERVİŞ ismini bu tutkunun bir eseri olarak yakıştırmıştı.
 
Devam Edecek
 
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir