Ezdad Tebeddül Etmiş
Zıtlıklar birbiriyle yer değişmiş. Yani sıcak soğuk olmuş, soğuk ise sıcak. Beyaza siyah denilir olmuş, siyaha ise beyaz. Yaklaşık 100 yıl önce asrın bedii Bediüzzaman Said-i Nursi tarafından kendi zamanının haleti ruhiyesini tasvir etmek amacıyla kaleme alınan “Hakikat Çekirdekleri” risalesinde serd edilen bu sözler aslında günümüz dünyasını ne kadar da güzel anlatıyor.
“Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. Cihada, bağy ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.” (Hakikat Çekirdekleri)
Evet, zulmün başında adaletin külahı var cihanın dört yanında. Zalimler halklara adalet getirme vaadleriyle toplumlara zulmediyor. Demokrasi ve insan hakları adına gençler katlediliyor; savaştan el çekmiş mabedlerde ibadetle meşgul abidler kıyımdan geçiriliyor; işkencehanelerde sırf zevkine mümin ve müminelere ağza alınmayacak eziyetler yapılıyor. Evler yakılıyor; hastaneler, mescidler yerle bir ediliyor. Sağlardan hıncını alamayan zalimler ellerini müteveffanın makberlerine kadar uzatıp o kabirleri tahrip ve talan ediyor. Ve tüm bunları halklara adaleti, hürriyeti getirme adına yapıyorlar. Çünkü zulüm, günümüzde başına adalet külâhını geçirmiş. Adalet adına insanlığa zulmediyor.
Hainler kendi milletinin değerlerine hami olmak adına yurdumda cinayetler işliyor. Bir halkın diline, kültürüne sahip çıkmak adına o halk manevi değerlerinden uzaklaştırılıyor. Halkın hamileri(!), sözüm ona özgürlük savaşçıları(!) kendi halkını katlediyor. Kendisi dışında kimseye bu aziz beldede yaşam hakkı tanımıyor. Tehditler, baskılar ve de zulümler almış başını gidiyor. Rüşvetle, uyuşturucu paralarıyla temiz bir medeniyet kuracağı iddiasıyla insanımız kandırılıyor. Bir gün Evangelistlerle kol kola olanlar diğer gün Yahudilerle sarmaş dolaş kendi halkına ihanet ediyor. Halkının tüm değerlerini sömürenler, yurdunu ve milletini dünya istikbarına peşkeş çekenler maalesef halkının hamisi olduğunu iddia ediyor. Evet, Üstad ne de doğru söylüyor “Hıyanet, hamiyet libasını giymiş.” Hainler yurdumun sokaklarında halkımın hamisi olduğu iddiasıyla dolanıyor.
Zulümle, adaletsizlikle, sömürüyle mücadele eden mücahitlere asi adı takılıyor. Onlara terörist deniyor. Aklı, nesli, ekini, dini ve canı tarumar edip toplumda emniyeti kaldıranlarla cihad edenler asi diye lanse ediliyor. Hakka batılın giysisi giydirilmiş, hak ehli batıldakiler diye topluma tanıtılıyor. Bu da yetmezmiş gibi ıslah ehli olanlar ifsad ehli tarafından hapsediliyor, sürgün ediliyor, katlediliyor. Zindanlar mazlumlarla dolarken, topraklar şehidlerin kanıyla sulanıyor. Batıl kendini haklı göstermek için belamlar, hokkabazlar, düzenbazlar besliyor. Ahiretlerini feda etmeleri karşılığında onlara dünyanın emniyetini sunmaya çalışıyor. Korkunun kullarına, esaret yolcularına, zillet kurbanlarına, nefsin mahkûmlarına dünya nimetleri vaat ediliyor. Ve karşılığında hakkı gizlemeleri, hakikati eğip-bükmeleri isteniyor. İnsanları yoldan çıkarmak için hakkı kendilerince yorumlamaları talep ediliyor. Ve zalimlerin zulmünü devam ettirmeleri için bu belamlar batıla destekçi oluyor. Kendilerini bu dinin merkezinde zanneden bu zavallılar fetvalarını kendilerinin, cemaatlerinin, müntesiplerinin yararına verip din-i mübinin selametini, İslam ümmetinin bütününün selametini göz ardı ediyor. Hakkın ölçüleri ne kadar da değişmiş. Merkezde İslam ümmeti değil, kendini ümmet zanneden zavallılar duruyor.
Evet ezdad(zıtlar) bugün tebdil(yer değiştirme) olmuşlar. Her şey asli kimliğini kaybetmiş. Yaşanmak, okunmak, anlaşılmak için gönderilen El-Kitab sadece duvarlarda asılı duruyor. Takip edilmek üzere gönderilen elçinin sadece isminin ahenk ile yazılan tabloları hayatımızı süslüyor. Ölümü, hakikati, dünya hayatının gerçeğini ifade eden kabirler sadece ailesel gücü ve ihtişamı ifade ediyor. Hakkı ikame için kurulan ilim meclislerinde batılın zulmüne cevaz veren fetvalar veriliyor.
Elbette günümüzde oluşan bu garip tabloda kâfirlerin yüzyıllar boyunca yaptıkları azimli çalışmaların etkisi büyük oranda olsa da dini, asli kimliğinden soyutlayarak yaşayan Müslümanların da payı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Dini, asıl kaynağı olan Allah’ın kitabı Kuran’dan ve o kitabın en iyi pratize olmuş hali olan sünnetten öğrenip yaşamak yerine atadan, hocadan, abiden öğrenme derdine düşmüş yığınlar sokaklarda dolanıyor. Sorgulamak ve sorumluluk almak kimsenin işine gelmiyor. Artık net olarak bilinmelidir ki kendi gerçeği ile yüzleşmemiş, sürekli var olan yanlışları görmezden gelip geçiştiren bir ümmet, olması gereken yere gelemez. Tabi şunu da unutmamak gerekir ki her şeyin mükemmel olmasını beklemek veya her olguyu kemal derecesinde aramak doğru değildir. Kemal hedef edinilir ama hayat sürekli realite üzerine kurulur. Toplumun gerçeklerini, ümmetin var olan konjonktürel yapısını, toplumların iç dinamiklerini doğru bir şekilde algılamadan toplumu bir yöne kanalize etmek, iyiye doğru yönlendirmek mümkün değildir. Daha iyi bir topluma ulaşmak, asrısaadetleri yeniden inşa etmek için ümmet üzerine düşen sorumluluğu olabildiğince iyi bir şekilde yerine getirmelidir. Bilinmelidir ki bu yol uzun ve meşakkatlerle doludur.
Dört başı mamur, kâmil bir ümmette buluşmak dileğiyle… Vesselam.
Zülfikar Fırat / İnzar Dergisi / Kasım 2011