• DOLAR 32.597
  • EURO 35.015
  • ALTIN 2450.893
  • ...
Bu Sorunu Ancak Cemaatsel Yapılar ve Aile Bağları Çözer
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Şükrü Gündüz / İstanbul / doğruhaber
Resmi kayıtlara göre; 1 Şubat 2010 ile 30 Ağustos 2011 tarihleri arasında 8 bin 500 aile içi kadına şiddet vakası yaşandı. Bu kayıtların ortaya çıkmasından sonra aile içi şiddet ile ilgili tartışmalar başladı. Kadına yönelik şiddetin son bulması için çözümler aradıklarını belirten Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, bu amaçla Diyanet, Genelkurmay ve Milli Eğitim Bakanlığı ile mutabakata varıldığını açıkladı. Teknik takip sistemi gibi tedbirlerin yer aldığı kanun taslağı ise bayramdan sonra Bakanlar Kurulu’na sevk edilecek.
 
NEDİR BU ŞİDDET?
Bu sorunun çözülmesi için sığınma evlerinin sayısının arttırılması ve şiddete uğrayan kadınların polis korunmasına alınması planlanıyor. Ancak emniyet yetkilileri “Şiddet gören her kadına veya kişiye koruma polisi veremeyiz” dedi. Aile içi şiddet olayları ile ilgili görüştüğümüz sosyolog ve yazar Abdurrahman Arslan, bu sorunun çözülmesi için doğru bir teşhisin konulması gerektiğini ifade etti.
 
Aile içi şiddet kavramının yanlış bir kavram olduğunu belirten sosyolog ve yazar Abdurrahman Arslan, “Bu aile içi şiddet kavramı üzerinde de düşünmek lazım. Nedir bu şiddet kavramı sorusuna bizim bir cevabımız yoktur. Çünkü Müslümanların literatüründe böyle bir kavram yok. Bizim literatürümüzde adalet ve zulüm kavramları vardır. Biz bu kavramlar üzerinden yola çıkarsak o zaman bir erkek, hanımına zulüm ediyor diyebiliriz. O zaman ne yapılması gerekir hususunda doğru bir çözüm yolu bulmak daha kolay olur. En azından doğru bir teşhis çözümün bulunmasında da işimizi daha çok kolaylaştırır” dedi.
 
İSTATİSTİKLER HER ZAMAN DOĞRUYU SÖYLEMEZ
“Emniyetin bu kayıtlarına göre biz hasta bir toplum ve hastalıklı bir aile yapısıyla karşı karşıya olduğumuz anlamı çıkar. Ben buna şiddetle karşı çıkıyorum” diyen sosyolog ve yazar Abdurrahman Arslan,  “Toplumun her kesiminde tabii ki aile ilgili sorunlar vardır. Karı-koca arasında bir takım problemler vardır. Ama her on dakikada bir şiddet olayının yaşandığını söylemek aile yapısının hasta olduğu anlamına gelir. Ben buna katılmıyorum. Her şeye rağmen toplumumuz yine de büyük nispette sağlıklı yapısını bütün aşınmalara ve saldırılara rağmen korumaya çalışıyor. Korumak için de direniyor. Aile kurumu bizim elimizdeki tek imkandır. Biz aileye böyle bakarsak o zaman dayanabileceğimiz başka yerler kalmaz. Böyle istatistiklerin yayınlanması doğru değildir. Ayrıca istatistikler her zaman doğruyu söylemez. Çünkü her şeye rağmen istatistikler ideolojik bir ağırlık taşır. Zaten istatistiğin girdiği her dalda büyük nispette yalan vardır. Bu ister tıbba girsin ister evlenme yaşı ile ilgili olsun bunu her alanda görebiliriz” diye konuştu.
 
AİLEYİ BİR ARADA TUTAN DEĞERLER İSLAMÎ DEĞERLERDİR
Bu toplumu ayakta tutan değerlerin İslami değerler olduğunu vurgulayan Arslan, “Bizim ailemizi bir arada tutan değerler İslami değerlerdir. Biz bu değerlerin sağlığından şüphe etmeyiz ve etmememiz de gerekiyor. Çünkü neticede biz 1400 yıldır ailemizi bu değerler üzerinden kurduk ve geliştirdik. Eğer gerçekten o değerler sağlıksız olsaydı şimdiye kadar bizim hiç birimizin olmaması, ya da bu hastalıklı durumun yüzyıllar öncesinden var olup gelmesi gerekirdi. Zaten bu kadar hastalıklı bir yapıyı da aile uzun süre taşıyamaz."
 
Günümüzde ailenin içine düştüğü ve karşı karşıya kaldığı en büyük tehlikelerden birisi modernleşmeyle birlikte içine düştüğü travmadır. Aile bireyleri karı-koca başta olmak üzere ciddi bir şekilde bu modernleşmekten (Batılılaşmaktan)  etkilenmektedir. Şimdi bu modern (!) kültür, kadın-erkek arasındaki ilişkiyi eşitlik üzerinden kurmak istiyor. Oysa İslam’da bu ilişki adalet üzerine kuruludur ve dolayısıyla ailenin sorumluluğu erkeğe aittir.
 
İslam ailesi erkeğin egemenliğinde değil erkeğin sorumluluğu altında olan bir aile yapısıdır. Ekonomik faktörleri de göz ardı edemeyiz. Bu sorunların temelinde de modernleşmekte olan bir toplumun yaşadığı  sıkıntı ve travma vardır. Bu giderek ailede kendisini daha derin bir şekilde gösterecek” şeklinde konuştu.
 
BU TOPLUMUN ŞUURU  ZİNAYI KABUL ETMİYOR
Aile içi şiddet olaylarında olduğu gibi töre cinayetlerinin tam olarak anlaşılmadığını belirten Arslan, “Biz kadınların öldürülmesini asla tasvip etmiyoruz. Töre cinayeti diyorlar ama burada gözden kaçan çok önemli bir nokta var. Zinayı tolere edemeyen bir zihin bu hareketi yapıyor. Bir baba evladını, bir erkek eşini öldürüyor. Bu travmanın derinliğini bize gösteriyor.  Bu toplumun şuuru zinayı kabul etmiyor. Böyle olunca bir çok kişi kendisinde derin izler bırakacak hareketlerde bulunmaya meylediyor. Bu hadise, sıradan bir cinayet ya da aile içi bir şiddet meselesi değil, aynı zamanda değerlerin alt üst olduğu derin modernleşmeden geçen bir toplumun karşı karşıya kaldığı çaresizliktir” ifadelerini kullandı. 
 
BU SORUNU CEMAATSEL YAPILAR VE AİLE BAĞLARI ÇÖZER
Devletin ailevi sorunlara müdahale etmemesi gerektiğini belirten Arslan, “Bu sorunu çözebilecek yegane merciler cemaatsel yapılar ve aile bağlarıdır” dedi. Ailenin devletin müdahale etmemesi gereken bir kurum olduğunu söyleyen Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü; “Bunun dünyanın her yerinde böyle olması lazım. Ama aile kurumu dünyanın her yerinde müdahaleye açık bir kurum haline getirilmiştir. Dikkat ederseniz batılı ülkelerde bir şey olunca çocuk ailesini şikayet ediyor, devlet de çocuğu alıp götürüyor. Çocuğun aileden koparılıp götürülmesi tabii karşılanıyor, ama anne-babanın yanında kalması tabii karşılanmıyor. Devletin bu konulara müdahale etmemesi gerekir. Bu sorunu çözebilecek yegane merciler cemaatsel yapılar ve aile bağlarıdır. Nitekim Kur’an’da da iki taraf arasında problem olunca en yakınlar bu sorunu çözsün diyor. Bu çok önemli bir nokta ve bu nokta Müslümanların gözünden kaçıyor.


Burada iktidarın ve otoritenin dışlandığını görüyoruz. Akraba bağlarıyla, kardeşlikle eş ve dostla çözülmesi gereken bir sorundan bahsediliyor. Bu devleti hiç ilgilendirmez. Bu, otoritenin dışında sadece cemaatin otoritesi ve cemaatin saygın olan insanları ile akrabaların temsilcileriyle çözülecek bir şeydir. Aileyi biz bu yolla tamir edip sorunlarını da bu yolla çözmeye çalışmalıyız.”
 
AİLE DİNİN VAR ETTİĞİ BİR KURUMDUR
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu sorunu çözmek için Diyanet, Genelkurmay ve Milli Eğitim Bakanlığı ile beraber yapmayı planladığı şeylerin aileye müdahale anlamına geldiğine dikkat çeken Arslan, “Hayır bu doğru bir teşhis değildir. Bir kere aile devlet dışı, iktidar dışı otorite dışı bir yapıdır” dedi.
 
Hz. Adem ile Hz Havva’nın aileyi deneme yanılma yoluyla kurmadıklarını belirten Arslan, “Onlar yeryüzüne bir aile formu içinde gönderildiler. Dolayısıyla kadın ve erkeğin ilişkisi o formun içinde tanzim edildi. Biz aileyi sosyal bir kurum olarak tanımlıyoruz ama o dinin var ettiği bir kurumdur. Eğer dinin var ettiği bir kurum olmasaydı İnsanoğlunun var ettiği tecrübesiyle ortaya çıkardığı bir kurum olurdu ki o zaman çok şey söylemek mümkün olurdu. Fakat dini bir kurum olunca onu düzeltmek ve restore etmek yine ancak dinin imkanlarıyla olur. Bir kere bu aileden sorumlu bakanlığın çalışma şekli, kullandığı yöntemler değerlendirme ölçüleri bize ait değil. Dolayısıyla bu değerlendirme ölçülerinden hareket edilerek ne meseleyi anlamaları mümkün ne de o meseleye bir çare bulmaları mümkündür. Onların başvurduğu yöntemler başka değerlerin ürettiği yöntemlerdir. Elbette ki bu sıkıntılar bütün toplumla ilgili sıkıntılardır ama neticede bu ölçülerle, bu değerlendirmelerle onlar ailenin yaşadığı sıkıntıyı çözemez hatta bunu anlamaktan bile acizdirler” diye konuştu.


BATININ İZLEDİĞİ YOLLA BU SORUNLAR ÇÖZÜLMEZ
Bu sorunu çözmek için planlana şeylerin batıda uygulandığını ancak bir sonuç vermediğini belirten Arslan, “Eğer onların başvurduğu yöntemler çözümü oluştursaydı batı çözüm olurdu” diye konuştu. Batıda daha güzel evler ve imkanlar sunuluyor ama bunların hiçbirisi çözüm getirmiyor diyen Arslan, “Batıda son çözüm nedir, boşanmadır. Dolayısıyla bu tür şeyler çözüm yolu değildir, olsaydı batıda olurdu.  Bundan dolayı bu yolla bir çözüm düşünülmesi aldatıcı bir şeydir. Bu Müslüman toplumun kendi insanları buna eğilerek sorun neden kaynaklanıyor, sıkıntılarımız nedir deyip teşhis koyarak çözmeleri gerekir. Aksi halde kadınları kocalarından ayırarak ya da kontrol altına alarak meseleyi çözmek mümkün değil. Belki bir müddet için onu kocasının hışmından korumak mümkündür ama o da çok fazla fayda vermiyor. Bu aksi bir öfke yaratıyor, kocanın bu sefer namusu olarak gördüğü kadına karşı öfkesi çok daha fazla oluyor. Koca, başkaları müdahale edince, daha çok sonu ölümle biten yollara tevessül ediyor” şeklinde konuştu.
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir