• DOLAR 34.607
  • EURO 36.276
  • ALTIN 2983.003
  • ...
Kalp ve Ruh Damağımı Tatlandıracak Bir Tat Ya Rab
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Beyzanur Erden / Nisanur Dergisi
 
Allah`ın adıyla…

Elindeki kâğıtta yazan cümleyi okudu.

“Şu üç şey kimde bulunursa; o, İslam davasının tadını almıştır. Malını infak edebiliyorsa, aklı hep hizmetle meşgul ise, davası için ter ve gözyaşı dökebiliyorsa…”

Durdu ve sordu kendisine. Acaba o tadı almış mıydı? Ya da hiç almaya çalışmış mıydı? Düşündü bir süre. “Hayır” sözcüğü döküldü dudaklarından. Şimdiye kadar İslam davasının bir tadının olabileceğini düşünmüş müydü ki o tada sahip olsun? Olabilsin. Sahip olmak için çalışsın. “İslam davasının tadını almak” dedi içinden.

Söylemesi bile güzel geliyordu insana. Söylemesi bile güzel geliyorken ya o tada sahip olmak nasıl bir duyguydu? O hazzı tatmak nasıl bir anlam ki, nasıl bir mana katıyordu insana? Bu nasıl bir cümleydi ki bedeni bir titreyiş sarıyordu anında? Peki, neden bu cümleyi görür görmez İslam davasının tadına susamıştı çölde su arayanlar misali?

Durdu. Bir dava sahibiydi çünkü. Bir davaya mensuptu. Hem de öyle bir dava öyle bir sevdaydı ki bu, Allah seçmişti bu davayı son din olarak kullarına. Bu dava öyle güzeldi ki insan genişlik anı da olsa musibet anı da olsa daha sıkı kavrıyordu Allah`ın ipini, daha çok sahipleniyordu kutlu davayı aşkla. Bu dava hitap ederken insanın her yönüne, cevap verirken her ihtiyacına… Davasının ismi dahi etkiliyorken onu, nur davasının tadı nasıl bir haz bırakırdı kalp ve ruh damağında?

Malını infak edebiliyorsa… İnfak… Allah yolunda harcamak… Nefsine sordu. Yapabiliyor muydu bunu? Allah`ın yolunda harcıyor muydu Allah`ın kendisine verdiğini? Malı ona Allah vermemiş miydi ki; O (CC)’nun yolunda harcasın. Mal, can, evlat O (CC)’ndan gelmemiş miydi ki; O (CC)’nun yoluna adasın. Rabbin kelamıyla kendisi dahi Ondan gelmiş ve O’na (cc) dönecekken (Bakara / 156); asıl sahibe malı, canı, evladı adamamak olmazdı. Dini, kitabı, davası Allah yolunda infak etmeyi emrediyorken ona…

Şu üç günlük dünyada mal taşıyıp evine mülk yığması hiçbir şey ifade etmezken ahiret hayatı adına. Hem doğru ya… Mal engeldi davasının tadına varmasına. Dünyevi işler, maişetler yavaşlatıyordu davasına koşuş hızını. Zaman; mal-mülk toplama zamanı değil; ilim, edep, ahlak, takva ve cihad meydanlarında cesaret kazanma zamanıyken “benim malım” diyerek İslami davanın tadına nasıl ulaşacaktı? Allah yolunda infak etme seçeneği varken önünde. O, İslam davasının tadına varmak uğrunda, Allah rızasını kazanmak yolunda neden infak etmeyecekti malını? İnfak etmeliydi malını ki; kazansın İslami davanın tadını…

Sonra… Aklı hizmetle meşgul olmalıydı. Öyle ya ne için vardı bu dava? Ya da hizmet neydi? Ne manaya geliyordu? Düşündü yine… Emr-i bi`l maruf nehy-i ani`l münker kelime kelime diziliverdi, tebliğ çalışmaları geldi gözlerinin önüne. Hizmetin bir diğer adı değil miydi sanki iyiliği emredip, kötülükten nehy etmek. İnsanları, İslam bahçesindeki iman şelalesine çağırıp, onların o muhteşem şelaleden kana kana içmelerini sağlamak İslam`a hizmet değil miydi?

Müslümanları zamanın fitnesinden, zalimlerin zulmünden kurtarmak, vaaz tutmak İslam ümmeti için yapılabilecek en büyük hizmetti. Vaat edilen fetih günü için çalışmak, Muhammed (SAV) ümmeti için en büyük hediyeydi. Peki, aklı hizmetle meşgul müydü? İslami davaya hizmet etmek için ne kadar uğraşmış, ne kadar yorulmuştu? Kaç gece uykusuz kalmış, kaç gece sabahlamıştı? Şimdiye kadar… Hizmetin daha iyi bir seviyeye gelmesi için şimdiye kadar ne yapmıştı? O tada ulaşmak adına…

Sonuncusu… Davası için gözyaşı ve ter dökebiliyorsa…

Gözyaşı ve ter…
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir