İslama Sinsice Saldıranlar Karşılarında Kalp ve Akıl Gözü Açık İffet Timsallerini Bulsunlar!
Özellikle değinmek istediğimiz husus; okullarda, iş yerlerinde, konu komşu münasebetlerinde hatta medreselerde iffet bozguncularına karşı uyanık olma zorunluluğudur. Bu yöndeki sıkıntıları tetkik ettiğimizde farklı risk alanları ve durumlarının mevcut olduğunu görüyoruz.
“Kalpleri Allah’a karşı saygıyla dolu olanlar, şeytandan bir vesvese (günah) gelecek olsa hemen kendilerini toplarlar ve Allah’ı hatırlarlar.” (A’raf / 201)
“Her nerede olursan ol, Allah’tan kork. Bir günah işlediğinde ardından bir hayır işle ki o günahını silsin.’’ (Hadis–i Şerif)
Öyle bir zamanı idrak ediyoruz ki; en azından coğrafyamızda kalbinde iman nuru olup da yüreği yaralı olmayan bir ferdin dahi varlığını zannetmiyoruz. Kardeşlerimiz ve henüz 20’sine varmamış çocuklarımız sırf İslami hizmetlerini yerine getirdikleri için vahşice katledildiler. Makamların en yücesine vardılar ve kim bilir orada bizlerin de aynı cesareti ve fedakârlığı gösterip göstermeyeceğimizi seyredip duruyorlar.
Hasmı mağlup etmek için çaba sarf etmek, mü’min erkek ve mü’min kadınların boynunun borcudur. Bu işin hanımlara dönük yüzünde mubah olan her tür gayret ve cihadın yanında belki en önemlisi iffet ve namusunu muhafaza etmektir; yıkmaya çalıştıkları bu kaleyi salim tutmaktır. Hiç şüphe yok ki iffet ve hayâ, hatırlatmaya ihtiyaç bırakmayacak derecede mevcuttur İslam temelli bu toplumda. Ancak öyle hileler ve bunları neticeye vardıran anlık gafletler oluyor ki; bazen bir ömür dolusu nedameti iktiza edebiliyor. Bu hilelere değinmeyi ehem, aşırı itina ve dikkati elzem bulduk.
İslam ahlakçıları, insana istikamet veren hissiyatı üç maddeye ayırmıştır. Bunlar; kuvve–i akliye, kuvve–i ğadabiye ve kuvve–i şeheviye’dir.
Kuvve–i akliye, hakikatleri görüp, fayda veya zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırt edebilme kabiliyetidir. Kuvve–i ğadabiye; kin, hiddet, kızgınlık ve cesaret gibi hislerin menşeidir. Kuvve–i şeheviye cismani hazların kaynağıdır. Bu duyguların ifrat ve tefrit mertebeleri ile bir de vasat mertebesi bulunmaktadır. Nitekim kuvve–i şeheviyenin ifrat mertebesi, hayâ hissinden tamamen sıyrılarak her türlü cürmü işlemektir ki; buna fücûr denir.
Tefrit derecesi ise helâl nimetlere karşı isteksiz ve gayretsiz kalma hali olan humûddur. Vasat derecesi de meşru dairedeki zevklere karşı fıtrat gereğince istekli olmanın yanı sıra, gayr–i meşru arzuları çirkin bulma ve kontrol etmeye çalışma vaziyetidir ki; buna da iffet denilmektedir. Bu bakımdan bırakın mü’min olmayı, iffetli olmak insan olmanın dahi en düzgün halidir.
Nisanur okuyucuları söz konusu hususları elbette ki biliyorlar. Fakat şeytan ve nefsin, kişiyi cahili olduğu şey ile kandırmakla beraber bilgi sahibi olduğu hususlarda da aldattığını hatırlatmak istiyoruz. Hele hele günümüz yaşam şartları ve ortamında hiç kimse bu tehlikeden beri değildir. Dolayısıyla bu tür hatırlatmaları zaman zaman birbirimize yapmak bir ihtiyaçtır.
Özellikle değinmek istediğimiz husus; okullarda, iş yerlerinde, konu komşu münasebetlerinde hatta medreselerde iffet bozguncularına karşı uyanık olma zorunluluğudur. Bu yöndeki sıkıntıları tetkik ettiğimizde farklı risk alanları ve durumlarının mevcut olduğunu görüyoruz.
Şöyle ki; ferdin, günahlardan mümkün mertebe uzak durmasını sağlayan pak bir ortamdan her türlü şeye açık karmaşık bir ortama geçme halinde yaşanan şaşkınlık hali… Bu hassaten okullarda ya da iş sahalarında mümkündür. Daha önce yaşadığı ve türlü bilgilerle, öğütlerle doldurduğu dağarcığının faaliyete geçme, kişiyi doğruya yönlendirme zamanı gelmiş bulunmaktadır. ‘Ben zaten münkere bulaşmam’ düşüncesi çok da doğru değildir. Bu bir süreç ya da bazen an meselesidir. Pek de tekin olmayan bir arkadaş, bu arkadaşın ısrarları, bazen ihtilat sebebiyle ya da anlık karşılaşmalarla muhatap olunan erkeklerin beğeni ifade eden ima ve sözleri, ardı sıra gelen ısrar ve zararsızmış gibi görünen bir takım teklifleri maalesef kişiyi aşama aşama hayâyı yitirmeye, iffetten taviz vermeye sürükleyebilmektedir.
“Daha önce kardeşi ya da oğlu için beni çok beğendiğini söyleyip, evlenme teklifleriyle gelenler olmuştu ama ilk defa birçok erkeğin beğenisine direkt muhatap oluyordum. İlk kez içimi kaplayan duygular vardı ve doğrusu çok yabancısı olduğum hislerdi. Şimdiye kadar öğrenip öğrettiklerim mi yoksa bana galip gelmeye çalışan nefsim mi?” diye sözlerine başlayan üniversite öğrencisi ‘ben zaten hataya düşmem’ zannının sürekli aklında olduğundan bahsetmiş ve sözü şöyle bitirmiş:
“Evli olduğunu da bildiğim bir adamla bir–iki kantin–bahçe görüşmelerinden sonra ağa düşmüş av gibi olduğumu fark ettim. Bir anda beni saran bu tiksinme halinden hemen istifade etmeyi Rabbim bana nasip etti ve o adamla beraber bu durumumu bilen ve beni bundan nehy etmeyen arkadaşımı da bir daha konuşmamak üzere terk ettim. Anlık bir tezekkürden istifade ettiren Allah’a hamdolsun... Eğer hemen harekete geçmesem ve tevbe etmesem bir–iki saat sonra yine nefsim beni mağlup edecekti.”
Ergenlik dönemi tehlikeleri de değinilmesi gerekenlerdendir. Bu dönemde henüz dünyayı yeni tanımaya başlayan kızlarımızla beraber ebeveyne –hassaten anneye– çok görev düşmektedir. Arkadaşları, eğitim gördüğü ortam, halinde/tavrında meydana gelen değişiklikler dikkatle takip edilmesi gerekenlerdir. Burada önemli sorunlardan biri, annelerin çoğu zaman çocuklarına yakıştıramadıkları şeylerin onlarda mevcut da olamayacağı noktasında emin olmalarının çok yaygın olduğu ve bunun da kendilerini tedbir almaktan alıkoyduğudur.
Yani, “benim çocuğum bunu yapmaz, bunu düşünmez, böyle insanlarla arkadaşlık yapmaz, böyle birini tanısa asla beni habersiz bırakmaz vs.” şeklindeki zanlardan bahsediyoruz. Bugün İslami anlayıştan uzak eğitimci ya da psikologlar dahi gençlik döneminin mutlak surette takip, kontrol ve usulüne uygun yaptırımlarla ebeveyn desteğine muhtaç olduğunu ısrarla ifade ederken, bizlerin Müslümanlar olarak bundan bihaber ya da buna kayıtsız olmamız büyük bir hata ve eksikliktir. Kızından haberdar olduğu halde önünü nasıl alacağını bilemeyip duyulmasın diye kimseden yardım almaktan da kaçınan anneler zaman zaman kötü sonu hazırlıyorlar. Hatta bazen sırf çocukları üzülmesin diye kıyamayanların hazırladığı acı neticeleri hepimizi duyuyoruz.
Faydasız arkadaş konusu da önemlidir. Kötü arkadaş yerine faydasız arkadaş tabirini özellikle kullandık. Çünkü herkes nezdinde kötünün farklı karşılıkları bulunabilir. Bu bakımdan kişi, kendisinden hiçbir vecihle istifade etmediği kişilerle arkadaşlık etmekten kaçınmalıdır. Emr–i bil maruf, tebliğ ve bu amaçlarla yapılan görüşmeler ile arkadaşlık yapmak ayrı şeylerdir.
Özellikle bekâr ve vefat, boşanma ya da başka sebeple kocalarından ayrı olan bacılarımızın azami dikkat göstermeleri gereken bir husustur bu. Bütün toplumlarda gözler üzerlerinde olan bu kardeşlerimiz yanlış anlaşılmaya, zanna ve hatta art niyetlilerin planlarına maruz kalmaya çok daha açıktırlar. Aşırıya kaçmamak şartıyla bu konuda biraz şüpheci olmalarında fayda vardır. Arkadaş seçerken aramaları gereken en önemli ölçü uhrevi manada faydalı olmasıdır. Bu vasfa sahip olmayanlarla hastalık, bayram, taziye gibi sebeplerle ziyaretler dışında ilişkileri sınırlı tutmalı, mesafeli olmalıdır. Ahlaki bakımdan kısmi bir zayıflık gördüklerinden de, ‘ayıp olur ya da kalbi kırılır’ şeklinde düşünmeden uzaklaşsınlar.
Yine internet ve sosyal ağların ne tür tehlikeler barındırdığını bilmeyenimiz yoktur. “Nasıl olsa birbirimizi görmüyoruz, haram olmaz” diye erkeklerle ilmi konularda bile uzun uzun ve vakitsiz yazışmayı uygun bulmuyoruz. Çünkü fıtrat gereği bir süre sonra arada bir alaka peyda edebiliyor ve hiç de iyi olmayan sonuçlara sebebiyet verebiliyor.
Çok okumanın ve Allah’ı çokça anmanın da nefsi muhafazada tesirini belirtmeden geçemeyiz. Hz. Ömer döneminde ibadetle meşgul bir gence bir kadın musallat olur. Genç bir ara kanar ve bu kadınla beraber bir eve girmek üzere iken bir anda hatırına yazımızın başında da yer verdiğimiz ayet–i kerime gelir, onu zikretmeye başlar. Bir anda Allah korkusundan orada yere düşüp can verir. Hz. Ömer’in tebrik için ölen gencin babasını ziyaret ettiği rivayet edilir.(İbn–i Kesir)
Gelecek nesillere tevarüs edecek en büyük değerimiz iffetimiz, ona halel getirebileceklere karşı uyanıklığımız ve olabildiğince ince düşünüp aldığımız tedbirler olacaktır inşallah.
Rabbim her türlü tehlikeye karşı hepimizi korusun. (âmin)
Allah’a emanet olun.
Başyazı / Nisanur Dergisi - Kasım 2014 (36. Sayı)
“Her nerede olursan ol, Allah’tan kork. Bir günah işlediğinde ardından bir hayır işle ki o günahını silsin.’’ (Hadis–i Şerif)
Öyle bir zamanı idrak ediyoruz ki; en azından coğrafyamızda kalbinde iman nuru olup da yüreği yaralı olmayan bir ferdin dahi varlığını zannetmiyoruz. Kardeşlerimiz ve henüz 20’sine varmamış çocuklarımız sırf İslami hizmetlerini yerine getirdikleri için vahşice katledildiler. Makamların en yücesine vardılar ve kim bilir orada bizlerin de aynı cesareti ve fedakârlığı gösterip göstermeyeceğimizi seyredip duruyorlar.
Hasmı mağlup etmek için çaba sarf etmek, mü’min erkek ve mü’min kadınların boynunun borcudur. Bu işin hanımlara dönük yüzünde mubah olan her tür gayret ve cihadın yanında belki en önemlisi iffet ve namusunu muhafaza etmektir; yıkmaya çalıştıkları bu kaleyi salim tutmaktır. Hiç şüphe yok ki iffet ve hayâ, hatırlatmaya ihtiyaç bırakmayacak derecede mevcuttur İslam temelli bu toplumda. Ancak öyle hileler ve bunları neticeye vardıran anlık gafletler oluyor ki; bazen bir ömür dolusu nedameti iktiza edebiliyor. Bu hilelere değinmeyi ehem, aşırı itina ve dikkati elzem bulduk.
İslam ahlakçıları, insana istikamet veren hissiyatı üç maddeye ayırmıştır. Bunlar; kuvve–i akliye, kuvve–i ğadabiye ve kuvve–i şeheviye’dir.
Kuvve–i akliye, hakikatleri görüp, fayda veya zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırt edebilme kabiliyetidir. Kuvve–i ğadabiye; kin, hiddet, kızgınlık ve cesaret gibi hislerin menşeidir. Kuvve–i şeheviye cismani hazların kaynağıdır. Bu duyguların ifrat ve tefrit mertebeleri ile bir de vasat mertebesi bulunmaktadır. Nitekim kuvve–i şeheviyenin ifrat mertebesi, hayâ hissinden tamamen sıyrılarak her türlü cürmü işlemektir ki; buna fücûr denir.
Tefrit derecesi ise helâl nimetlere karşı isteksiz ve gayretsiz kalma hali olan humûddur. Vasat derecesi de meşru dairedeki zevklere karşı fıtrat gereğince istekli olmanın yanı sıra, gayr–i meşru arzuları çirkin bulma ve kontrol etmeye çalışma vaziyetidir ki; buna da iffet denilmektedir. Bu bakımdan bırakın mü’min olmayı, iffetli olmak insan olmanın dahi en düzgün halidir.
Nisanur okuyucuları söz konusu hususları elbette ki biliyorlar. Fakat şeytan ve nefsin, kişiyi cahili olduğu şey ile kandırmakla beraber bilgi sahibi olduğu hususlarda da aldattığını hatırlatmak istiyoruz. Hele hele günümüz yaşam şartları ve ortamında hiç kimse bu tehlikeden beri değildir. Dolayısıyla bu tür hatırlatmaları zaman zaman birbirimize yapmak bir ihtiyaçtır.
Özellikle değinmek istediğimiz husus; okullarda, iş yerlerinde, konu komşu münasebetlerinde hatta medreselerde iffet bozguncularına karşı uyanık olma zorunluluğudur. Bu yöndeki sıkıntıları tetkik ettiğimizde farklı risk alanları ve durumlarının mevcut olduğunu görüyoruz.
Şöyle ki; ferdin, günahlardan mümkün mertebe uzak durmasını sağlayan pak bir ortamdan her türlü şeye açık karmaşık bir ortama geçme halinde yaşanan şaşkınlık hali… Bu hassaten okullarda ya da iş sahalarında mümkündür. Daha önce yaşadığı ve türlü bilgilerle, öğütlerle doldurduğu dağarcığının faaliyete geçme, kişiyi doğruya yönlendirme zamanı gelmiş bulunmaktadır. ‘Ben zaten münkere bulaşmam’ düşüncesi çok da doğru değildir. Bu bir süreç ya da bazen an meselesidir. Pek de tekin olmayan bir arkadaş, bu arkadaşın ısrarları, bazen ihtilat sebebiyle ya da anlık karşılaşmalarla muhatap olunan erkeklerin beğeni ifade eden ima ve sözleri, ardı sıra gelen ısrar ve zararsızmış gibi görünen bir takım teklifleri maalesef kişiyi aşama aşama hayâyı yitirmeye, iffetten taviz vermeye sürükleyebilmektedir.
“Daha önce kardeşi ya da oğlu için beni çok beğendiğini söyleyip, evlenme teklifleriyle gelenler olmuştu ama ilk defa birçok erkeğin beğenisine direkt muhatap oluyordum. İlk kez içimi kaplayan duygular vardı ve doğrusu çok yabancısı olduğum hislerdi. Şimdiye kadar öğrenip öğrettiklerim mi yoksa bana galip gelmeye çalışan nefsim mi?” diye sözlerine başlayan üniversite öğrencisi ‘ben zaten hataya düşmem’ zannının sürekli aklında olduğundan bahsetmiş ve sözü şöyle bitirmiş:
“Evli olduğunu da bildiğim bir adamla bir–iki kantin–bahçe görüşmelerinden sonra ağa düşmüş av gibi olduğumu fark ettim. Bir anda beni saran bu tiksinme halinden hemen istifade etmeyi Rabbim bana nasip etti ve o adamla beraber bu durumumu bilen ve beni bundan nehy etmeyen arkadaşımı da bir daha konuşmamak üzere terk ettim. Anlık bir tezekkürden istifade ettiren Allah’a hamdolsun... Eğer hemen harekete geçmesem ve tevbe etmesem bir–iki saat sonra yine nefsim beni mağlup edecekti.”
Ergenlik dönemi tehlikeleri de değinilmesi gerekenlerdendir. Bu dönemde henüz dünyayı yeni tanımaya başlayan kızlarımızla beraber ebeveyne –hassaten anneye– çok görev düşmektedir. Arkadaşları, eğitim gördüğü ortam, halinde/tavrında meydana gelen değişiklikler dikkatle takip edilmesi gerekenlerdir. Burada önemli sorunlardan biri, annelerin çoğu zaman çocuklarına yakıştıramadıkları şeylerin onlarda mevcut da olamayacağı noktasında emin olmalarının çok yaygın olduğu ve bunun da kendilerini tedbir almaktan alıkoyduğudur.
Yani, “benim çocuğum bunu yapmaz, bunu düşünmez, böyle insanlarla arkadaşlık yapmaz, böyle birini tanısa asla beni habersiz bırakmaz vs.” şeklindeki zanlardan bahsediyoruz. Bugün İslami anlayıştan uzak eğitimci ya da psikologlar dahi gençlik döneminin mutlak surette takip, kontrol ve usulüne uygun yaptırımlarla ebeveyn desteğine muhtaç olduğunu ısrarla ifade ederken, bizlerin Müslümanlar olarak bundan bihaber ya da buna kayıtsız olmamız büyük bir hata ve eksikliktir. Kızından haberdar olduğu halde önünü nasıl alacağını bilemeyip duyulmasın diye kimseden yardım almaktan da kaçınan anneler zaman zaman kötü sonu hazırlıyorlar. Hatta bazen sırf çocukları üzülmesin diye kıyamayanların hazırladığı acı neticeleri hepimizi duyuyoruz.
Faydasız arkadaş konusu da önemlidir. Kötü arkadaş yerine faydasız arkadaş tabirini özellikle kullandık. Çünkü herkes nezdinde kötünün farklı karşılıkları bulunabilir. Bu bakımdan kişi, kendisinden hiçbir vecihle istifade etmediği kişilerle arkadaşlık etmekten kaçınmalıdır. Emr–i bil maruf, tebliğ ve bu amaçlarla yapılan görüşmeler ile arkadaşlık yapmak ayrı şeylerdir.
Özellikle bekâr ve vefat, boşanma ya da başka sebeple kocalarından ayrı olan bacılarımızın azami dikkat göstermeleri gereken bir husustur bu. Bütün toplumlarda gözler üzerlerinde olan bu kardeşlerimiz yanlış anlaşılmaya, zanna ve hatta art niyetlilerin planlarına maruz kalmaya çok daha açıktırlar. Aşırıya kaçmamak şartıyla bu konuda biraz şüpheci olmalarında fayda vardır. Arkadaş seçerken aramaları gereken en önemli ölçü uhrevi manada faydalı olmasıdır. Bu vasfa sahip olmayanlarla hastalık, bayram, taziye gibi sebeplerle ziyaretler dışında ilişkileri sınırlı tutmalı, mesafeli olmalıdır. Ahlaki bakımdan kısmi bir zayıflık gördüklerinden de, ‘ayıp olur ya da kalbi kırılır’ şeklinde düşünmeden uzaklaşsınlar.
Yine internet ve sosyal ağların ne tür tehlikeler barındırdığını bilmeyenimiz yoktur. “Nasıl olsa birbirimizi görmüyoruz, haram olmaz” diye erkeklerle ilmi konularda bile uzun uzun ve vakitsiz yazışmayı uygun bulmuyoruz. Çünkü fıtrat gereği bir süre sonra arada bir alaka peyda edebiliyor ve hiç de iyi olmayan sonuçlara sebebiyet verebiliyor.
Çok okumanın ve Allah’ı çokça anmanın da nefsi muhafazada tesirini belirtmeden geçemeyiz. Hz. Ömer döneminde ibadetle meşgul bir gence bir kadın musallat olur. Genç bir ara kanar ve bu kadınla beraber bir eve girmek üzere iken bir anda hatırına yazımızın başında da yer verdiğimiz ayet–i kerime gelir, onu zikretmeye başlar. Bir anda Allah korkusundan orada yere düşüp can verir. Hz. Ömer’in tebrik için ölen gencin babasını ziyaret ettiği rivayet edilir.(İbn–i Kesir)
Gelecek nesillere tevarüs edecek en büyük değerimiz iffetimiz, ona halel getirebileceklere karşı uyanıklığımız ve olabildiğince ince düşünüp aldığımız tedbirler olacaktır inşallah.
Rabbim her türlü tehlikeye karşı hepimizi korusun. (âmin)
Allah’a emanet olun.
Başyazı / Nisanur Dergisi - Kasım 2014 (36. Sayı)