• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
 Op. Dr. Ayşe Duman ile ayın röportajı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
“Kadın Bedeniyle, Zihniyle ve Ruhuyla Bir Bütündür”

Kıymetli okurlarımız, bu ay sizler için Opr. Dr. Ayşe Duman Hanımefendi ile ‘kadın, annelik ve doğum’ ekseninde bir röportaj yaptık. Hamileliğin, çok ciddi kadınlıktan haber veren bir durum olduğunu, bu nedenle de değişim için çok güzel bir başlangıç olabileceğini belirten Ayşe Hanım “Ama neye değişim? Var olan programınıza doğru bir değişim… Yaradılışa doğru bir değişim…” izahında bulunuyor.

Kadın olarak yaradılış programında birçok rolümüz olduğunun altını çizen Duman, “Bunun bir tanesi annelik. Anne olunca diğer rollerimizden vazgeçersek bu sefer eksik kalıyoruz” diyor ve ekliyor “Şöyle bir şey var: Hani bir bütünün her bir parçasını yaşarsak; hayatta huzurlu ve mutlu olma şansımız var. Mutluluktan kastım aslında yaradılış programında kalabilmek.”

Öte yandan doğal doğumun; bütün sürece saygılı davranmak, beklemek, annenin hareket serbestliğini sağlamak, anne hangi pozisyonda istiyorsa o pozisyonda doğum yapmasına izin vermek ve gereksiz hiçbir müdahale yapmamak olduğunu belirterek “Çok masumca gözüken o kadar çok müdahale yapıyoruz ki; bunların hepsi doğumun doğallığını bozuyor” açıklamasında bulunuyor.

“Bizler, güçsüz biyokimyasal makineler olmadığımız gibi kendimizi her kötü hissedişimizde ağzımıza aldığımız bir ilaç da sorunlarımızın çözümü olamaz” tespitinde bulunan Opr. Dr. Ayşe Hanım bizleri ‘keşf’e çağırarak “Bu bütünlüğü keşfetmek lazım! Yoksa kendini kadın olmak adına bölük pörçük bir şeylerle sınırlandırmak –mesela sadece annelik ya da sadece eş olma- bizim fıtratımızı bozuyor” diyor.

Sizleri, röportajımızla baş başa bırakıyoruz…

“ANNE OLUNCA DİĞER ROLLERİMİZDEN VAZGEÇERSEK BU SEFER EKSİK KALIYORUZ”

Ayşe Hanım, öncelikli olarak sormak istediğimiz nokta bir takım çevrelerce iddia veya lanse edildiği gibi anneliğin kadınlıktan vazgeçmek olup olmadığı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Benim gözlemlerime göre birçok kadın gerçekten de anne olduğunda kadınlığından vazgeçiyor. Ama böyle olması doğru mudur? Bence doğru değildir. Çünkü kadın olarak birçok rolümüz var. Yaradılış programında birçok rolümüz var. Bunun bir tanesi annelik. Anne olunca diğer rollerimizden vazgeçersek bu sefer eksik kalıyoruz. Şöyle bir şey var: Hani bir bütünün her bir parçasını yaşarsak; hayatta huzurlu ve mutlu olma şansımız var. Mutluluktan kastım aslında yaradılış programında kalabilmek. Yaradılış programında kalabildiğimizde taktirde huzuru; popüler tabir ile ‘mutluluğu’ yakalayabiliriz. Bu anlamda Cenabı Hakk’ın bize verdiği; bedenimize ve ruhumuza koyduğu tüm ihtiyaçları karşılamak için bir niyetimiz, bir gayretimiz olmalı. Bunların farkındalığında olmalıyız. Eğer olmazsak; o ihtiyaç hep var olacak ama karşılanmadığı için de bunun eksikliklerini hep yaşayacağız.

O zaman ne olacak peki? Daha iyi anne olamayacağız. Belki saçımızı süpürge edeceğiz ama yıllar sonra bunun yorgunlukları bedenimizden ve ruhumuzdan çıkacak. Çünkü orda kadınlığınızı ihmal ediyorsunuz. Eş kimliğinizi ihmal ediyorsunuz, cinsel kimliğinizi ihmal ediyorsunuz. Bu ihmaller muhakkak ve muhakkak başka yaralara yol açacak. Kadının zihninde ruhunda ve bedeninde… İşte böyle hastalıklı bir kadın gerçekten sağlıklı bir anne olamayacak, iyi bir eş olamayacak. Aslında toplumun çok önemli bir mihenk taşıdır kadın. O rolünü yapamayacak çünkü eksik bir tarafları var. Şöyle düşünün! Su içmek için yaratılmışız ve ancak yeterince su içerek sağlığımızı koruyabiliriz ama içmiyoruz. Ve bu anlamda siz bütünlüğünüzü muhafaza edemezsiniz. Tamam, belki yaşarsınız ama keyifsiz bir hayat olur. Bir süre sonra böbrekleriniz iflas eder, vücudunuz şekeri regüle edemez, bir ton sıkıntılar olur. Bunun gibi eğer kadınlık ihmal edilirse –ki sırf anne olmak için evlenen birçok kadın tanıyorum-; böyle bir evlilikten çok da hayır gelmiyor açıkçası. Çünkü tek bir rolümüz yok bu hayatta. Birçok rolün dengeli yaşanmasıyla; ancak yaradılış programımıza uygun bir yaşantı içinde huzurlu olabiliriz. Ve biz huzurluysak ailemiz huzurlu; ailemiz huzurluysa toplum huzurlu olur.

Yani bir kadın için hayat annelikten ibaret değil, diyorsunuz?

Evet, bu mümkün değil! Böyle olsa Cenabı Hak o zaman başka bir program yazmazdı bize. Bir kadın, anne olduktan sonra diğer bütün ihtiyaçlarını alıp götürürdü. O ihtiyaçları hep varsa şayet; karşılanmak üzere var ve bunun hikmetleri var.

“ASLINDA DEĞER BULMAK ADINA YAŞAM PLANLARIMIZI OLUŞTURUYORUZ”

Gözlemlediğiniz kadarıyla kadını buna iten en önemli etken ne?

Yanlış bilgi, yanlış şartlanma, değer bulmak adına yanlış koşullanmalar. Çünkü hayattaki bizi güdüleyen duygulara baktığımızda; aslında değer bulmak adına yaşam planlarımızı oluşturuyoruz. Eğer bir kadın anne olduğunda kendini değerli hissediyorsa, doğum yaptığında kendini üretken hissediyorsa ve başka alanlara kendini kapattıysa; sadece o alanda değer bulmak adına o alanını geliştiriyor. Bakıyorsunuz; kimisi işte kariyer yaptığında kendisini değerli hissediyor. Küçük yaştan itibaren öyle programlanmış zira. Bütün hayatı kariyer yapmak uğruna geçiyor. Burada da bir dengesizlik var.

O halde orta yolu bulma adına bilinçlenmesi mi lazım?

Evet! Orta yolu bulmaktan kastım yaradılışta kalmak. Çünkü Cenabı Hak bizi muntazam bir dengeyle yaratmış. Mesela yememiz içmemiz… Bir tek meyve ile vücut bütünlüğümüzü koruyamıyoruz. Bir tek etle vücut bütünlüğümüzü koruyamıyoruz. Sağlığımızı koruyamıyoruz. Belki bütünlüğümüzü koruyabiliyoruz ama sağlıklı olmuyoruz. O kadar değişik ihtiyaçlarımız var ki... Milyonlarca kilometre uzaklıktaki güneşe de ihtiyacımız var denizin dibindeki bilmem ne balığının yaptığı bilmem neye de ihtiyacımız var. İhtiyaçlarımız o kadar geniş bir alana yayılmışken; biz sadece bir çizgide kendimizi iyi ve huzurlu etmeye kaktığımızda zaten sıkıntı ortaya çıkıyor. Çünkü kendi yaradılışımızın zenginliğinin farkında olmamış oluyoruz.

“DOĞAL DOĞUM; BÜTÜN SÜRECE SAYGILI DAVRANMAK, BEKLEMEK, ANNENİN HAREKET SERBESTLİĞİNİ SAĞLAMAKTIR”

Vermiş olduğunuz bir demeçte “Doğum insanlık tarihiyle beraber var olan neslin devamı için anne vücudunda programlanmış bir süreç. Fakat maalesef tarih boyunca doğallığı bozmak adına yapılan bir dolu yanlışlar gibi doğumun doğallığını da bozduk” demiştiniz. Nedir doğal doğum?

Doğum zaten doğal bir süreç... ‘Bozduk’ derken o kadar çok yanlış yaklaşımlarımız var ki doğuma… Misal; özellikle şehir hayatında doğumu zamanlamaya çalışıyoruz. ‘İstediğimiz zaman doğsun.’ Bunun için gereksiz müdahaleler yapıyoruz. En basitinden, en kötüsü planlı-programlı, zamanı ayarlamak için yapılan sezaryenler. Tam bir facia… Yükselen burç ayarı için, köyden gelecek annenin biletini ayarlamak için, işten alınan izni ayarlamak için, kariyerine zarar gelmesin diye yapılan zamanlama için, eşinin izin dönemine denk getirmek için vs. o kadar saçma sapan nedenlerle doğuma müdahale sezaryenler yapıyoruz ki… Bunun dışında çok masumca görünen başka müdahaleler de yapılıyor doğumun doğallığını bozmak adına. En basitinden hastanelerimizde bir ‘ağrı serumu’ muhabbeti var. Doğumun başladığını hisseden kadın hastaneye gider. Doğum başlarında ise hızlandırmak adına serum takılır.

Tam da bu noktada “su kesesi patladıysa artık müdahale gerekir” diye bir düşünce var!

Onun da belli bir süresi var. İlk on iki saat hiç müdahale etmeyiz mesela, başka bir problem yoksa. Doğum zaten o ilk on iki saat içinde yavaş yavaş başlar. Eğer başlamadıysa, enfeksiyon riskimiz varsa, bebekte bir risk öngörülüyorsa o zaman müdahale edebiliriz. Ama dediğim gibi, çok masumca gözüken o kadar çok müdahale yapıyoruz ki; bunların hepsi doğumun doğallığını bozuyor. Ondan sonra tutuyoruz, kadını hiç fizyolojik olmayan, fıtri olmayan bir şekilde, bir pozisyonda doğurtmaya çalışıyoruz. Kadın yatıyor, bacakları bağlanıyor, hiçbir hareket özgürlüğü yok; hadi doğur! Bedenin istediği bu değil… Yani bir şeyi zorluyorsunuz orda. Zorladığınızda da ağrı oluyor, acı oluyor ve müdahale riskiniz artıyor. O pozisyonda çocuğun ilerlemesi zorlaşıyor. Bu sefer üstten bastırıyoruz, alttan çekiştiriyoruz, bilmem ne yapıyoruz… Burada doğallıktan bahsetmek mümkün mü?

İşte ‘doğal doğum’ derken; bütün sürece saygılı davranmak, beklemek, annenin hareket serbestliğini sağlamak, anne hangi pozisyonda istiyorsa o pozisyonda doğum yapmasına izin vermek ve gereksiz hiçbir müdahale yapmamak. Yani kola katılan bir anjiokat -hani gerektiğinde müdahale ederiz, hazır dursun diye yaptığımız iş- bile bir müdahaledir. Sonuçta bedene bir şey yapıyorsak ve o beden orda rahatsız oluyorsa enerji akışı da bloke olur. Mesela geçen gün bir hastam vardı; hastaneye gider gitmez koluna ağrı serumu değil ama anjiokat takmışlar. Gerekirse hazır olsun diye… Hasta diyor ki “Benim bütün moralimi bozdu çünkü orda ağrı hissettim.”

BİR RİSK YOKSA MÜMKÜN OLDUKÇA EVDE DURUN, MÜMKÜN OLDUKÇA ERKEN DÖNEMDE HASTANEYE YATMAYIN!

Şimdi bir yerinizde bir ağrı varsa bedenin diğer fonksiyonları sekteye uğruyor, zihniniz bölünüyor, oraya konsantre oluyorsunuz. Gereksiz her türlü işten kaçınmak lazım… Ben onun için diyorum ki; eğer bir risk yoksa mümkün oldukça evde durun, mümkün oldukça erken dönemde hastaneye yatmayın. Tabi sadece hastanelerde yapılan yanlış bir uygulamanın dışında, doğuma yaklaşımımızda da yanlışlıklar var. Çünkü hastaneye yattığınız zaman bir doktoru o hastaya bağlıyorsunuz. Bir doktor hastada doğumu takip etmeye başladığında müdahale riski çok artıyor. Çünkü yapılacak başka bir ton iş var. O anlamda aslında baktığınızda doğumun takip işi ebenin işidir. Ebe doğumu takip eder. Takip etmesindeki kastımız da hiç müdahale etmez; eğer yolunda gitmeyen bir durum olursa doktora haber verir.

Peki, pozisyondan söz ettiniz. En uygun pozisyon hangisi?

Bence çömelme pozisyonu uygun, oturma. En azından dik oturma pozisyonu uygun. Ama buna uygun hastanelerimizde gerekli ekipmanlarımız yok. Hastanedeki doğum yataklarında hasta mecburen yatıyor, bacaklar ayağa kalkıyor ve bağlanıyor. Bu hiç fıtri ve fizyolojik bir durum değil.

Düşük yapma riski üzerine çok fazla söylem var. Hamilelerdeki en yaygın düşük korkuları nelerdir kanaatinizce?

Kadın, hamile olduğunu öğrendiği zaman çok gereksiz yere kendisini yaşamdan kısıtlıyor. Onu kaldırmıyor, bunu ellemiyor, otobüse binmiyor, merdiven çıkmıyor, iş yapmıyor. Çok yaygın olarak şunu görüyorum…

Koşabilir mi peki?

Tabi koşabilir. Hani koşma ile bebek düşmez. Şöyle bir psikolojiye giriyor; “Ben bunu korumalıyım.” Sanki biz hareketlerimizi kısıtlayarak bebeği koruyacağız. Zaten bebek o kadar mükemmel bir programla orda korunuyor ki; bizim hareketlerimize bağlı düşme ihtimali olasılığı yok, riskli durumlar hariç. Her şey yolunda gittiği sürece, kadın “gebeyim” diye kendisini -bebeği korumak adına- germeye başladığı anda hamilelik zor geçiyor. Hamileliklerde yaşanan kas ağrıları, bel ağrıları, kasık ağrıları çok daha fazla yaşanıyor. Çünkü kaslar gergin, doğum başlayamıyor bazen bu gerginlikle beraber. Doğum keyfi hiç ilerlemiyor. Doğumun; doğal seyrinde kendi keyfince, kendi huzurunca akabilmesi mümkün olmuyor. Bu çok yaygın gördüğüm bir şey.

Doğumun başladığını fark eden babaların çoğunluğu telaşlanır. Bu noktada baba adaylarına ne gibi telkinlerde bulunulabilir?

Bence doğum başlayınca olan telaş çok işe yaramıyor. Bunun için önceden hazırlanmak gerek. Baba ve anne doğumun ne olacağını, doğumun başlamasının ne demek olduğunu bu süreci nasıl yöneteceklerini bilirlerse zaten öyle bir telaşa gerek kaçmayacaktır. Bilmediğimiz şey bizi kaygılandırıyor, endişelendiriyor. Doğru bilgi ile sonradan fark ediyoruz ki endişeye gerek yok.

“HAMİLELİK, ÇOK CİDDİ KADINLIKTAN HABER VEREN BİR DEĞİŞİM!”

Bir bayan hamileliği değişim için nasıl bir fırsata çevrilebilir?

Hamilelik, duyguların çok yoğun olduğu ve yoğun yaşandığı bir dönem! Zaten şöyle bir baktığımız zaman yaşam içerisinde bizi yöneten duygular. Çoğu da bastırdığımız duygular ve hamilelikte bunların çoğu su yüzüne çıkıyor. Misal; alıngansak çok daha alıngan oluyoruz, sinirliysek çok daha sinirli oluyoruz. İçimize kapanıksak ya da kaygılıysak yine hakeza öyle... Yani aslında var olan kaygılar ve yaşanan duygular hamilelikte artmış oluyor. Onun için hazır duygular bu kadar hissedilir bir hale gelmişken; benim tavsiyem bu duygularla yüzleşmek. Hamilelikte duygularla çalışmak çok daha kolay çünkü biz duygularımızı bastırmayı öğrenmişiz ve onların ne kadar etkili olduğunun farkında değiliz çoğu zaman. Koşullanmalarımızın bizi ne kadar yönettiğinin çoğu zaman farkında değiliz. Hamilelikte ise kendimizi daha bir ifade edebilir hale geliyoruz. Çünkü duygular çok yoğun yaşanıyor. Onun için ben diyorum ki; hazır duygular açığa çıkmışken, hazır kendisini hissettirirken ve ‘hamileyim’ değip kendini ifade etmeye hazır imkân doğmuşken bu dönemi değişim için bir fırsata dönüştürelim! Çünkü biz duygularımızı yönetemezsek ve fark etmezsek asla değişemiyoruz. Cimri isek hep cimri, alıngan isek hep alıngan kalıyoruz.

Yani, fark etmediğimiz sürece mi değişemiyoruz?

Fark edip de onu yönetmeyi bilmediğimiz sürece. Çünkü bazen fark ettiğimiz halde bunun nedenini ve nasıl yöneteceğimizi bilemiyoruz. Haliyle bu fark ediş pek de işe yaramıyor. Yine devam ediyor; fark ediyoruz, kalıyor. ‘Ben buyum’ diyoruz, ‘Benim özelliğim bu’ diye ekliyoruz ama nedenini bilmiyoruz. Değişim için gerekli tekniklerden habersiziz. Üstelik hamilelik, çok ciddi kadınlıktan haber veren bir değişim! Hiçbir şekilde kadınlığınızı gizleyemezsiniz hamile olduğunuzda. Bu nedenle hamilelik değişim için çok güzel bir başlangıç olabilir. Ama neye değişim? Var olan programınıza doğru bir değişim… Yaradılışa doğru bir değişim…

Şu halde değişim değil de ‘öze dönüş’ denilebilir mi?

Evet, öze dönüş! Aynen öyle…

“VAJİNİSMUS, BEDENİN BİR FONKSİYONUNU YERİNE GETİREMEME HALİDİR”

Peki, Vajinismus nedir? Bu bir hastalık mıdır?

Vücudun bir takım fonksiyon bozukluklarına ‘hastalık’ diyorsak; evet hastalıktır. Ama ben öyle çok fazla ‘hastalık’ demek istemiyorum. ‘Ben vajinismus hastasıyım’ diyor kadınlar. Bu bir hastalıktan ziyade bedenin bir fonksiyonunu yerine getirememe hali. Peki, neden getiremiyor? Yanlış bilgiden dolayı getiremiyor. Misal; bir çocuğun et yememesi… Hastalık mıdır? Değildir. Ama ya tiksinmiştir. Ya zorla yedirilmiştir. Ya çevresinde etle ilgili kötü, olumsuz şeyler söylenmiştir. Ya da birisinin çocukken etten zehirlendiğini görmüştür. Bir şekilde bir şey olmuştur ve bu nedenle et yemiyordur. Ama hastalık değildir. Yiyebilir mi? yiyebilir. Bedeni bunu öğütebilir mi, fayda sağlaya bilir mi? Evet yapabilir…

Vajinismus da böyle bir şey. Bir şeyden dolayı kadın bunu reddediyor. Ya korkudur. Ya cinsel kimlikle ilgili yanlış bilgidir. Ya erkeğini kabul etmemektir. Ya geçmişte yaşanan bir tacizdir. Ya kendisini aşırı korumaya yönelik bir bilgi birikimidir. Bunların hepsi bedenin bu cinsel fonksiyonunu engelleyebilir.

Peki bu sorun terapi alınmadan çözülebilir mi?

Altta yatan nedene bağlı olarak değişik çözüm alternatifleri var. Sadece basit bir korkuysa; kadın, kendi kendine bunun korkulacak bir şey olmadığını kabullenip çözebilir. Kendi bedenini tanımamaktan kaynaklanan bir korkuysa; bedeninin tanıyıp çözebilir. Ama benim gözlemlerime göre çoğu zaman kadın nedeni bilmiyor. Sadece ‘korkuyorum’ diyor. Neden diyorsunuz ‘acıdan’ diyor. Bilinçaltının derinliklerinde çok daha farklı savunma mekanizmaları olabiliyor. Ama bunun üstünü –örneğin cinsel taciz- o kadar çok örtüyor ki; kadın kendisine bile itiraf edemediği bir şeyi kalkıp ona buna ‘ben cinsel tacize uğradım da bunun için bedenimi korumaya ihtiyacım var’ diyemeyeceği için en kabul edilebilir şey ‘acıyor’ oluyor… Çünkü böyle söylendiğinde herkes bunu anlayışla karşılıyor. Bilinçaltının oyunları diyebiliriz. Öyle bir malzemeyle ortaya çıkarıyor ki sıkıntıyı, bunu herkes kabul edebiliyor. Üstelik ‘acıyor’ dediğinde ‘acımıyor’a ikna edemezsiniz kadını. Çünkü asıl derdi acıması değil; asıl derdi travmatik bir süreç. Çocukluğuna dair, genç kızlığına dair... O travmatik süreçle beraber beden o kadar güçlü bir korunma sistemi geliştiriyor ve kasılıyor ki; bedene hiçbir şeyin girmesine izin vermiyor.

Gerçekte bir acı hissediyor ama acının kaynağı, hani elinize iğne batırırsınız da acır, böyle bir acı değil. Bilinçaltının ürettiği bir acı. Hatta kasılmadan bile kaynaklı değil; daha kadına dokunmuyorsunuz ‘acıyor’ diyor. Bir savunma sistemi olarak geliştiği için acıyı daha baştan hissediyor. İşte böyle durumlarda çok daha derin terapilere ihtiyaç var.

İzlemleriniz neticesinde en yaygın kadın hastalığı hangisidir?

Enfeksiyonel hastalıkların daha çok görüldüğünü söyleyebilirim. Akıntı, kaşıntı, mantar gibi…

“ÇAĞIMIZDA, TUVALET TARZININ DEĞİŞMESİYLE GEREKLİ HİJYEN SAĞLANAMIYOR”

Bu noktada neler tavsiye edersiniz?

Öncelikle hijyen konusu çok önemli! Maalesef bizim dinimizde temizlik çok önemli olmasına rağmen bu sorun hala mevcut. Bakıyorsunuz, kadın dini vecibelerini yerine getirmesine rağmen temizlik algısı dini sınırlar içerisinde değil. Bilhassa taharet çok önemlidir. Maalesef çağımızda tuvalet alışkanlıklarının, tuvalet tarzının değişmesiyle de gerekli hijyen sağlanamıyor. Biliyorsunuz, şu klozetler. En başta bizim kültürümüze hiç uygun değil. Ama çok yaygın... Birçok evde alaturka tuvalet yok.

Öte yandan kullanılan pedler. Çok ciddi bir biçimde mikrop üremesini kolaylaştırıyor. İçinde bir ton kimyasal var. Atık maddelerden yapılıyor. Oradaki kimyasal, vücudun florasını ve dengesini bozuyor. Normalde her bölgenin kendisine uygun yararlı mikropları var. Siz o dengeyi bozduğunuz zaman -kullanılan pedler ve deterjanlar bazı kadınlarda iyon ve enerji dengesini bozuyor- kaşıntı, alerji ve enfeksiyon daha kolay ortaya çıkıyor. Bir diğer husus sağlıksız beslenme. Sonra sigara tüketimi… Tüm bunlar vücudun imniyum dengesini bozup bağışıklık sistemini zayıflatarak enfeksiyon riskini arttırıyor.

Ben özellikle ped kullanımında; ham maddeden, hijyenik ve %100 pamuk olarak üretilen sertifikalı pedlerin kullanılmasını öneriyorum. Zira kadın genital bölgesi tüm iç organlarıyla ilişkili olan batın bölgesine açılıyor. Ve siz kullandığınız sağlıksız pedlerle bütün zararlı maddeleri içinize almış oluyorsunuz. Öyle ki sigaradan bile daha zararlı, kanaatimce. Zira adet dönemi, rahmin zararlı ve yararlı her şeye açık olduğu bir dönem ve siz onu en zararlıyla muhatap ediyorsunuz. Bir de günlük ped kullananlar var. Kadın bu şekilde sürekli bir tehdit altında oluyor. Bu bağlamda hastalarıma da bu özellikte tavsiye ettiğim bir ped oldu. Gayet olumlu, sancı ve ağrılarda belirgin azalmalar olduğu yönünde geri dönüşler aldım. Zira bu pedlerin içinde iyon dengesini sağlayan bir takım maddeler var. Haliyle vücuda zarar vermiyor. Bu nedenle de ‘helal sertifikası’ alabiliyor.

“KİMYASAL VE ATIK MADDE İÇERİKLİ PEDLERDENSE ESKİ USUL BEZ KULLANILMASI DAHA İYİ”

Peki, bu özellikte bir pede ulaşamayanlar için ne önerirsiniz?

Günümüz şartlarında pek kolay olmasa da bu tarz kimyasal ve atık madde içerikli pedlerdense eski usul bez kullanılması daha iyi. Sık sık değiştirilmesi ve hijyene dikkat edilmesi koşuluyla… Tabi deterjanla da yıkanmaması lazım…

Malumunuz hayli sıcak geçen bir yaz ayındayız. Yaz hamileleri için önerileriniz nelerdir?

Öncelikle bol sıvı, bol su tüketsinler. ‘Aman çok sıcak’ deyip de hareket kısıtlılığına gitmesinler. Otururken ayaklarını sarkıtmasınlar. Zira ödem ve şişmeler yaz aylarında daha fazla oluyor. Özellikle sabah ve akşam serinliklerinde yürüyüşlerini muhakkak yapsınlar. Öğle sıcağında dışarda olmalarına çok da gerek olmayacaktır ama olmak zorundalarsa yanlarında bir su şişesinin olması yerinde olacaktır. Zira vücut sıvısız kaldığında dengesini bulamıyor. Tansiyon sorunları varsa tuzlu ayran içsinler. Mineral kaybına karşı soda içebilirler. ‘Hava çok sıcak, serinleyelim’ deyip gazlı, asitli içeceklere yönelmesinler. Tuzlu, buz gibi bir ayran gayet ideal bir seçim olacaktır. Öte yandan hafif yiyecekler tercih etsinler ve hamur işinden de uzak dursunlar…

“YARATILIŞTAN GELEN BU BÜTÜNLÜK BOZULDUĞUNDA; RUHSAL VE BEDENSEL HASTALIKLAR BAŞ GÖSTERİYOR”

Kitabınız hususunda da konuşmak istiyorum. ‘Kadınlığın Keşfi’ ilk kitabınız. Onu tanıtmanızı istesek?

Bu kitabı yazmadaki amacım şuydu: hastalıkları doğru okumayı öğrenmemiz lazım. Hastalıklara bizim klasik yaklaşımız ne? ‘Hasta olduk, doktora gidelim, ilaç versin ve ya ameliyat etsin; bu iş bitsin!’ Ama asıl önemli şey ‘niçin hasta olduk?’ ve ya ‘hastalanan bedenimiz bize ne demeye çalışıyor?’ Mesela kadınlarda düzensiz adet kanamaları için ‘stresten’ deyip geçiyoruz. ‘İyi de ne oluyor kadının bedeninde, zihninde ve ya ruhunda ki; rahim adeta kanlı gözyaşları akıtıyor…’ Gibi düşünmemiz lazım. Veya baş ağrısı... ‘Bir şeye gerilmişsindir.’ İyi de ne oldu da kendisini ağrıyla ifade etmeye çalışıyor bu beden?

Bütün hastalıkları bu şekilde okumamız lazım ki; hastalığa yol açan zihinsel durumumuzu, duygu kalıplarımızı fark edelim. Bu anlamda kitabımı ‘Kadınlığın Keşfi’ diye adlandırdım. Çünkü ben hep kadınlarla muhatabım. Ama erkeklerin kendilerine dair bulabilecekleri bilgiler de yok değil.

Kadınlığımızı keşfetmeliyiz! Peki, hangi anlamda? Kadın bedeniyle, zihniyle ve ruhuyla bir bütündür. Bu bütünlüğü keşfetmek lazım! Yoksa kendini kadın olmak adına bölük pörçük bir şeylerle sınırlandırmak–mesela sadece annelik ya da sadece eş olma- bizim fıtratımızı bozuyor. Böyle olduğunda da hastalıklar ortaya çıkıyor. Çünkü yaratılıştan gelen bu bütünlük bozulduğunda; ruhsal ve bedensel hastalıklar baş gösteriyor. Ve hastalıkları da bu şekilde okumamız lazım. ‘Ne oldu da benim bütünlüğüm bozuldu’ gibi. Bir şeyleri yanlış yapıyoruzdur. Yaşam şeklimizde birçok yanlışlar var. Hareket kısıtlığı, sağlıksız beslenme, duygu durumlarımız, inanç kalıplarımız. O yanlışların içinde beden bu sefer iflas ediyor ve hastalık başlıyor. Hastalığı bu şekilde okumaya başladığımızda işte o zaman değişim başlıyor. O zaman fıtrata dönüş başlıyor.

Yani keşf başlıyor!

Evet, aynen öyle…

Bizler, güçsüz biyokimyasal makineler olmadığımız gibi kendimizi her kötü hissedişimizde ağzımıza aldığımız bir ilaç da sorunlarımızın çözümü olamaz. Vücuttaki belirtileri yok etmek için tavsiye edilen ilaçlar; bu belirtilerin ortaya çıkmasındaki inanç kalıplarımızı, kişisel varlığımızı göz ardı etmemize neden olur.

Kitapta ayrıca beden-zihin-ruh tevhidini bozan bilinçaltı yazılım ve saplantıların; kadınların hayatını nasıl olumsuz etkilediğini hatta bazen nasıl da kâbusa çevirebildiğini örnekleriyle beraber anlatmaya çalıştım. Bu anlamda yüzlerce genel anlamda ise binlerce kadınla çalıştım. Ve gerçekten çok net görüyoruz ki; biz yaratılıştan uzaklaştıkça o bütünlük bozuluyor, o bütünlük bozuldukça da hastalanıyoruz.

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim…

Rica ederim…

OPR. DR. AYŞE DUMAN KİMDİR?

1990 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1990-1996 yılları arasında Süleymaniye Doğumevinde uzmanlık eğitimini aldı. Aynı hastanede başasistanlık görevinde bulundu.

Belediyelerin ve kadın kuruluşlarının düzenlediği seminerlere eğitimci olarak katıldı. TV, gazete ve dergilerde aktif olarak paylaşımlarda bulundu. Üyesi olduğu Yeryüzü Doktorları ile Afrika’lı kadınların sağlık çalışmalarında aktif görev aldı. Son yıllarda “Kadın Sağlığına Holistik Yaklaşım’’ farkındalığıyla kadınlara verdiği hizmet alanını genişletti. Zihin beden ruh bütünlüğü içinde gerçek sağlığın oluşabileceği bilgisiyle zihinsel iyileşme tekniklerini ( EFT hipnoz, imajinasyon, dua vb.) kadın sağlığı, doğum, kadın cinsel işlev bozukluklarında etkin ve güvenli bir şekilde kullanmaya devam etmektedir.

Son 5 yıldır Kadın Sağlığına Holistik Yaklaşımı ile ön plana çıkan Dr. Ayşe Duman, Zihinsel İyileşme Teknikleri ile yüzlerce kadına destek olmuş, birçok grup eğitimi (Hamile Kampı, Doğuma Holistik Yaklaşım, Spritüel cinsellik, “benim de bebeğim olsun” diyenlere özel zihinsel iyileşme programı) yapmıştır.

Halen İstanbul/Üsküdar’daki muayenehanesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olarak çalışmaktadır. Tüp bebek programındaki kadınlara başarıyı arttırıcı zihinsel iyileşme programı uygulamaktadır. Vajinismus, cinsel sağlık sorunu yaşayan kadınlara bireysel destek vermektedir.

Dr. Ayşe Duman evli ve iki çocuk annesidir…

Röportaj: Elif Yüksek / Nisanur Dergisi - Ağustos 20114 (33. Sayı)
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir