• DOLAR 32.52
  • EURO 34.897
  • ALTIN 2450.534
  • ...
Arap-israil Savaşından Ümmet- isral Savaşına
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

Siyonizmin oluşması ve Filistin’de bir Yahudi devletinin inşası düşüncesinin eyleme dönüşmesi, Yahudi-Müslüman ilişkilerinin bir neticesi değil, Yahudi-Avrupa ilişkilerinin bir neticesidir.

Yahudilere karşı daima düşmanca hisler besleyen Avrupa, Rönesans ve modernleşmeyle büyük bir değişim geçirdi. Buna rağmen Avrupa, Yahudiler için güven içinde yaşanılacak bir yer haline gelmedi.

Yahudiler, İslam dünyasında güven içinde yaşayıp ticari atılımlar yaparken Avrupa’nın Yahudilere karşı tutumu yer, zaman ve mezhebe göre değişmiyordu. Avrupa’nın her noktasında Yahudiler adeta şeytan gibi görülüyor, lanetleniyor ve bir hareketlilik içine girdikçe öldürülüyorlardı.

Katolik İspanya da, bir bölümü Protestan olan Almanya da, Ortodoks Rusya da onları dışlıyor ve zaman zaman katlediyordu.

Modern çağ öncesi Yahudi katliamları büyüklüğünün yanında öylesine önemsiz kalmıştı ki onlara isim bile konmamıştı. Modern çağda ise katliam, Rusya ve Doğu Avrupa’da “Pogram” adını almış, daha sonra Almanya’da ise “Holokost” adını alacaktı.

Yahudi tarihçilerin iddiasına göre “1096-1291 yılları arasındaki Haçlı Seferlerinde, Hıristiyanlar Avrupa’nın değişik bölgelerinde yaşayan Yahudi topluluklarına katliamlar yaptılar. Daha sonraları, Yahudiler İngiltere’den, Fransa’dan (üç kez) ve İspanya’dan 1290-1497 yılları arasında toplu olarak sürüldüler. 1648’de Doğu Avrupa’da 100,000 Yahudi toplu katliama uğradı. 19.yüzyıl ve 20.yüzyılın ilk dönemlerinde Rusya’da ‘pogram’a maruz kaldılar; 1918-1920 yıllarındaki Rus Sivil Savaşı sırasında Beyaz Rus askeri güçleri tarafından katledildiler (100 bin Yahudi). Sonra da, 1941-45 yıllarında, 5-6 milyon Yahudi’nin yok edildiği Nazi Yahudi soykırımı geldi.”

Avrupa, neye inanırsa inansın içindeki Yahudi nüfusu taşıyamıyor; iç ihtilaflarından onları sorumlu tutuyor, öfkesini çoğu zaman onlar üzerine boşaltıyordu. Avrupa’nın onlardan temizlenmesi ve onların bir yerde toplanması gerekiyordu.

Laik dünya görüşüne sahip Yahudi düşünürler de Yahudilerin bir yurtta toplanması görüşüne ulaşmışken Avrupa’ya hâkim akıl, yüzyıllar boyu kendisini uğraştıran bu belayı Müslümanların başına salma fikrini üretti. Artık Avrupa, Yahudi melaneti ile uğraşmayacak, onları Müslümanların başına salacak, Müslümanları frenleme konusunda onların belasından yararlanacaktı. Onlar Müslümanları katlederken; onları kimi zaman seyredecek, kimi zaman onları durdurma oyunları oynayacak, kimi zaman onlarla Müslümanlar arasında arabulucu rolü oynayacaktı. Sorun artık onların değil, Müslümanların sorunu olacaktı.

SİYONİSTLER FAALİYETTE FİLİSTİN ÇARESİZ

Yahudiler, 19.yüzyılın sonunda harekete geçirildi. Avrupa’da “getto” denen dışlanma semtlerinde dara giren Yahudiler Filistin’ e göç etmeye başladılar. 1896’da gazeteci Theodor Herzl, “Yahudi Devleti” adlı bir kitap yayınladı. 1897’de Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre’nin Basel kentinde toplandı. Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlandı. Bu belgede, Filistin’de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı’nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi karara bağlandı. 1903’e kadar, çoğu Doğu Avrupa’dan gelme, Filistin’e göç eden Yahudilerin sayısı 25 bini buldu. 1904 ile 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası Filistin’e geldi.

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour I. Dünya Savaşı koşullarında 1917’de yayınladığı bir deklarasyonda, Filistin’de Yahudilere bir yurt temini için İngiliz hükümetinin çalışacağını belirtti.

Böylece, Filistin’e göçün siyasi amacı açıkça beyan edildi. Buna karşın, Filistin halkından teşkilatlı bir şekilde karşı koyacak bir yapılanma yoktu. Osmanlı ordusu yenilip bölgeyi terk edince göçün siyasi amacına yönelik faaliyetler açıkça görülmeye başlandı.

1930’ların başına gelindiğinde artık İngilizlerin himayesinde bir Yahudi devleti belirmeye başlamıştı. İslam dünyasının siyasi olarak dağıldığı bir süreçte Filistin’e yakın coğrafyada iki İslamî hareket vardı. Biri Mısır’daki İhvan-ı Müslimin, henüz mahalli bir teşkilatlanma içindeydi. Daha yolun başındaydı. Diğeri Suudi’de hem iktidarda hem muhalefette olan Vahhabi İhvanı.

Kendisini Selefi olarak tanımlayan Vahhabî İhvanı, Hicaz iktidarına ulaşmakta İngilizlerle doğrudan işbirliği yapmıştı. Osmanlı’ya karşı tarihi bir savaş tecrübesine sahip bu hareketin İngiliz projelerine karşı koyması beklenemeyeceği gibi Mescid-i Aksa hassasiyeti de yoktu. Dolayısıyla Yahudilerin, İngilizler tarafından Filistin topraklarında devletleştirilmesine karşı herhangi bir tepki göstermedi.

Bu çaresizlik içinde Şeyh İzzedin el Kassam Hazretleri, Şeyh Halid-i Bağdadî’nin çizgisindeki mutasavvıf bir mücahit olarak ortaya çıktı. Onun 5 Nisan 1931’de başlayan cihadı, kendisiyle aynı gelenekten gelen Abdulkadir el Cezayiri, Şeyh Şamil ve Şeyh Said’in karşı çıkışlarına benziyordu. Onun cihadı, imkânlardan çok, “Kıyam vaciptir” esasına dayanıyordu. El Kassam’ın çevredeki yapılardan desteksiz yürüyen hareketi 19 Kasım 1935’te kendisinin ve birkaç yakın arkadaşının şehadeti ile diğer askerlerinin ise İngilizlere esareti ile bitti. (Hareket, samimiyeti ve fedakârlığı ile bugün HAMAS’ın ordusuna isim olarak tarihte bir kez daha yerini aldı.)

Şeyh İzzedin El Kassam’ın cihadı dışında Filistin davası İngilizlerin ve Yahudilerin saldırganlığına karşı sözde sivil mücadele yürüten yapılar tarafından günden güne milliyetçileştirildi ve laikleştirildi. Yeni mücadele “Filistin Arap Vatanı” kavramı üzerine odaklanıyor ve Mescid-i Aksa’yı sadece halkın bu mücadeleye destek vermesini sağlayan bir ek unsur olarak kullanıyordu. Mücadelenin liderleri, ancak laik olurlarsa dünyanın onları kabul edeceğini düşünüyor, halkı da bunan inandırıyorlar. İki kutuplu dünyada, iki yem arasında kuyruğu bağlı gidip gelen varlık misali iki taraftan da bir şey alamıyor ama milliyetçi-laik çizgilerinde de ısrar ediyorlardı.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARI VE LAİK ARAP MUHALEFETİ

II. Dünya Savaşı’ndan sonra bugünkü biçimini alan Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatı, kuruluşunda İslam dünyasını yok saydı ve İngiliz-Amerikan-Sovyetler-Fransız işbirliğine göre yapılandı. Çin de tarih dışı bir unsur olarak ona eklemlendi.
Böyle bir teşkilatın Filistin’de İslam âlemi aleyhine, buna karşılık ise İngiliz-Amerikan projelerine göre yol alması kaçınılmazdı.

Süreç içinde Yahudi devleti ilan edildi ve BM, 15 Mayıs 1948’de alınan bir kararla Filistin’i ikiye bölen bir paylaşım planı hazırladı: Filistin’in %55’ine sahip bir Yahudi devleti, %42’sine sahip bir Arap devleti, Kudüs’ü de içeren %3’lük bir ara bölge.

Siyonistler de Filistin davası iddiasındaki laik milliyetçi Arap yönetimler de bu paylaşımı kabul etmedi. Bu vaziyet 1948 Arap-israil Savaşı’na yol açtı. Savaşın bir tarafında BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin desteği altındaki israil, diğer tarafında ise Arap Ligi üyesi Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Lübnan vardı.

Arap Ligi orduları savaşta kayda değer bir varlık göstermedi, ne savaşı kazandı ne de arkasında kahramanca bir savaş hikâyesi bıraktı. Laik-milliyetçi subaylar, isaril’i yenecek bir proje üretemedikleri gibi fedakârca bir savaş da yapmıyorlardı.
israil, bu savaşta Filistin üzerindeki işgalini yüzde elli beşten yüzde yetmiş sekize çıkardı, binlerce Filistinliyi katletti, bugün sayıları beş milyonu geçen 700-750 bin Filistinliyi de topraklarından etti ve bugün 1948 sınırları denen kritere ulaştı.

Revizyonist Siyonist hareketin lideri Vladimir Jabotinsky, “Bütün yerli halklar, eğer bundan kaçınmak için umut görürlerse, yabancı yerleşime karşı çıkarlar. Araplar da Filistin’in israil toprağı haline gelmemesi için bir umut gördükleri sürece bunu engelleme yönünde davranacaklardır” tespitinde bulunuyor.

Bu tespit doğrultusunda hareket eden siyonistler, laik-milliyetçi Arap hareketlerini kullanarak hep “umut söndür” hareketi yürüttüler. O sahte orduların başarısızlığını kanıt göstererek Filistin halkını direnişten vazgeçirmeye çalıştılar.

1956’da Mısır’la ilgili bir hareket yaşandı. Kudüs davası İslam âleminde bir yere ulaşmış ve bu âlemde yer edinmenin yolu Kudüs davasına sahip çıkmak olmuştu. 1956’daki hareketin hedefi, Arap İslam âleminde Cemal Abdunnasır’ı İhvan-ı Müslimin’e karşı adamlaştırmak ve israil’le ilgili bütün projelerde Amerika’nın yanında yer alan Sovyetlerin sosyalizminden İslam âleminde bir Batı bağımlısı muhalefet oluşturmaktı.

Sovyetlerin desteği ile Abdunnasır’a sahte bir başarı verildi. Abdunnasır, bu başarıyı borçlu olduğu güçlerin güdümüne büsbütün girdi, onların direktifleri ile Mısır’da İhvan-ı Müslimin’e Yahudilerin bir zamanlar Yemen’de Hz. İsa’ya inanan muvahhitlere yaptığı işkenceleri yaptı. Mısır’da adeta bir ateş çukuru kazılmış, Müslüman önderler o ateş çukurunun ağzında davalarıyla imtihan ediliyorlardı.

Ulusal sosyalist Mısır’da zindanlar ağzına kadar doldu, cellatlar İhvan-ı Müslimin mensuplarını şehid etmekten yorulmadı, israil’in sol müttefiki Sovyetler emrettikçe yeni önderler şehid edildi. Ağustos 1966’da Seyyid Kutup gibi İslam âleminde tanınan bir âlim ve aydın da darağacına gönderildi.

Cemal Abdunnasır’ın prestiji yerle bir olmuştu. Abdunnasır, bu prestiji israil’e saldırarak geri almak istedi. Haziran 1967′de Mısır, Ürdün ve Suriye aynı anda israil’e saldıracaklardı. Diğer Arap yönetimler de saldırıya destek vereceklerdi. israil, erken hamle yaptı; bir anda Mısır, Suriye ve Ürdün’ün askeri havaalanlarına yapılan saldırı ile bu ülkelerin 450’yi bulan savaş uçakları imha edildi. Bu ağır kaybın ardından yapılan kara harekâtı da israil’in yeni işgalleri ile sonuçlandı. Savaş altı gün sürmüş, Altı Gün Savaşı olarak tarihe geçmişti. israil, laik-milliyetçi yönetimler üzerinden bir daha ‘umut söndür’ oyunu oynamış ve topraklarını üçe katlamıştı. Savaş, adeta israil’e can vermişti. Suriye’nin çok önemli Golan Tepeleri bile artık israil’in elindeydi.

1964’te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü süreç içinde güçlendirildi. Laik-milliyetçi bir yapı olarak büyütüldü ama o da en çok laik-milliyetçi Arap ordular kadar işe yaradı. Laik-milliyetçi Arap yöneticiler, “israil ile konuşmak yok, israil ile barış yapmak yok, israil’i tanımak yok” diye üç ilke benimsedilerse de samimi değildiler ve içleri çoğu zaman kadın kullanılarak elde edilen ajanlarla doluydu.

1973’te bu sefer Mısır’ın yeni diktatörü Enver Sedat’a prestij kazandırma savaşı yapıldı. Mısır ve Suriye ile israil arasında yaşanan ve Yahudilerin büyük bayramı Yom Kippur’a denk getirilen bu savaşta isaril kayıplar verdiyse de Mısır ve Suriye de önemli bir başarı elde edemedi.

26 Mart 1979’da Camp David’de Enver Sedat israil’le bir anlaşma imzalayarak laik-milliyetçi önderli Araplarla israil arasındaki savaşı bir bakıma noktaladı. O günden sonra artık Arapların laik-milliyetçi kesimleri ile israil arasında gizli ittifaklar kurulmaya başlandı. Ortak düşman İslami hareketlerdi. İki taraf da birbiriyle savaşacağına İslamî hareketlerle mücadele edecekti.

Enver Sedat, Halid İslamboli tarafından öldürüldü ama Mısır’ın laik-milliyetçi iktidarı ile israil arasındaki bağ Hüsnü Mübarek liderliğinde devam etti.

Bu yeni süreç içinde israil, Lübnan’da Filistinlilerin Arap devletlerinden bağımsız kendi imkânları ile oluşturacakları bir muhalefeti kırmak için katliamlar yaparken Hüsnü Mübarek, Mısır zindanlarını İhvan-ı Müslimin mensupları ile doldurdu, toprakları israil işgali altındaki Hafız Esad da Suriye’de on binlerce İhvan-ı Müslimin mensubunu katletti.

Her şey israil’in hesabına uygun işlerken HAMAS hareketi doğdu, laikleştirilen- milliyetçileştirilen Filistin davası yeniden ümmet desteğine kavuştu, israil Filistin topraklarının bir bölümünden çekildi ama bunu kabullenmiş değil, oralara geri dönmek ve daha da büyük topraklar elde etmek istiyor. Ama bugün karşısında onun en büyük imkânı olan laik-milliyetçi Arap orduları yok. HAMAS’ın mücahitleri var.

Yahudilere Batılılar zulmetti, Müslümanlar onları o zulümden korudu. Yahudiler, tarihi karakterleri ile ihanet etti, hançerini haince Müslümanlara sapladı. Bu tür ihanetler içinde olan toplumlar, kimilerince “ihanetin laneti” denen bir belayla eninde sonunda tükenirler. Yahudiler, kendi ihanetlerinin bedelini eninde sonunda ödeyecektir.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir