• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Kürtlerin “kültürel muhafazakârlık” problemleri
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

Kültürel muhafazakârlıkla İslamcılık, hep birbiriyle karıştırılır. Oysa birbiri ile ilgili de olsa kültürel muhafazakârlık, İslamcılıktan farklıdır.

Geçmişte Kürtler arasında “Şeriatçılık” olarak da bilinen İslamcılık, toplumu ve siyasi yapıyı İslamî bir dönüşüme tabi tutmayı hedefler; İslamcılığın ilgileri, ilişkileri bu yöndedir. Onun bu ilgi ve ilişkilerini destekleyen olur, eleştiren olur. Ancak o, bu destek ve eleştirileri önemli görse de tutumlarını İslam esaslı belirler. İslam’a uygun olmayı, destek ve eleştirinin üstünde tutar.

Kültürel muhafazakârlık ise hangi dine mensup olursa olsun kendi toplumunun din, gelenek ve dilini yaşanan hâl üzerinden korumaya çalışır. Dolayısıyla her toplumun kültürel muhafazakârı o toplumun din, gelenek ve diline göre değişir. Fransız muhafazakârı, Fransa; Türk muhafazakârı Türkiye koşullarında şekillenmiştir.

Kültürel muhafazakârlığın İslam dünyası koşullarında olsa da İslamcılık olarak bilinmesi yanlıştır. Nitekim geçmişte de böyle bilinmemiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde muhafazakârlara “Osmanlıcı” denmişken Ümmet fikriyatını öne çıkararak sorunların çözümünde, İslam Şeriatı üzerinde odaklananlara İslamcı denmiştir.

İnançlar ve fikirler, kendini en çok toplumların kriz döneminde gösterir; kriz döneminde kendisinden beklenen tepkiyi göstermeyen bir inanç ve fikir ya krizdedir ya da yok hükmündedir.

Kürtler arasında geçmişte güçlü bir kültürel muhafazakârlık vardı. PKK’nin 15 Ağustos 1984’te dağa taşıdığı ve zamanla topluma yansıyacak kadar artırdığı eylem sürecine kadar, kültürel muhafazakârlık Kürtler arasında “geçmişi koruma” anlamında önemli bir işlev gördü. Ama o tarihten sonra din, gelenek ve dile yönelik kök söktürücü etkinlikler konusunda sessiz ve yetersiz kaldı. Bunun bir nedeni korku, diğer nedeni yetersizliktir. Kültürel muhafazakârlık, kırsalda korktu, kentte ise şiddet ortamının yol açtığı milyonların göçü ve dünyadaki hızlı değişime karşı donanımsız olduğu için yetersiz kaldı.
Bütün sol yapılar, kültürel bir tepki oluşturur. PKK, evrensel solculuk ve çağdaşlığın imkânlarıyla büyüyen sol bir örgüttür ve bir tepki de oluşturdu. Ancak Kürtler arasında bu tepki hep İslamcılardan geldi. Kürtler arasında sol etkinliğe karşı birbirini bulup bir güç haline gelen bir kültürel muhafazakâr tepki oluşmadı. Burada söz konusu olan, bireysel ve küçük grupsal tepki değildir. Bu tür tepkiler varsa da yok hükmündedir. Bütün dünyada kültürel muhafazakârlık da bir ideoloji gibi örgütlü bir yapı arz ediyor, örgütlü solun karşısına parti gibi örgütlü bir yapı olarak çıkıyor ve sonuç getirici etkinlikler yapıyor. Tepki anlamında var olmak da budur.

KÜLTÜREL YOZLAŞMA ASİMİLASYON VE AHLAKİ PROBLEMLER

Kendisine yönelen yapıların sırrını çözerek, toplumunu bedel ödeme pahasına onlar hakkında aydınlatmak inanç ve fikir sahiplerine düşer.

Sol örgüt, ortaya çıkış aşamasında Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarına hizmeti hedef edindiğini söyledi. Ama pratikte hep bu hedefe karşı savaştı. Bu çelişkinin topluma yansıtılmasında ve ona alternatif oluşturmada muhafazakârlığa bir rol düşüyordu. Muhafazakârlar o rolü oynamadı, aksine zaman zaman sol örgütün söylemlerine sahip çıktığı bile oldu. Dünyanın hiçbir yerinde muhafazakârlık, sola kuyruk olmaz. Ama Kürtler arasında bunun yaşanmadığı söylenemez. Günlük hayatında muhafazakâr olan pek çok kişi, sol örgütün bu görünür hedeflerine karşı savaşan yapısına mazeret arama ve örgütle halk arasında bu yönde bir köprü olma işlevi bile gördü.

Toplumların iskeleti din, gelenek ve namus üzerine kurulur. Muhafazakârlık da kendisini bu üç kurumu, kendi toplumundaki anlayış ölçüsünde korumaya adar. Bunların sarsılması toplumsal dengenin bozulmasına, toplumun kaosa sürüklenmesine, nihayetinde yozlaşmasına ve bu yozlaşma içerde çözülemeyecekse toplumun başka toplumlardan beslenerek asimilasyona uğramasına yol açar. Kürtler, otuz yıllık bir süreçte bunu yaşadılar. Ama buna karşı kayda değer bir kültürel muhafazakârlık tepkisi duyulmadı. Tepki hep İslamî kesimlerden geldi. İslamî kesimler bu konuda yalnız kaldı.

SOL ÖRGÜTÜN BAŞARISI

Bütün dar örgütlü, nokta tespitli eylem içeren şiddet tarzını benimseyen örgütler gibi sol örgüt de otuz yıla yayılan uzun ve toplumu için yıpratıcı bir süreç bıraktı arkasında. Buna karşı siyasi başarı olarak Suriye’deki kantonları ve bölgedeki belediyeleri gösteriyor. Kendisinin olmaması durumunda böyle bir savaş krizinde Rojava Kürtlerinin çok daha sağlam bir birliktelikle ve toplumları ile uyum içinde bir yapı oluşturacağını Kürtler üzerinde bilgi sahibi olan herkes tahmin eder. Belediyeler üzerinden başarıdan söz etmek ise gülünçtür, sadece sol mantık üzerinden düşünülse bile Mehdi Zana, bu yıpratıcı savaş yaşanmadan önce de Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmıştı.

Muhafazakâr kesimlerin kantonlardaki durumu ve belediyelerdeki yolsuzluklar da göz önünde tutulduğunda bunları siyasi başarı olarak görmeleri mümkün değildir.

Muhafazakârlar daha çok kültürel başarı ile ilgilidirler ve donanımdan yoksun olduklarından kâr-kayıp ve koşul durumunu hiç göz önünde bulundurmadan dille ilgili bazı ilerlemeleri başarı diye görebiliyorlar: Kürtçe dergi basılıyor, Kürtçe seçmeli ders oldu vb.

Eğer, dünyada bu hakların yasaklandığı bir süreç yaşansa ve Türkiye’de de bu haklara karşı duran bir iktidar söz konusu olsa bunlar örgütün başarı hanesine yazılırdı.

Oysa otuz yıl önce bütün çevre ülkelerde resmi dil dışındaki dillerin kültürel faaliyetleri yasaktı. Türkiye’de de yasaktı. Bugün o ülkelerin tamamında serbesttir. Türkiye’de de serbesttir. Üstelik Türkiye’de fikri yapısı gereği bu haklara karşı olmayan bir hükümet söz konusudur. Bu haklar dünyadaki süreç değişse de Türkiye’de MHP-CHP iktidarında sağlansaydı yine başarıdan söz edilebilirdi. Ama o da söz konusu değil. Dünyada yoktu, Kürtlerin de yoktu. Dünyada var, Kürtlerin de var. Öyleyse otuz yıl süren mücadelenin kazancı nerede?

Öte yandan sol örgüt, gençleri sol kültürle tanıştırma adına sol yayınları Kürt gençlerine okutarak onları Kürtçeden kopardı ve bundan daha ağırı, tahrip edici mücadele tarzı ile milyonlarca kişi batı illerine göç etti, bugün onların çocukları ana dillerini unutuyor. Buna bir de sol örgütün tahrip edici yapısı yüzünden Malatya, Erzurum, Elazığ hatta Bingöl gibi yörelerde “Ben, Kürt değilim” diyen bir kitle eklendiğinde sol örgütün asimilasyondaki payı göz ardı edilemez. Sol örgüt, bu konuda sorumluluk kabul etmediği gibi kültürel muhafazakâr bir sorgulamayla da karşı karşıya değildir.

Ama dil asimilasyonundan daha önemli olan sosyal asimilasyondur. İslam dünyasındaki bütün ulusal sol yapılar gibi sol örgüt de kendisini ‘çağdaşlık’ denen kültürel Batılılaşmaya adadı. Kürtlerin, ahlak yapısını, aile değerlerini satarak Batı’dan ve Türkiye içindeki çağdaş kesimlerden destek arama yoluna gitti. ‘’Ben, Kürtleri Cumhuriyet yönetiminin beceremediği Batı lehindeki bir kültürel asimilasyona tabi tutuyorum, bu iş sizin için desteklenemeye değerdir. O halde beni destekleyin’’ dedi. Kürtlerin aile yapısına karşı etkili bir savaş verdi, bunalıma yol açarak kuşak çatışması doğurdu, intiharlara yol açtı, gençleri İstanbul’da bar çalışanı yaptı. Buna karşılık siyasi bir başarı elde etmesi yönünde olmasa da savaşını uzun zamana yaymasını sağlayacak bir destek de gördü. Bu, namusunu satmaya karşılık mermi almak gibi bir şeydir. Kültürel muhafazakârlığın bunu onaylaması akıl kârı değil. Ama bir Kürt köylüsünün; bunlar yapılmasa dünya bizim yüzümüze bakmaz, dediğini işitebiliyorsunuz. Kültürel muhafazakârlık bir yapıdan yoksun kalınca onun etrafında toplanacak kitle sol örgüte inanır oldu.

RUHSUZ KÜRTÇE GİRİŞİMİ

Sol örgüt, çeviri bir mantığa sahiptir. Türk solu Batı’dan alır, o da Türk solundan alır. Onun Kürtçe ile ilgili yaklaşımı Türk solunun Türkçe ile ilgili yaklaşımı gibidir. Ruhsuz, tarihinden koparılmış, laik ve uyduruk bir Türkçe… Ruhsuz, tarihinden koparılmış, laik ve uyduruk bir Kürtçe…

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de muhafazakâr kesimler, dil tahribatına karşı çıktılar ve “Konuşulan Türkçe”, “Anadolu Türkçesi” gibi alternatif tezlerle Batı bağımlısı ulusal solun Türkçeyi tahrip etmesinin önüne geçtiler. Benzer bir süreç İran’da da Farsça için yaşadı. Her iki ülkede de savaşı muhafazakârlar kazandı. Uyduruk dile karşı tabii dil zafere ulaştı. Özellikle Türkiye’de muhafazakârlar, kimi zaman İslamcılara rağmen bile bu işte önemli bir görev üstlendi. İslamcı denen yayınevleri seksenli ve doksanlı yıllarda üniversitelerde sol gruplarla dostluk kuran çevirmen ve yazarları yüzünden kimi zaman ulusal solu da aşan bir köksüz Türkçeye yöneldi ama muhafazakâr kesimler buna direndi ve bugün kendi görüşlerini gerek üniversitelere gerek Milli Eğitim Bakanlığı’na kabul ettirebilir bir aşamaya geldi.

Kürtlerde ise sol üretiyor, İslamcı hedefler edinmese de günlük yaşamında dindar olduğundan kuşku duyulmayan çevreler ise solun ürettiği o ruhsuz, tarihinden kopuk, laik ve uyduruk Kürtçeyi “Öz Kürtçe” deyip kullanıyor, kullanabilmekten gurur duyuyor, kullanamayanları Kürtçeye karşı duyarsızlıkla suçluyor. Cehaletin bu kadarına pes doğrusu… Buna karşı orta yol çözümleri, yine İslamcılardan geliyor.

SOL ÖRGÜTÜN DÖNÜŞÜMÜ

Sol örgüt, kendisini bizim tarihimizden koparmış, sorunlara yüzde yüz sol diyalektik içinde bakıyor. Değişiyor ama solun değişimi içinde değişiyor. Geçmişte yüzde yüz Marksist iken bugün de günün koşullarında yüzde yüz Marksisttir.
“Marksistler, kendisini nasıl eşcinsel haklarına adar; bu yöndeki eğilimleri nasıl besler?” diyebilirsiniz. Rus kültürü etkisindeki dünün Marksizmi için haklısınız ama Rusya’dan kopmuş ve İsveç, Finlandiya, İskandinavya gibi ülkelerde odaklanmış “Yeni Marksizm” oranın anlayışında şekilleniyor ve eşcinselliği adeta bir hedef haline getiriyor. Aile kurumunun dar bir muhafazakâr çevre dışında tükendiği bu ülkelerde kadının her alanda erkeğe eş edinilmesi, nihayetinde kadının erkekleşmesi erkeğin kadınlaşması böylece cinsiyet farkının cinsellikte de tükenmesi bir destek görüyor.

Sol örgüt, siyasi eylemlerinde Leninist-Stalinist çizgisini sürdürürken kültürel alanda tamamen Yeni Marksizme geçti, bu ilk aşamada kadın odaklı feminist, ikinci aşamada eşcinsel odaklı bir Marksizmdir.

Kürtler arasında geçmişten bu yana eşcinsellik yok. Ancak sol örgütün dünyadaki Yeni Marksistlerle bağ kurabilmesi için eşcinsellere ihtiyacı var. Bunun için bölgeye doğru bir tür eşcinsel ithalatı yapıyor. Olmayan eşcinselliği önce üretiyor, sonra ona yönelik bir savunma geliştiriyor.

Dünyada bu tür girişimlere Hıristiyan, Yahudi, Budist bütün din mensupları, bütün muhafazakâr yapılar karşı çıkıyor. Kendilerini İslamî söylemlerden, özellikle ‘ümmet’ vurgusundan uzak tutarak muhafazakârlığa indirgemek isteyen kişilerden ise tepki gelmiyor. Hatta onlarda İslamî çevrelerden gelen tepkinin ardında art niyet arama gibi bir eğilim dahi görünüyor. Bu noktada dahi kendi halkına sahip çıkmamış bir muhafazakârlık bir şey değildir, yoktur; siyasi anlamda da bir yere varması mümkün değildir.

Dünyanın her yerinde muhafazakârlık, dini çevreye doğru akıyor. Amerika’da, Avrupa’da Hıristiyan muhafazakârlık gittikçe sadece Hıristiyan oluyor. İslam dünyasında da Türkiye’de olduğu gibi geçmişte İslamcılar muhafazakârlığın içinde görünürken, kimi zaman siyasi olarak muhafazakârlara tabi iken bugün muhafazakârlar İslamcıların içinde görünüyor, siyasi olarak onlara tabi oluyor.

Kürtler içinde ise müteşekkil bir yapı anlamında muhafazakârlık hiç doğmadan İslamî kesimlerin içinde yer alacak, onlara tabi olacak görünüyor.

Bir toplumun gençlerinin içkiye, eğlenceye, eşcinselliğe özendirilmesi insanlık suçudur. O gençler, hangi dinin mensubu olursa olsun hangi dili konuşursa konuşsun korunmayı gerektirir. Kürtler arasında bu vazife sadece İslamî kesime kalmış.
Sol örgüt, dağda çatışma sürecinde otuz yılı geride bırakırken İslamî kesimin Kürtler için insanlık adına hayati önemine biraz da buradan bakmakta yarar vardır.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir