• DOLAR 32.594
  • EURO 34.816
  • ALTIN 2422.328
  • ...
Kızıl Kürdistan Vakası ve  Bir Kürt düşmanı olarak  STALİN
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ
Josef Stalin, sosyalistler tarafından Marks ve Lenin’den sonra çağdaş dünyanın en büyük “kurtuluş önderi” diye tanıtıldı, sola düşen Kürt gençleri, Türkçedeki “Yoldaş Stalin” çevirisine yoldaşlıktan da öte bir sempati katarak onun için “Heval Stalin” dediler.
“Heval” arkadaştır, aynı zamanda dosttur, kendisiyle aynı yola çıkılabilecek bir dost… Heval, yakında olur; uzaktaki birinin “heval” olabilmesi için ona olağanüstü bir yakınlığın duyulması gerekiyor. Stalin, gerçekten Kürt gençlerine yakın mıydı?
Josef Stalin, Gürcü asıllı bir Sovyet siyasetçisidir. Gürcistan, Kafkasya içinde yer alır ve Kürtlerin Kafkasya ile ilgili çoğu silinmiş bir CD’yi andıran bir hafızası vardır.
Selahaddin-i Eyyubi, vefat döşeğinde iken oğluna Kafkasya özlemini ifade ediyor ve oraya yerleşmek istediğinden söz ediyordu. Çünkü onun ailesi, Kafkasya’ya yerleşip oradan ayrılmak zorunda kalan topluluklara mensuptu. Oraya isteyerek gitmiş ve oradan istemeden ayrılmışlardı.

KÜRTLER KAFKASYA’YA NEDEN YERLEŞTİ?

İslam’ın Kafkas dağlarında koşan atları, Gürcü engeline takılmıştı. Gürcüler, Müslümanların sadece daha kuzeye çıkmalarına engel olmamış, aynı zamanda İslam’ın Güney Kafkasya’daki varlığı için de tehdit oluşturmuşlardı. Kafkasya çetin yerdi, Gürcüler coğrafyayı iyi biliyor, bitmez tükenmez saldırılarla Müslümanlara ağır kayıplar verdiriyorlardı.
Miladi 10. yüzyıldan önce ve sonra Erbil-Hakkari yörelerinden içinde Selahaddin-i Eyyübî’nin ailesinin de bulunduğu Kürt toplulukları, Kafkasya’ya Gürcülere karşı cihad için yerleştirilmişti. Oraya yerleşen topluluklar, Gürcülerin güneye gelmesini engellediler ve Şeddadî Hanedanı’nın önderliğinde zamanla bir tür Endülüs inşa ettiler. Bugünkü Gürcü başkenti Tiflis’in de içinde bulunduğu topraklarda nice cami, medrese inşa ettiler, İslam aleminin Miladi 10. yüzyılı ve hemen sonrasında en çok saygıyla sözü edilen mücahitleri arasında anıldılar. Ancak 1030’lı yıllardan itibaren Gürcü ve Ermeni saldırılarına aynı anda maruz kaldılar. İslam aleminin başkenti Bağdat saray oyunları içinde zaman öldürüyordu. Yardımlarına yetişecek kimse yoktu. Zayıfladılar. Bölgeye Selçuklular geldi. Siyasi bağımsızlıkları sona erdi ama Bağdat’ın siyasetine de hakim olan Selçuklularla iyi ilişkiler kurdular, Gürcülere karşı onlarla birlikte mücadele ettiler, topraklarını daha da genişlettiler. Bu toprak genişlemesi onlarla Gürcüler arasına ağır bir düşmanlık yerleştirdi. Bir hanedan olarak varlıkları 1174’e kadar sürdüyse de gittikçe yaylalarıyla soğuk suyuyla, temiz havasıyla meşhur Karabağ bölgesine sıkışıp kaldılar. Harzemşah ve Moğolların bölgeye gelişiyle de siyasi olarak tarihe karıştılar. Ancak bir topluluk olarak varlıklarını sürdürdüler.

KIZIL KÜRDİSTAN’IN KURULUŞU

Ekim 1917’deki sosyalist devrimden sonra kurulan Sovyetler Birliği, bütün dünyayı komünizme hazırlayan bir imparatorluk olmak istiyordu. Dünya çok milletli idi ve böyle bir amaca ulaşmak ancak milletleri tatmin etmekle mümkündü.

Öte yandan Sovyetler Birliği’nde geniş bir coğrafyaya yayılmış bir İslam toplumu vardı. Bu toplum, bütün olduğunda Ruslar için ağır bir tehditti, bunun küçüklü büyüklü parçalara bölünmesi gerekiyordu.

Bu durumu göz önünde bulunduran sosyalist idareciler, “Her halka kendisini yönetme hakkı” kılıfıyla Sovyetler Birliğini milliyet esaslı Cumhuriyetler ve Cumhuriyetler içindeki özerk bölgelere ayırdılar. Güçlü bir siyasi örgütlenmeye sahip Azeriler, Ermeniler, Gürcüler bir yana o güne kadar hanlıklar biçiminde yönetilen Kırgızlar, Özbekler, Türkmenler de artık birer cumhuriyet sahibiydiler. Bu cumhuriyetlerin içinde ise en küçük topluluklara dahi, bir millet olarak kendisini hissedecek, kendisini başkalarından ayıracak ve varlığını Sovyetlere şükran duyarak sürdürecek özerklik verdiler. Kızıl Kürdistan denen Azerbaycan’a bağlı özerk Kürt yönetimi de 16 Temmuz 1923’te “Kızıl Kürdistan Uzeydi” olarak böyle kuruldu. Yer, resmi olarak Azerbaycan’a ait olsa da 1992’den bu yana Ermenistan işgali altında olan Laçin çevresiydi. Kelbecer, Laçin, Kubatlı ve Zengilan bölgelerinden oluşuyordu.

Rusya’da Cumhuriyetler ve özerk bölgeler dinden soyutlanmış bir kültür üzerine kuruluyordu. Gelenekler de genellikle dinle şekillendiğinden geriye sadece dil kalıyor, bu sistem aslında Azerice konuşan Rus, Gürcüce konuşan Rus, Özbekçe konuşan Rus yetiştiriyordu. Sistemin bir millet için ifade ettiği anlam çok tartışmalıdır. Ancak sosyalist yöneticiler için, bu cumhuriyet ve özerklik büyük bir ödüldü. Onlar, bunu halklara böyle anlatıyorlardı. Halklar da böyle inanıyor, diline yönelik kazanımlarla avunup dinine kavuşacağı günü bekliyordu.

Kürdistan bölgesi ağır bir yoksulluk içinde idi. Öyle ki Lenin liderliğindeki Sovyet Rusya tarafından açlık bölgesi ilan edilmişti. Kızıl Kürdistan’la birlikte bölgeye Sovyetler tarafından para aktarıldı. Bununla birlikte kültürel adımlar atıldı, Kürtçe eğitime geçildi. Latin Harfleri ile Kürtçe öğrenme kitapları basıldı, ilkokullarda Kürtçe dersleri verildi. Erivan’da bir Kürt Öğretmenler Okulu ve bugün Karabağ’da bulunan Şuşa pedagoji okulunda Kürtlere yönelik bir bölüm oluşturuldu. Sovyet Kürdistan’ı adı altında bir gazete de yayımlandı, radyo programları oluşturuldu, tiyatrolar oynandı. Kürtler de diğer halklar gibi bir halk oldu. Onlar kadar esir, onlar kadar dininden, geleneğinden uzak; onlar kadar özerk, onlar kadar kültürel haklara sahip…

Ancak Stalin yönetimindeki Sovyetler ’de Kürtlerin işi iyi gitmiyordu. İşlerin iyi gitmemesi, aslında bütün halklar için geçerli bir durumdu. Ancak Kürtlerinki daha da ağırdı. Diğer halkların cumhuriyet veya özerklikleri korunarak milliyetleri ayakta tutulurken Stalin, bizzat Kürt milliyetine karşı kindar bir siyaset güdüyor ve adeta Gürcü dedelerinin intikamını Kızıl Kürdistan diye adlandırılan Kafkasya’daki Kürdistan’dan alıyordu.

Bahane hazırdı, Ermenilerin itirazı var, Azerilerin itirazı var… Stalin yönetiminde bir Ermeni veya Azeri yöneticinin talebi ne ediyordu ki? Büyük Yoldaş, emrettikten sonra ona itiraz edebilecek ya da Büyük Yoldaş’ın hislerine karşı koyabilecek kim vardı? O, ne hissederse sosyalistler onu hissediyor, kendilerini o hisse zorluyorlardı. Ermeniler olmasa da Kürtlerle iyi ilişkiler içinde olan Azerilerin sosyalist yöneticileri Gürcü asıllı Stalin’in Şeddadi torunu Kürtlere karşı ne hissettiğini hissetmişler ve onun hissine tercüman olacakları, ondan “Aferin” alacakları teklifler üretmişlerdi: Kızıl Kürdistan Uzeydi özerk yönetimi lağvedilecekti.

STALİN KÜRT KİMLİĞİNİ İDAM ETTİ

8 Nisan 1929’da, Azerbaycan’da idari bölgeler sistemi Kızıl Kürdistan’ı lağvetmek için değiştirildi; Kızıl Kürdistan dağıtıldı, toprakları Karabağ’a bağlandı; onun yerine 25 Mayıs 1930’da “Kızıl Kürdistan Okrug” diye Laçin merkezli ve Uzeydi’den daha zayıf bir özerkliğe sahip bir otonom yönetim oluşturuldu.

Bu özerk yönetim de dönemin Ankara idaresi ile Stalin arasındaki yoğun dostluk tehdidi altında kaldı. Josef Stalin, Ağrı Dağı İsyanı’nın bastırılmasında Ankara’ya büyük destek verdi. Hatta kimi iddialara göre bizzat hava bombardımanı desteği sağladı ve ondan da daha büyüğünü yapıp 16 Temmuz 1930’daki Zilan Deresi katliamından bir hafta sonra ve aslında katliamın artçılları devam ederken 23 Temmuz 1930’da Kızıl Kürdistan’ı tarihten sildi. Sovyetler Birliği’nde cumhuriyetler ve özerk bölgeler halklar için ne anlam taşırsa taşısın, Stalin açısından bu, bir halka verilecek en ağır cezaydı, o halkı siyasi olarak idam etmekti.

Stalin, bu siyasi idamla da yetinmedi; Kürtleri Sovyetler Birliği’nde kültürel olarak da idam etti. Diğer Müslüman topluluklara dünyanın en aşağılık zulmünü yapsa da onların milliyetine dokunmadı. “Kürt” kimliğine karşı ise özel bir kine sahip olacak ki onları sürgün etmekle kalmadı, Kürt kimliği ile de oynadı; özellikle mezhebi bir galebe altında asimilasyona yatkın hale gelen Şii Kürtlerin kimliklerine “Azeri” diye yazdırdı. Sünni Kürtleri ise Kırgızistan başta olmak üzere Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine küçük topluluklar halinde sürgün etti.

Sosyalist Azerbaycan, Kürtleri tatmin etmek için 1938’e kadar yaz okullarında Kürtçe dersleri verdi, o tarihten sonra o dersleri de kaldırdı; oradaki Kürtlerin küçük bir Sünni kesimi hariç tamamına yakını asimile oldu.

Orta Asya’ya göç ettirilen Kürtlerin bir bölümü aynen Çeçen kardeşleri gibi yollarda telef oldu, yorgunluk, açlık ve hastalıktan öldü, bir bölümü ise hâlâ oralarda yaşıyor. Gerek Stalin’in ölümünden sonra gerek Sovyetlerin dağılması aşamasında diğer topluluklar yurtlarına geri dönme hakkı elde ettiği halde Kürtler bu haktan yoksun bırakıldı.

STALİN MAHABAT’TA DA İHANET ETTİ

Stalin’in Kürtlerle ilgili vukuatı, Geliye Zilan Katliamı veya Kafkaslardaki Kürt topluluğun Orta Asya’ya sürülmesi veya Azerbaycan’da kimliksizleştirilmesi ile sınırlı değildir. Stalin, bir Kürt düşmanı idi ve hep öyle kaldı. 1940’lı yıllarda bugün İran içinde yer alan Doğu Kürdistan halkına umut verdi. Mahabat ve çevresinde Kadı Muhammed önderliğinde siyasi olarak örgütlü Kürtlerin sadece dış desteğe ihtiyacı vardı. Bu desteği bulmaları durumunda yapacakları tek şey devlet ilanıydı, Kürtler de öyle harekete geçtiler, 22 Ocak 1946’da Mahabat Kürt Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Ancak Stalin’in tarihi Kürt düşmanlığı bir daha kıpırdadı; Kürtlerle alay edercesine siyasi desteğini geri çekti, onları Şah’ın vicdanına bıraktı, onlara tarihlerinin en ağır darbelerinden birini indirdi.

22 Ocak’ta kurulan Mahabat Kürt Cumhuriyeti, aynı yıl aralık ayında yıkıldı, yani sadece 11 ay varlığını sürdürebildi. Bu ağır darbenin yol açtığı özgüven problemi bugün bile Kürtler üzerinde etkisini sürdürüyor.

Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin kurucuları arasında yer alan Molla Mustafa Barzani, Cumhuriyet’in bir baskınla dağıtılmasından sonra Türkiye üzerinden uzun bir yolculukla Sovyet Rusya’ya sığındı, kendi ifadesiyle Stalin Rusya’sında hayatı boyunca görmediği ve görmeyeceği bir zulme maruz kaldı. Komutası altındaki peşmergelerden uzak tutuldu, uzak bölgelere sürüldü, değirmenlerde, fırınlarda çalışmak durumunda bırakıldı, Stalin ile görüşmek için her tür yolu denedi, kayıtlara geçtiği kadarı ile Kürt tarihinde siyasi amaçla ilk kez açlık grevine girdi, hiçbir sonuç alamadı ve ancak Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler’de rahat bir nefes alabildi.

“KÜRT SOSYALİSTLER!” VE STALİN

Türk solunu taklit ederek kimi kişiler Maocu bir çizgi edinmişlerse de Kürtlerin içinde üretilen sosyalist grupların neredeyse tamamı Marks-Lenin- Stalin teslisine (üçlemesine) inanır. PKK de düşünce olarak Marksist ve Leninist, eylemcilikte ise Stalinisttir. Öyle ki 2000 yılında Ukrayna Komünist Partisi, örgütün lideri Abdullah Öcalan’ı Stalin Ödülü’ne aday bile gösterdi.

Binlerce Kürt genci onlarca yıldır onlara inanıyor ve gerçekten Stalin’in bir kurtuluşçu olduğunu düşünüyor. Bu, ancak Kürtlerin ulus devletlerde içine girdikleri anlaşılmaz çelişkiyle açıklanabilir. Güç durumda kalanın, doğru kaynakları ile ilişkisi kesilenin içine girdiği bir tür bunalım…

Örgüt liderleri, Stalin’in Kürtlere yönelik tutumunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Onların bir kısmı Kürtlerin diğer halklar gibi İslam’la tanışınca nasıl yükseldiklerini de biliyor. Ulusal-Sosyalist yapılarda esas olan doğru değildir, ideolojinin gerektirdiği eylemdir. Bu eylem bir saplantı haline geldiğinde artık kolay kolay değişmiyor. Düne kadar Sovyet Rusya’dan ve diğer sosyalizm inancı edinmiş yapılardan bir konum kapmak için Stalin’in Kürt düşmanlığını görmeyenler, bugün o gerçeklik büyük ölçüde ortadan kalktığı halde eski alışkanlık üzerine “Heval Stalin” demeye devam ediyorlar.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir