Tefekkür Saati
Istırap aratır; dert insana yolunu buldurur. Bu dergâhta hasta olduğunun arkında olmayana şifa yoktur! demiş Pir-i Mesnevi Daru`l-belva, belalar diyarı denilen şu fani cihanda derdi ve elemi olmayan kimse yoktur ama asıl derdinin farkında olmayan, halinden ve kendinden gafil şuursuz çoktur.
Yusuf Akyüz / İnzar Dergisi
بسمه تعالى
“Muhakkak ki nefsini günahlardan arındıran kurtulmuş; onu günahlara gömen ise mutlaka hüsrana düşmüştür.” (Şems Suresi, 9-10)
“Şüphesiz ki ahiret daha hayırlı ve asıl kalıcı olandır.” (A`la; 17)
“Akıllı kimse, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası ebedi hayatı için çalışandır. Aciz kimse ise nefsi hevasına tabi olduğu halde Allahu Teâlâ`dan temenni ederek bir şeyler umandır.” (Tirmizi, 2459)
“Istırap aratır; dert insana yolunu buldurur. Bu dergâhta hasta olduğunun arkında olmayana şifa yoktur!” demiş Pir-i Mesnevi… Daru`l-belva, belalar diyarı denilen şu fani cihanda derdi ve elemi olmayan kimse yoktur ama asıl derdinin farkında olmayan, halinden ve kendinden gafil şuursuz çoktur. Şuurun yolunu açan ve tefekkür saatinin çalışmasına vesile olan dert ve ıstıraptır. Rehavet insanı uyutur; cismani hazlar dimağı sarhoş eder; şuurun yolunu keser ve tefekkürü engeller… Bolluk ve rahatlık nefsin afyonudur. Rahatlığı bulan gafil nefis suya girmiş mana gibi oturur; süfli lezzetlerle uyuşarak ölümü ve akıbeti unutup bir takım boş hayallerle kendini avutur… Gece yatakta, gündüz ayakta uyuya uyuya ömür saatini doldurur ve bir uyandığında ansızın kendisini kabir âleminde bulur!
Belki ardından şöyle bir nakarat duyulur:
“Gözlerini ellerinle bağladın,
Faydası yok geç kalınmış figanın,
Dünyada ölümden başkası yalan!..”
Maalesef gaflet hapını yutmuş ve iliklerine kadar uyuşmuş binlerce dünya sarhoşunun ardından bu tür nakaratlar şarkı makamında okunur durur da ne okuyan ne de duyanlar anlar! Dünya sarhoşlarının çoğu kafayı mezar taşına vurmadan uyanamazlar; gaflet, şehvet ve cehalet karanlıklarında şuursuz bir leş gibi kör kütük yaşayıp teneşir tahtasında hakikati anlarlar ama ne fayda! “Vay be, dünya yalanmış, bu kadar insan bir yalana nasıl da aldanmış!” gel de bunu nefsine anlat bakalım; her hatanın başı olan dünya sevdasından vazgeçebilecek mi acaba?
Nefis; darlık, sıkıntı, açlık ve ıstıraba düşmedikçe düşünmez; karnı tok bir nefse nasihat ve söz kâr etmez; çünkü dinlemez, teveccüh etmez.
Dünya zindanında oruç mevsiminde bir ikindi vakti, kendi nefsiyle mükâleme eden bir dervişin hasbihaline kulak verelim şimdi… Uzun yaz günlerine denk gelen bir oruç mevsiminde açlığın tesiriyle avluya bakan kapıya yakın oturmuş; üzerine çöken garip bir ağırlık ve dalgınlıkla bir anda boyuttan çıkmış gibi öteler âlemindeki o dehşetli hapishaneyi düşünmeye ve nefsine nasihat etmeye başladı: “Ey gafil nefsim! Sen ne...
“Muhakkak ki nefsini günahlardan arındıran kurtulmuş; onu günahlara gömen ise mutlaka hüsrana düşmüştür.” (Şems Suresi, 9-10)
“Şüphesiz ki ahiret daha hayırlı ve asıl kalıcı olandır.” (A`la; 17)
“Akıllı kimse, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası ebedi hayatı için çalışandır. Aciz kimse ise nefsi hevasına tabi olduğu halde Allahu Teâlâ`dan temenni ederek bir şeyler umandır.” (Tirmizi, 2459)
“Istırap aratır; dert insana yolunu buldurur. Bu dergâhta hasta olduğunun arkında olmayana şifa yoktur!” demiş Pir-i Mesnevi… Daru`l-belva, belalar diyarı denilen şu fani cihanda derdi ve elemi olmayan kimse yoktur ama asıl derdinin farkında olmayan, halinden ve kendinden gafil şuursuz çoktur. Şuurun yolunu açan ve tefekkür saatinin çalışmasına vesile olan dert ve ıstıraptır. Rehavet insanı uyutur; cismani hazlar dimağı sarhoş eder; şuurun yolunu keser ve tefekkürü engeller… Bolluk ve rahatlık nefsin afyonudur. Rahatlığı bulan gafil nefis suya girmiş mana gibi oturur; süfli lezzetlerle uyuşarak ölümü ve akıbeti unutup bir takım boş hayallerle kendini avutur… Gece yatakta, gündüz ayakta uyuya uyuya ömür saatini doldurur ve bir uyandığında ansızın kendisini kabir âleminde bulur!
Belki ardından şöyle bir nakarat duyulur:
“Gözlerini ellerinle bağladın,
Faydası yok geç kalınmış figanın,
Dünyada ölümden başkası yalan!..”
Maalesef gaflet hapını yutmuş ve iliklerine kadar uyuşmuş binlerce dünya sarhoşunun ardından bu tür nakaratlar şarkı makamında okunur durur da ne okuyan ne de duyanlar anlar! Dünya sarhoşlarının çoğu kafayı mezar taşına vurmadan uyanamazlar; gaflet, şehvet ve cehalet karanlıklarında şuursuz bir leş gibi kör kütük yaşayıp teneşir tahtasında hakikati anlarlar ama ne fayda! “Vay be, dünya yalanmış, bu kadar insan bir yalana nasıl da aldanmış!” gel de bunu nefsine anlat bakalım; her hatanın başı olan dünya sevdasından vazgeçebilecek mi acaba?
Nefis; darlık, sıkıntı, açlık ve ıstıraba düşmedikçe düşünmez; karnı tok bir nefse nasihat ve söz kâr etmez; çünkü dinlemez, teveccüh etmez.
Dünya zindanında oruç mevsiminde bir ikindi vakti, kendi nefsiyle mükâleme eden bir dervişin hasbihaline kulak verelim şimdi… Uzun yaz günlerine denk gelen bir oruç mevsiminde açlığın tesiriyle avluya bakan kapıya yakın oturmuş; üzerine çöken garip bir ağırlık ve dalgınlıkla bir anda boyuttan çıkmış gibi öteler âlemindeki o dehşetli hapishaneyi düşünmeye ve nefsine nasihat etmeye başladı: “Ey gafil nefsim! Sen ne...