Doğu! Ahh Doğu! Bu Hacr Ne Zamana Kadar
Geçen ki sohbetimizin sonunda hekim Üstadın ilaçlara dair cevaplarını dinlemek üzere tekrar buraya döneceğiz deyip ayrılmıştık. Tabii ki hâlin insanı olarak sohbette ben hayaliydim. Hayalen maziye gitmiş, onları okumuş veya dinlemiştim. Ardından hâle dönmüştüm. Döndükten sonra Üstadın yaptığı ...
Muhammed Mehdi Gül / İnzar Dergisi
Geçen ki sohbetimizin sonunda hekim Üstadın ilaçlara dair cevaplarını dinlemek üzere “tekrar buraya döneceğiz” deyip ayrılmıştık. Tabii ki hâlin insanı olarak sohbette ben hayaliydim. Hayalen maziye gitmiş, onları okumuş veya dinlemiştim. Ardından hâle dönmüştüm. Döndükten sonra Üstadın yaptığı muazzam tespitlere yoğunlaşmış, onlar üzerinde uzun uzadıya düşünmüş ve kendimce faydalı bulduğum bazı sonuçlar çıkarmıştım, hatta onlardan bir kısmını arkadaşlarımla paylaşıp müzakeresini bile yapmıştık.
Tabii ki İslam âleminin ahvaline dair çok önemli tespitlerdi. Hepsi de önemli idi… Bunlar içinde anahtar bir cümle olarak gördüğüm ve bana göre en etkileyici olanı ise “ittifakta ihtilaf edip ihtilafta ittifak eden ve adeta ittifak etmemek üzere ittifak eden…” sözüydü. Yaklaşık 130 sene önceki ümmetin ahvaline dair söylenmişti bu söz, ama ümmetin şu içinde bulunduğumuz ahvalini bütünüyle olduğu gibi özetliyordu. Ne yazık ki doğru bir söz… Düşünebiliyor musunuz, İslam’a ve ümmete yapılan saldırı ve hücumların hiç biri ihtilafları bertaraf etmeye ve ittifak kurumunu tesis etmeye kâfi gelmiyor. Ümmet olarak bunun en uç noktasını yaşıyoruz. Gerçekten bu çok yakıcı bir beladır, belki de semavi bir azap ya da gazaptır. Neden? Çünkü akıl ve mantık, dine ve mukaddesata yapılan saldırılar karşısında bir ve beraber olmayı yalnızca gerekli değil, aynı zamanda zorunlu kılıyor. Şayet bu birlik oluşmuyorsa bir problem var demektir. Hayır, ben sıradan bir problemin varlığından söz etmiyorum, müzmin bir hastalık, bulaşıcı bir sâri, bir maraz var demektir. Zaten Üstad da bunu “Şeriatın sefih ve savurgan varise getirdiği kısıtlama, yani hacr” ile açıklamaktadır.
Hâsılı, uzatmayayım. Söz verdiğimiz gibi mazinin musdarip vadilerine doğru hayalimle beraber yola çıktık. Yolda fikir kuraklığının mümbit arazileri nasıl da kevire çevirdiğini gördüm. İman ve onun içindeki yüksek siyasetin açlık ve çaresizlikte nasıl da tavan yaptığını ve Üstadın sohbete başlamış olduğunu gördüm. Hayalimin eteğinden çekip son derece düşünceli bir haletle sessizce bir köşeye çömelip Üstadı dinlemeye koyuldum.
Üstad geçen sohbetin sonunda sorulan “Biz sizden ilaç istiyoruz, ilaç ne? Onu söyle!” sorusuna genel bir çerçevede cevap veriyordu. Mesele, sefihlik ve savurganlığın izalesi, buna bağlı olarak kısıtlamanın kaldırılması ve dolayısıyla ümmetin bağımsızlığını yeniden elde etmesi etrafındaydı. Ben varıp oturduğumda Üstad şunları konuşuyordu:
“Bu kısıtlamayı kaldırma ve bağımsızlık için yapılan talepleri, ancak en tesirli yollara başvurulunca sonuç alır…”
Mesela? Dedi bir ses…
“Mesela sağlam bilgiyle genel seviyeyi yükseltmek, zaaf noktalarına vakıf olmak, hakları ve...
Tabii ki İslam âleminin ahvaline dair çok önemli tespitlerdi. Hepsi de önemli idi… Bunlar içinde anahtar bir cümle olarak gördüğüm ve bana göre en etkileyici olanı ise “ittifakta ihtilaf edip ihtilafta ittifak eden ve adeta ittifak etmemek üzere ittifak eden…” sözüydü. Yaklaşık 130 sene önceki ümmetin ahvaline dair söylenmişti bu söz, ama ümmetin şu içinde bulunduğumuz ahvalini bütünüyle olduğu gibi özetliyordu. Ne yazık ki doğru bir söz… Düşünebiliyor musunuz, İslam’a ve ümmete yapılan saldırı ve hücumların hiç biri ihtilafları bertaraf etmeye ve ittifak kurumunu tesis etmeye kâfi gelmiyor. Ümmet olarak bunun en uç noktasını yaşıyoruz. Gerçekten bu çok yakıcı bir beladır, belki de semavi bir azap ya da gazaptır. Neden? Çünkü akıl ve mantık, dine ve mukaddesata yapılan saldırılar karşısında bir ve beraber olmayı yalnızca gerekli değil, aynı zamanda zorunlu kılıyor. Şayet bu birlik oluşmuyorsa bir problem var demektir. Hayır, ben sıradan bir problemin varlığından söz etmiyorum, müzmin bir hastalık, bulaşıcı bir sâri, bir maraz var demektir. Zaten Üstad da bunu “Şeriatın sefih ve savurgan varise getirdiği kısıtlama, yani hacr” ile açıklamaktadır.
Hâsılı, uzatmayayım. Söz verdiğimiz gibi mazinin musdarip vadilerine doğru hayalimle beraber yola çıktık. Yolda fikir kuraklığının mümbit arazileri nasıl da kevire çevirdiğini gördüm. İman ve onun içindeki yüksek siyasetin açlık ve çaresizlikte nasıl da tavan yaptığını ve Üstadın sohbete başlamış olduğunu gördüm. Hayalimin eteğinden çekip son derece düşünceli bir haletle sessizce bir köşeye çömelip Üstadı dinlemeye koyuldum.
Üstad geçen sohbetin sonunda sorulan “Biz sizden ilaç istiyoruz, ilaç ne? Onu söyle!” sorusuna genel bir çerçevede cevap veriyordu. Mesele, sefihlik ve savurganlığın izalesi, buna bağlı olarak kısıtlamanın kaldırılması ve dolayısıyla ümmetin bağımsızlığını yeniden elde etmesi etrafındaydı. Ben varıp oturduğumda Üstad şunları konuşuyordu:
“Bu kısıtlamayı kaldırma ve bağımsızlık için yapılan talepleri, ancak en tesirli yollara başvurulunca sonuç alır…”
Mesela? Dedi bir ses…
“Mesela sağlam bilgiyle genel seviyeyi yükseltmek, zaaf noktalarına vakıf olmak, hakları ve...