Özgürlük üzerine
SİRACETTİN ASLAN / Doğruhaber / Araştırma
Bilgiye erişimin epey kolay ve hızlı olduğu bu asırda, buna muvazi olarak erişilen bilginin anlam ve kavramsal dağarcığı da, bir o kadar değişkenlik ve sorun arz etmektedir. Bu değişkenliğin sabitelerini belirleyen saikleri ise baskın olan kültür ve uygarlıklar belirlemektedir. Kültür ve uygarlıkların baskın oluşu, onların inşa ettikleri bilgi ve bilim geleneklerinin neliğiyle bağlantılıdır. Bir uygarlığın inşa ettiği bilgi ve bilim geleneğinin diğer toplumların düşünsel algılarındaki bilginin anlam ve kavramsal muhtevasını etkilemesi, şekillendirmesi ise bilginin bir dünyagörüşü havzasında anlam bulması ve buna bağlı olarak kavramsallaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda asrımızda etkin ve baskın olan Batı uygarlığının düşünsel bağrında çıkan bilgisel kavram ve nazariyeleri, Batı dünyagörüşüyle orantılı Batı’nın düşün tarzını ve anlam değerlerini beraberinde taşımaktadır.
Batılı kavram ve nazariyelerin dilin, düşüncenin, kültürün ve değer idrâkinin bütünlüğü açısından düşünüldüğünde, bunların doğrudan tercümeler yoluyla başka toplumlara servisinin yapılması Batı dünyagörüşüne dayalı tefekkür biçiminin de beraberinde aktarılmasına yol açar. Bu aktarımla birlikte toplumların, ilmî düzlemde bir farkındalık oluşturmadıklarından farkında olmaksızın düşünce geleneklerinden yabancılaşmaları sözkonusu olabilir. Ancak gözlemlemekteyiz ki Batı uygarlığı, başta İslâm toplumları olmak üzere bütün milletleri, oluşturdukları kavramların anlam muhtevaları ışığında kendine benzetmeye çalışıyor. Bu nedenle Batılı düşünür ve akımların zihinsel kodları düzleminde üretilen bilgisel kavramların İslâm dünyagörüşü bağlamından test edilmeksizin doğrudan tercüme edilerek İslâm toplumuna aktarılması, ilmî-bilgisel bir yaklaşım olmaktan ziyade ideolojik zihinsel dönüştürücü bir çaba olarak görülmelidir. Bu çabalara ilişkin özgürlük kavramı, iyi bir örnek teşkil edebilir.
Nitekim Fransız ihtilali birlikte günümüze kadar bütün milletlerin etkin olarak dilendirdiği “özgürlük” kavramının İslâm toplumlarındaki bilinçli veya birçok bilinçsiz kullanımı, “liberty” ve “freedom” anlamlarında Batı dünyagörüşü ve Frenk asabiyetiyle doğrudan bağlantılıdır. Batı düşünce idrâkinde özgürlük (freedom) kavramı, Rönesans zihniyetinin bir sonucu olarak meydana gelen Fransız ihtilalinde dilendirildiği anlamıyla insanın bireysel tabiatının dar sınırları içerisinde hapsolunmasına mukabil olarak kullanılır. Bu anlamıyla özgürlük, salt bireysellik fikrine dayandırılarak anlamlandırılması bakımından bireyi biyolojik varlık mertebesine (beşer) indirgenme arayışıdır.
Liberty anlamında özgürlük ise esasen paranın dolaşımıyla ilgili serbestiyet anlamına gelmekle birlikte ahlâkî zafiyetler ve metafizik akidesizlik üzerine kuruludur (Oğur, 2012, 69). Böylesi bir özgürlük anlayışından dolayıdır ki 19. yy. İngiltere’sinin
anayasasında, insanların bir meta gibi satılabileceğine ilişkin yasalar konulmuştur.
Aslında o kadar uzağa bir tarihe gitmeye gerek yoktur. Batı, günümüzde freedom ve liberty bağlamında teşekkül ettiği özgürlük anlayışıyla insanları, bireysel tutkuların ve beşer zihniyetinin ürettiği düşünsel akımların ve siyasal organizasyonların kölesi yapmaya çalışıyor. Farklı bir söyleyişle Batı, insanları özgürlük adına Allah’a kul olmaya ilişkin mefkûreyi tenkit ve hatta buna bilgisel ve fiili savaş açarak insanları kula kulluğu öngören beşerî fikir akımlarının köleliğine çağrı yapıyor. Bu çağrıda, toplumların kendine münhasır geleneksel düşünce bağlarından koparıldığı gibi katliamlarda maruz karşılanıyor. Madame Roland’ın, idamından önce özgürlük adına söylediği şu söz çok manidardır; “ ey özgürlük senin adına ne cinayetler işleniyor (Oğur, 2012, 68).”
Özgürlük, bu iki muhtevasıyla İslâm düşünce tasavvurundaki özgürlük anlayışına tamamen aykırıdır. İslâm düşünce sisteminde özgürlük kavramının kavramsal düzeydeki karşılığı, esasen hürriyet kavramıdır. Hürriyet denildiğinde ise Allah’a iman edip kul olma anlayışı başat olarak akla gelir(Nasr, 1988, 21). Bu anlamda çağdaş düşünce ve fikir akımlarının ele aldığı şekliyle özgürlük kavramı, anlam muhtevası bakımından İslâm’daki hürriyet kavramına tekabül etmediği gibi aralarında kutuplaşma, ayrışma, karşıtlık vardır. Çünkü İslâm, çağdaş düşüncenin önerdiği şekliyle özgürlüğün, insanın biyolojik ve tefekkür yönüne ilişkin bir serbestiyete, Allah’tan uzaklaşma ve kötülük yapmaya ilişkin esaslara bağlı olarak ele alınmasına karşıdır. Çünkü hürriyet fikri ve kavramının muhatabı olarak insan, İslâm düşünce geleneğinde halife ve ümmet kavramlarıyla mecz olduğundan tevhid, din, risalet ve ahiret kavramlarıyla doğrudan bir ilişkisi, sorumluluğu vardır.
Bu bağlamda İslâm düşünce geleneğinde halife olarak insanın varoluşsal gayesi, sosyo-ekonomik alanlarla sınırlı olmayıp Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmak ve bu doğrultuda adaleti mahza üzerinden kendini ve başkalarını idare etmesidir. Çünkü insan, Allah’ın halifesi oluşundan dolayı büyük âlem (macrocosmos) içinden küçük bir âlemi (microkosmos) sembolize eder. Nitekim Allah (cc), insanın yeryüzünde halifesi olması bakımından kâinattaki bütün mevcudatları onun için yaratmış ve karşılığından kendisine abd olunmasını istemiştir. Bu nedenle Allah (cc), insanı, biyolojik ihtiyaçlarını gidermesi veya başıboş olarak dolaşması için yaratmış değil, kendisine kulluk vazifesini yerine getirmesi ve adaletle hükmetmesi için yaratmıştır.
Bu minvalde özgürlük/hürriyet, insanın bedenine ilişkin duyguların tatmin edilmesi değil, onun ruhuna ilişkin düşünsel arayışları ihtiva eder. Çünkü asıl özgürlük, insanın ruhuna ilişkin bir arayıştır. Bu konuda Hegel, ruhun özünün özgürlük, bedeninin özü ise ağırlıktan, maddeden ibarettir, der. Bu bakımdan beden, ruhun özgürlüğünü kuşatan bir hapishane hükmündedir. Ruh ise, sürekli bu beden zindanından ayrılıp vuslata erişme arzusundadır. Bu anlamda İslâm, özgürlük dinî olarak değerlendirilirken Batı dünyagörüşü menşeli materyalist, komünist, sosyalist ve pozitivist tefekkür biçimleri ise bireyin özgürlük arayışını, arzularına ve bedenine hapsederek bir bakıma düşüncenin tutsaklığını önceler. Oysaki tutkunun kölesi olmak, özgürlüğünü yitirmiş köleden daha aşağı bir şeydir. Bu bağlamda Fahreddin Razi (ö.606) ve Aristoteles’e göre salt bedene ilişkin arzularının tatminine çalışan kişi, gerçek anlamda özgürlüğü elde edemez. Çünkü özgürlük, esasen insanın ruhuna, düşüncesine, hayata verdiği anlamın kozmik adalet açısındaki uygunluğuna ilişkindir.
Sonsöz olarak zihnime kelepçe vurup ellerimi serbest bırakan özgürlük, varsın ötelerde dursun.
Kaynakça: Seyyed Hossein Nasr, Islâm and The Plight of Modern Man, (Pakistan//Lahor: Suhail Akademy, 1988); Yıldıra Oğur, Ey Özgürlük, (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2012); Ali Bulaç, İnsanın Özgürlük Arayışı, (İstanbul: Beyan Yayınları, 1988).