• DOLAR 32.556
  • EURO 34.932
  • ALTIN 2443.822
  • ...
Medine’nin Ebu Bekir’i:  Ebu Eyyub El-Ensarî
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

MEHMET EMİN ÖZMEN / DOĞRUHABER / ARAŞTIRMA

Ashabın bize öğrettiği en önemli hususlardan biri, aziz Peygamberi nasıl sevmemiz gerektiğidir. Asr-ı Saadet’ te, Peygamber sevdalılarının en çok kullandığı sevgi cümlesi; “Anam babam Sana feda olsun”du. Bu sözcükler öylesine kullanılan, laf olsun diye söylenen kelimeler değildi. Onlar Peygambere mutlak manada annelerini ve babalarını feda edilebilecek bir sevda ile bağlıydılar. Peygamber sevdalıların o günlerde yaktığı sevgi meşalesi, bugünkü Peygamber sevdalılarının yolunu aydınlatmaktadır.

BİR AŞIĞIN HİKÂYESİ

Bizler her ne kadar O’nu Ebu Eyyub el-Ensarî diye tanısak da, asıl adı Halid bin Zeyd’dir. Ensar’dan, Hazrec kolunun Neccaroğullarına mensuptu. Kaynaklarımızın belirttiğine göre İkinci Akabe bey’atına katılanlardandır. Biz biliyoruz ki İkinci Akabe bey’atının mimarı, Mus’ab bin Umeyr’dir. İkisi kadın, 75 Müslümanla bu bey’at gerçekleştirildi. İşte bey’ata katılan Neccaroğulları’dan biri Ebu Eyyub el-Ensarî’dir. Bu da şu anlama geliyor. Ebu Eyyub, Mus’ab bin Umeyr’in tebliği ile İslam’ı kabul ettikten sonra bu 75 kişi ile birlikte Mekke’de Peygamberimize bey’at etti. Zaten hicretten sonra Ebu Eyyub, bizzat Mus’ab bin Umeyr ile kardeş yapıldı.

Akabe’de Peygamber sevdalısı olan Ebu Eyyub el-Ensarî, Medine’ye döndükten sonra bu sevdasını yayma işine girişti. Kendisini, İslam’ı tebliğ ve insanları tebşir ile vazifelendirdi. Bu sayede çevre akraba ve dostları da İslam dairesi içine girdiler. Öyle ki Neccaroğulları’ndan küçücük kızların Peygambere olan sevgileri, günümüzün büyük/küçük-kız/erkeklerin tümüne örneklik teşkil etmektedir. Bu nedenle asrımızın Peygamber sevdalıları, meydanlarda kız çocukları ile de bu sevgilerini izhar etmektedirler. Her ne kadar küçük kızlarımız, kendilerini Neccaroğulları’ndan saymasalar da, Peygambere olan sevgilerini haykırıp, ellerindeki Muhammedî bayrakları en yükseğe çıkarmak için, canlarını bile ortaya koyuyorlar.

PEYGAMBER MİHMANDARI

Ebu Eyyub el-Ensarî isminin, tarihte en çok zikredildiği olay hangisidir, diye bir soru ile karşılaştığımız zaman, herhalde Peygambere olan mihmandarlığını zikretmemiz gerekecektir. Gerçekten de Hz. Peygamberin Medine’ye hicret için gelmekte olduğunu duyan Ebu Eyyub el-Ensarî, artık yerinde duramaz olmuştu. Her gün Medine’den üç-dört mil uzaklaşıp, Hire denilen mevkide Hz. Peygamberi bekliyordu.

Nihayet beklenen gün gelmiş, Hz. Peygamber Medine’ye teşrif etmişti. Ebu Eyyub el-Ensarî, tüm Neccaroğulları’nı toplayarak, O’nu karşılamaya gitmiş ve karşılama merasimini hakkıyla ifa etmişlerdi. Ancak, Medine bir problemle karşı karşıyaydı. Acaba o güzel Resul’u misafir etme bahtiyarlığına kim erişecekti?

Gönüllere hitap eden Peygamberin gönül kırması olmazdı. “Devem nerede oturursa orada misafir olurum” dedi. Ensar deveyi serbest bırakıp, oturmasını bekledi. İçten pazarlıklılar hariç, herkes devenin kendi evinin önüne çökmesini istiyordu. Hatta içten pazarlıklılar dahi devenin kendi kapılarına oturmasını istiyordular. Ancak onların bu istekleri samimiyetten değil, kendi evlerine gelecek Kutlu Misafirin şahsiyetini, nüfuzlarında kullanmak içindi. Aziz Peygamberin gönülleri incitmemesi gerektiği hususu Allah tarafından elbette biliniyor ve deve ona göre yönlendiriliyordu.

Deve, Ebu Eyyub el-Ensarî’nin evine yakın, Neccaroğulları’ndan iki yetimin arsasında çöktü. Tabi arsa ücreti ödenerek satın alındı. Peygamber, arsayı bağışlayalım tekliflerini kabul etmedi. Çünkü O, en çok yetimleri seviyordu. Yetimlerin başını bile bir başka okşuyordu. O’nun yetimlere olan sevgisini ve başlarının okşayışını bilenlerden biri, Cafer bin Ebi Talib’in hanımıydı. Cafer, Mûte Savaşı’nda şehid düştüğünde, Resullulah O’nun evine gitmiş ve çocuklarının başını okşamaya başlamıştı. Bu sevgideki ince detayı fark eden Cafer’in hanımı; “Annem, babam Sana feda olsun ya Resulullah, neden benim çocuklarımın başını yetimlerin başı gibi okşuyorsun, yoksa Cafer’e bir şey mi oldu?” diye sormuştu.

Mihmandar olmak isteyen Ensar’dan bazıları ise deveyi yerinden kaldırmak için uğraşıyorlardı. Öyle ki deveyi tepikleyenler bile vardı. Ama deve orada oturmakta kararlıydı. Ebu Eyyub el-Ensarî, en yakın ev sahibi olması hasebiyle, hemen Kutlu Misafirin eşyalarını evine taşıdı. Hatta bazıları, Ebu Eyyub eşyaları misafir etsin, ama Peygamber bize gelsin diyorlardı.

Esad bin Zürare’ye ise bizzat deveyi misafir etmek düştü.

KUTLU MİSAFİR

Kaynaklarımız misafirlik sürecini bizzat Ebu Eyyub el-Ensarî’nin ağzından aktarırlar. Peygamber, gelecek olan ziyaretçileri de göz önüne alarak, iki katlı evin giriş, yani zemin katında oturmayı tercih etti. Her ne kadar Ebu Eyyub, kendisini yukarıdaki kata davet ettiyse de, Peygamber; “Burası bizim için daha uygundur” diyerek, alt katta oturmayı uygun gördü. Bir gece Ebu Eyyub’ların su testileri kırıldı. Aman Allah’ım, dökülen suyun kutlu misafirin üzerine damlaması ihtimali vardı. Hemen Ebu Eyyub ve Ümmü Eyyub tek örtüleri olan kadife yorganlarını suya bastırdılar ve o geceyi bir kenarda geçirdiler. Gecenin sabahında Ebu Eyyub, Resulullah’ı ikna ederek eşyalarını yukarıya taşıdı.

Medine’nin serirleri (Üzerinde yatılan, hasırla kaplı bir çeşit yatak) meşhurdu ve Ebu Eyyub’un evinde yoktu. Peygamber’in en büyük lüksü böyle bir yatağa sahip olmasıydı. Yani o güzel insan, hasır üzerinde uyuyacaktı bundan böyle. Esad bin Zürare hemen bir serir getirdi Aziz Peygamber’e. Artık vefatına kadar bu seririn üzerinde uyuyacaktı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahabeler ölüleri bu serirle defne götürdüler. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer bu serirle defne götürülmüşlerdi. Peygamberler miras bırakmazlardı ama Ondan geriye kalan serir, Emeviler zamanında mezada çıkarıldı ve 400 dirheme satıldı.

Ebu Eyyub ve Ümmü Eyyub canhıraş bir şekilde misafirlerini memnun etmeye çalışıyorlardı. Sadece onlar mı? Bütün Medine Resulullahın kaldığı evin etrafında fır dönüyordu. Peygamber sevdalıları eve yemek taşımaya başladılar. Gelen yemekler ashapla birlikte yeniyordu. Ensar, yemekten sonra o kutlu insanın kendilerine yapacakları dua için bekleşip duruyorlardı. Ümmü Eyyub, mütevazı yemekler yapar, üst kata gönderir, sonra gelen yemek kabını iyice inceler, kocasıyla birlikte Misafirin elinin değdiği yerden yemeye çalışırlardı. Peygamber’in yemediği soğan ve sarımsaklı yemek, Ebu Eyyub’un feryat etmesine yetiyordu. Peygamber; “Ben bu sebzeden hoşlanmadım ama siz yiyebilirsiniz” demesine rağmen, Ebu Eyyub; “Senin hoşlanmadığın bir şeyden bizler de hoşlanmayız” diye cevap vermişti. Onlar ne güzel sevdalılardı. Bu sevdaları damak tatlarını bile değiştirebilecek nitelikteydi. Resulullah o gün yemeyin diye bir şey söyleseydi, sevdalıları bir daha asla soğan ve sarımsağı ağızlarına almayacaklardı.

VEFATI

İslam Devleti’nin ilk başkenti olan Medine’de başlayan sevdasını, son İslam Halifeliğinin başkenti olan İstanbul’da tamamladı. Hicri 52’de Emeviler o zaman ki ismi ile Konstantiniyye’ye bir ordu sevk etti. Bu ordunun içinde sahabeler de vardı. Bahsettiğim ordu İstanbul önlerine geldiğinde, aralarında 90 yaşlarında bir yiğit delikanlı da vardı. Bu doksanına merdiven dayamış mücahit, Ebu Eyyub el-Ensari’den başkası değildi. Hem de şahadet aşkıyla, en olmadık hareketlere kalkışıyor, uğraşıp didiniyordu. Muhasarada, 52/672’de ruhunu Allah’a teslim eden bu zat, surlara yakın defnedilmeyi vasiyet etmiş ve öyle de yapılmıştır. Kabri bugün Müslümanların ziyaretgâhı olmuş durumdadır.

Peki, 90 yaşlarında, piri fani diyebileceğimiz bu sahabeyi İstanbul’un önüne kadar getirten esas amil nedir? Bu durum, İslam sedasını en gür şekilde, surlardan haykırma heyecanı ve İslam sancağını daha ileri taşıma şevkinden başka bir şey ile ifade edilemez.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir