• DOLAR 32.592
  • EURO 35.045
  • ALTIN 2462.34
  • ...
Doğu! Ahh Doğu! Bu Hacr Ne Zamana Kadar
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Muhammed Mehdi Gül / İnzar Dergisi
 
"Doğu! Doğu! Ben beynimi onun hastalığını teşhis ve tedavi etmek için tahsis ettim. En ölümcül hastalık ve tek fikir etrafında birleşme yolunu tıkayan neden olarak, halklarının parçalanmışlığını, fikirlerinin dağınıklığını ve ittifakla ihtilaf edip ihtilafta ittifak etmelerini gördüm. Sanki ittifak etmemek üzere ittifak etmişlerdir. Böyle bir milletin ayağa kalkması mümkün değildir..."

Yürek dağlayan bu yanık feryadı işitince ayağa kalktım. Elimi güneşe karşı siper yapıp ileriye baktım, uzaklara... Sonra dönüp geriye, arkamda kalan zamana… Ardından hayal şimendiferime binerek mazi taraflarına, yani sesin geldiği yöne doğru bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Maksadım, sesin sahibini bulmak, Doğu`nun, hususen İslam âleminin ahvalini yerinde görüp müşahede etmekti. Bana göre hâl`i gerçekten dert edinenlerin mazileriyle mutlaka bir irtibat ve iletişim içinde olmaları lazım. Tâ ki hâl`in istikamet ağacı mâzi pınarının berrak suyuyla sulanıp neşv u nema bulabilsin. Ki ağacın semereye durması hemen her bakımdan bu eylemin sağlıklı bir metodla tahakkuk etmesine bağlı…

Ben aslında sesin sahibine ulaşmak için çok daha yakın bir mesafe bekliyordum; ama bir de ne göreyim, baktım ki 120, 130 sene öncesinin uçsuz bucaksız vadilerine kadar gidip düşüvermişim. Vadiler; bütünüyle eski, eskinin koku ve havasıyla dolu, dopdolu... Bir yanda ``Doğu! Doğu!" inleyiş ve serzenişleri kulaklarımda yankılanıp dururken, diğer yandansa hayal şimendiferimde etrafa göz gezdirerek yol almaya devam ediyordum. Meltem ve sularını çekmişti bunlar. Çoban ve çiftçilerde heyecan kalmamıştı. Bağlarda, meralarda ölü sessizliği hâkimdi. Ne bir meşaleye ne bir karanfile ne de herhangi bir erguvana rast geldim. Dahası, sahabe mirasından eser, mücahidlerin süregelen destanımsı akınlarından izler ve kokular yoktu. Anlaşılan dedim, kılıçlar kınlarında paslanmaya verilmiş. Sesin sahibinin yakındığı ihtilaftan ayrı olarak cehalet ve fakirliğin de bu vadileri sarmaşık ağları gibi sarıp sarmaladığını gördüm. Açık söyleyeyim, daraldım. Nefesim kesildi sandım. Hatada tekrarı yaşamaktan usanıp bıkmayan bir topluluğun ahvalinden daraldım, daraldım... Hâlbuki ben hâl`ın ahvalini hâlde bırakmak ve hâlin tazyiklerinden halî olup bir parça da olsa halvet etmek üzere yollara düşmüştüm.

Hâsılı, başınızı ağrıtmayayım. Sonra kendimi kınayıp toparlandım. "Ey nefis! Dedim, sakın ha küçümseme bu hali… Bilesin ki buralar, hâl`in acı ve/ya tatlı meyve tohumlarının toprağın rahmine bırakıldığı yerler, menzillerdir. Anadır buralar, anaya hürmette kusur olmaz. Yola çıkış maksadını unutma. Gelmişken dedim, hiç olmasa eli ve kalbi boş dönenlerden olma. Mâzinin irfan kaynaklarına in. Sen bunun fakirisin. Hiç olmasa hâl`in istifade edeceği faydalı şeylerle, ufuk açıcı reçetelerle dönmeye bak ve behemehâl sesin sahibine ulaşmaya çalış. Tamam, vadileri, vahaları kurak gördün, doğru… Ama gördüğün her şey her zaman sana göründüğü gibi değil, olmayabilir. Nice durgun sular vardır ki altında ne kaynaklar, ne pınarlar ve ne nehirler coşup durmaktalar...

Biz nefisle bu muhavere içindeyken hayal şimendiferim beni tam da müstefid olacağım feyizli bir meclisin ortasına bırakıverdi. Dikkat kesildim. A! Bir de ne göreyim, baktım "Doğu! Doğu!" diye inleyen sesin ta kendisi. Konuşuyordu. Son derece ciddi siyasi tahliller yapıyordu;

"İngilizler ya da bir Batılı devletle kıyaslandığında diyordu, Mısırlılar ve genel olarak Doğuluların durumu, son derece müsrif ve savurgan varislere bir kısmı malum ekserisi meçhul emlak ve servet bırakan zengin adamın durumuna benzemektedir."

Orta genişlikte bir mekândı burası. Meclistekilerin sayısı çok değilse de az da değildi. Daha ziyade özel, hususi bir sohbet ortamı gibiydi. Sesin sahibine baktım; başı büyük, gözleri dikkat çekecek kadar iri, buğday tenli ve yüzü genişçe… Başköşede kendinden son derece emin bir şekilde oturmuş, konuşmaktaydı. Meclistekiler onu son derece dikkatli ve büyük bir saygı içinde dinliyorlardı. Bu haliyle meclis, heybet ve vakardan bir elbiseye bürünmüş gibiydi. Hayalimin elinden tutup boş bulduğum köşeye sessizce çöküp herkes gibi dikkatle dinlemeye koyuldum. Adam konuşmaya devam ediyordu;

"Bu halde şeriat, sefih ve savurgan varise kısıtlama (HACR) konulmasına hükmetmiştir. Şeriat bu durumdaki varisi yetersiz ve iradesiz saymış, murisinin emlak ve terekelerini idare etmede özgür görmemiştir."

Meclisten biri araya girerek gayet nazik ve saygılı bir üslupla "Bunu nereye bağlamak istiyorsunuz, Üstadım?" diye sordu. Üstad soruyu aldı ama istifini hiç bozmadı, üslup ve...
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir