Evliliği Oyun Sananlar
Vaktinden önce evlenmek isteyen bir kız çocuğu, anne-babasının kendisini ikna ederken, başka hayatlardan kesitlerle verdikleri bir örneğe karşın herkes aynı akıbete düşecek değil ya diye düşünebilir. Ya da gerçek aşkı bulduğuna inanarak, aşkına sadık kalma mecburiyeti de taşıyabilir. Ancak bunlar evliliğe körü körüne adım atmak için yeterli ve geçerli sebepler değildir
Reyhan Çelebi / Nisanur Dergisi
Kızları erken evliliğe iten çeşitli sebepler vardır. İlgisizlik, aile içi iletişim bozuklukları vs… Öte yandan sorumluluklarını yerine getirdiği halde çocuklarının erken evlilik sorunuyla karşı karşıya kalan bazı aileler de vardır.
Çevremizde henüz çocuk diyebileceğimiz kız annelerinin bu konuda şikâyetine şahit oluyoruz. On üç- on dört yaşlarında bir kız, evlenmek isteyebiliyor ve bu konuda tüm aileyi şaşırtacak kadar büyük tepkiler gösterebiliyor. Dahası evlilik isteği onaylanmayınca anne ve babasını kaçmakla tehdit edebilmekte, kendisini evlendirmeleri konusunda ısrar edebilmektedir. Bu gibi kızlarda evliliğe olan merak, birinci neden olmaktadır çoğu kez. Birçok anne-baba, özellikle bu konuda her yola başvurduğu halde başarısız olmaktadır ve kızlar isteklerini yerine getirerek evliliklerini gerçekleştirmektedirler.
Allah Resulü (AS); “Evlenen dininin yarısını tamamlamış olur” diye buyurarak evliliğin gerekliliğine vurgu yapmaktadır.
Evlilik, zamanında ve doğru tercihle yapılırsa, bir rahmet hazinesi olduğu gibi erken yaşlarda ve ailesinin isteği haricinde yapılan bir evlilik, sonu gelmeyen zahmet ve eziyet çeşmesi olabilmektedir.
Henüz hayatın gerçek rengini görebilecek bakışa sahip değilken -ki bu yaşlar hayatın tozpembe görüldüğü on yedi yaş altıdır- evlilik gibi ciddi bir müesseseye adım atmak kişinin hayatındaki en büyük pişmanlıkların kapısını kendi rızasıyla aralaması demektir.
Kendi zoruyla ya da evden kaçarak evlenen bir kız, belki ilk başta zafer elde etmiş birinin sevincini yaşayabilir; ancak tecrübeler bu sevincin evliliğe atılan adımın hemen akabinde yerini pişmanlığa bıraktığını kanıtlamaktadır. Çevremizde bunun sayısız örneklerini müşahede etmekteyiz. Ebeveyni evliliğe karşı çıkmış, belki de damat adayının uygun olmadığını defaatle dile getirmiş; ama bunu kızına kabul ettirememişlerdir.
Genç kız, anne-babasını “eski toprak” diyerek ya da özellikle kendisi okul okuduğu halde ebeveyni okul okumamışlarsa onları cahil olarak görüp sözünü dinlemeden bir evlilik yaptığından özellikle babanın hiddetini kazanmış ve desteğini kaybetmiştir. İleride yaşanan her tatsız durumu içine atmaya mecbur hissedip, hayata küsmüş bir halde yaşamına devam edenler olduğu gibi, pişmanlığı anne-babasına yansıtıp desteklemeleri için yalvaranlar da mevcuttur.
Evliliklerin bazen omuzları çatırdatan ağır sorumluluğu, yükü vardır. İşte tam da bu gibi durumlarda anneye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyar kızlar. Karşılaştığı zorluğu nasıl aşacağı konusunda annenin kızına yapacağı bir nasihat ya da babanın vereceği destek o evliliğin yeniden inşasına veya selametle devamına neden olabilmektedir. Ailesini karşısına alan bir kız için ise durum hiç de iç açıcı değildir. Anne, kızının pişmanlığından dolayı içi yanmış bir halde, sürekli olarak “ben demiştim” sözünü tekrarlayıp duracaktır. Baba ise incinmiş gururuyla kızını desteğinden mahrum bırakacağı gibi annenin yardım etmesine de müsaade etmeyecektir.
Evden kaçarak mutlu olacağına inanan bir kızın, pişmanlığı daha ilk günden başlar. Bu pişmanlığı zamanla psikolojik sorunlar, bunalımlar takip eder. Evden kaçarak, ya da anne-babasının sözünü çiğneyerek kendine bir iyilik yaptığına inansa da, esasında en büyük kötülüğü yaptığını kısa zaman sonra anlayacaktır. Başına gelebilecek her türlü sorun ve huzursuzluklara karşı tek başına mücadele etmesi gerekecek, hatta çoğu zaman bu gücü kendinde de bulamayacaktır. Bütün ömrü boyunca ne anne-babasına ne de eşine karşı kendini savunacak cesareti de bulamayacaktır. Kendine yapılan haksızlıklar karşısında hür olmadığını, tam tersine kendini eli kolu bağlı bir tutsak gibi hissedecektir. Eşiyle, eşinin ailesiyle, kaynanasıyla her girdiği tartışmada veya her mevzu açıldığında “iyi olsaydın kaçmazdın”, “seni zorla mı kaçırdım” ya da...
Çevremizde henüz çocuk diyebileceğimiz kız annelerinin bu konuda şikâyetine şahit oluyoruz. On üç- on dört yaşlarında bir kız, evlenmek isteyebiliyor ve bu konuda tüm aileyi şaşırtacak kadar büyük tepkiler gösterebiliyor. Dahası evlilik isteği onaylanmayınca anne ve babasını kaçmakla tehdit edebilmekte, kendisini evlendirmeleri konusunda ısrar edebilmektedir. Bu gibi kızlarda evliliğe olan merak, birinci neden olmaktadır çoğu kez. Birçok anne-baba, özellikle bu konuda her yola başvurduğu halde başarısız olmaktadır ve kızlar isteklerini yerine getirerek evliliklerini gerçekleştirmektedirler.
Allah Resulü (AS); “Evlenen dininin yarısını tamamlamış olur” diye buyurarak evliliğin gerekliliğine vurgu yapmaktadır.
Evlilik, zamanında ve doğru tercihle yapılırsa, bir rahmet hazinesi olduğu gibi erken yaşlarda ve ailesinin isteği haricinde yapılan bir evlilik, sonu gelmeyen zahmet ve eziyet çeşmesi olabilmektedir.
Henüz hayatın gerçek rengini görebilecek bakışa sahip değilken -ki bu yaşlar hayatın tozpembe görüldüğü on yedi yaş altıdır- evlilik gibi ciddi bir müesseseye adım atmak kişinin hayatındaki en büyük pişmanlıkların kapısını kendi rızasıyla aralaması demektir.
Kendi zoruyla ya da evden kaçarak evlenen bir kız, belki ilk başta zafer elde etmiş birinin sevincini yaşayabilir; ancak tecrübeler bu sevincin evliliğe atılan adımın hemen akabinde yerini pişmanlığa bıraktığını kanıtlamaktadır. Çevremizde bunun sayısız örneklerini müşahede etmekteyiz. Ebeveyni evliliğe karşı çıkmış, belki de damat adayının uygun olmadığını defaatle dile getirmiş; ama bunu kızına kabul ettirememişlerdir.
Genç kız, anne-babasını “eski toprak” diyerek ya da özellikle kendisi okul okuduğu halde ebeveyni okul okumamışlarsa onları cahil olarak görüp sözünü dinlemeden bir evlilik yaptığından özellikle babanın hiddetini kazanmış ve desteğini kaybetmiştir. İleride yaşanan her tatsız durumu içine atmaya mecbur hissedip, hayata küsmüş bir halde yaşamına devam edenler olduğu gibi, pişmanlığı anne-babasına yansıtıp desteklemeleri için yalvaranlar da mevcuttur.
Evliliklerin bazen omuzları çatırdatan ağır sorumluluğu, yükü vardır. İşte tam da bu gibi durumlarda anneye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyar kızlar. Karşılaştığı zorluğu nasıl aşacağı konusunda annenin kızına yapacağı bir nasihat ya da babanın vereceği destek o evliliğin yeniden inşasına veya selametle devamına neden olabilmektedir. Ailesini karşısına alan bir kız için ise durum hiç de iç açıcı değildir. Anne, kızının pişmanlığından dolayı içi yanmış bir halde, sürekli olarak “ben demiştim” sözünü tekrarlayıp duracaktır. Baba ise incinmiş gururuyla kızını desteğinden mahrum bırakacağı gibi annenin yardım etmesine de müsaade etmeyecektir.
Evden kaçarak mutlu olacağına inanan bir kızın, pişmanlığı daha ilk günden başlar. Bu pişmanlığı zamanla psikolojik sorunlar, bunalımlar takip eder. Evden kaçarak, ya da anne-babasının sözünü çiğneyerek kendine bir iyilik yaptığına inansa da, esasında en büyük kötülüğü yaptığını kısa zaman sonra anlayacaktır. Başına gelebilecek her türlü sorun ve huzursuzluklara karşı tek başına mücadele etmesi gerekecek, hatta çoğu zaman bu gücü kendinde de bulamayacaktır. Bütün ömrü boyunca ne anne-babasına ne de eşine karşı kendini savunacak cesareti de bulamayacaktır. Kendine yapılan haksızlıklar karşısında hür olmadığını, tam tersine kendini eli kolu bağlı bir tutsak gibi hissedecektir. Eşiyle, eşinin ailesiyle, kaynanasıyla her girdiği tartışmada veya her mevzu açıldığında “iyi olsaydın kaçmazdın”, “seni zorla mı kaçırdım” ya da...