Bir Destandı KARACADAĞ
1984 yılında fiili eylemlere başlayan PKK, yavaş yavaş Doğu illerinin hepsine yayılmaya çalıştı. Fakat kendileri açısından bir sorun vardı. Kürt halkı dindardı ve geleneksel de olsa İslami yaşantıyı esas alıyordu. Dağlarda eylem yapan PKK militanlarının, İslam ile taban tabana zıt felsefeleri ve yaşam tarzları halkın gözünden kaçmıyordu. Durumu anlayan PKK, şiddet ve baskı uygulayarak halka boyun eğdirmeye çalıştı. Zamanla gerçek yüzlerini, İslami birkaç motifle örtmeye çalışmayı da ihmal etmediler. Buna rağmen durumun farkında olan Kürt halkından, katliamlara varan eylemlerine rağmen, istedikleri desteği alamadılar. İşte bu hafta, İslami endişelerinden dolayı PKK’ya direnç gösteren Karacadağ köylerinin destansı mücadelesini ele alacağız.
KARACADAĞ, DAĞ GİBİ DİRENDİ
PKK lojistik destek sağlama, dağa adam götürme ve her türlü kaynaklardan yararlanma amaçlı olarak söz konusu bölgede eylemlere başladı. Amaçlarına ulaşmak için yörede etkin olan İslami şahsiyetleri zorla sindirmeye, baskıya rağmen sinmeyenleri ise şehid etmeye başladılar. Aldıkları karar gereği, 1992 yılında kapısını çaldıkları kişilerden biri Molla Ubeydullah’tı. Evine baskın yapıp kendisi ile görüşmek istediklerini söylediler. Fakat bu yöntemle evlerden alıp, öldürdükleri yüzlerce kişi olduğundan,
Molla’nın oğlu Muhsin erken davrandı ve baskıncılardan birini öldürüp, diğerini yaraladı.
Sonraki süreçte Muhsin ile Molla Hamdullah yanlarında bir arkadaşları ile birlikte, Çınar (Diyarbakır’ın ilçesi) yolunda PKK’nin yol aramasına denk gelip çatışmaya girdiler. Zınar kod isimli PKK’li komutan öldürülünce, diğer militanlar Muhsin ile Molla Hamdullah’ın bulunduğu araca saldırdılar. Bu şekilde ikisi de şehid oldu.
Fakat PKK’nin saldırıları bunlarla sınırlı değildi. Selahaddin ve Ahmed isimli tebliğvan Müslümanlar, bir evde vaaz ve nasihat ederlerken, PKK’nin saldırılarına maruz kaldılar. Çıkan çatışmada iki PKK’li ölürken, Selahaddin ve Ahmed şehid oldular. Bu iki şehidin cenazelerine bile tahammül edemediler. Çünkü bedenleri baltalarla parçalanmış olarak bulundu.
Bu şekilde yaptıkları saldırı ve suikastlar sonucu; Muhammed Nur, Muhsin, Molla Hamdullah, Selahaddin, Ahmed, Hüsnü, Tevfik, Hamza ve İhsan gibi Müslümanları şehid ederek, Karacadağ bölgesini şiddet sarmalına dolayan PKK, bölge insanına her türlü baskıyı reva görüyordu. Kendilerini Şeyh Said gibi dindar olarak tanımlayan Karacadağ’ın Müslüman, Kürt aşiretleri, PKK’nin getirmeye çalıştığı Marksist/Leninist ideolojiye tamamen yabancı olup, Moskof artıkları olarak bildikleri örgütü aralarına almamak için direniyordu. PKK, Karacadağ bölgesinde yaptığı eylemlerde çok zayiat verince, bir zamanlar “Köy cezalandırma” dedikleri ve İdil’in Peçenek(Mırık) ve Ömerli’nin Pınarcık gibi köylerinde kadın, çocuk, yaşlı ve hatta kundaktaki bebelere varana kadar, tüm köylüyü imha etme eylemini, Şehid Yüksel’in köyü olan Qubik’te uygulamayı denediler.
ŞEHİD YÜKSEL’İN ÂLÎ MAKAMLARA YÜKSELİŞİ
Ancak kendilerini Şeyh Said’in torunları olarak değerlendiren Karacadağ’lı aşiretlerin ve özellikle dindarlıkları ile tanınan Şehinan aşiretinin, Marksist/Leninist örgüte pabuç bırakmaya pek niyetleri yoktu. Qubik köylüleri, yine kendilerince 150 kişilik bu Moskof artıklarına, 50 kişi ile karşı koymuş ve niyetleri köydeki tavuklara varana kadar imha olan PKK’lilerle çatışmışlar. Çevre köyler, Qubık’te taş üstüne taş kalmadı diye düşünürlerken, saldırganlar püskürtülmüştü.
Fakat katliam kararından vazgeçmeyen PKK, 16/08/1993 günü Şehid Yüksel’in babasının ortağı olduğu köy otobüsünü durdurduktan sonra hiçbir şeyden haberi olmayan yolcuları tarayıp, avam dediğimiz, yani bölgede tarafsız kalan köylülerden 6’sını şehid ederler. Olayı duyan köylüler, imdada koşarlar. Aralarında bölgede cesaretiyle nam salan Yüksel de vardır. Çok geçmeden köy otobüsünü yakıp, 6 kişiyi katleden PKK’li failler kıstırılır. Çatışma çıkar, PKK’lılar kaçmak için ekinleri, otları ateşe verirler. Fakat ilahi yardım devreye girer. Yaz günü yağmur yağmaya başlar ve otlarda başlayan yangın söner. Sonuçta 6 PKK’lı öldürülür. 7 kişi oldukları tespit edilen saldırganlardan yaralı olanı bulmak için, Yüksel çatışma mahalline dalar. Bir süre sonra yaralı PKK’lı ile göz göze gelirler. İkisi aynı anda silahlarını ateşlerler. Yüksel’in âlî makamlara yükselmesinin vakti gelmişti. Yüksel şehid olur. Yaralı PKK’li ise Şehid Yüksel’in ateşi sonucu orada can verir.
EN UCUZ YÖNTEM: MAYIN DÖŞEME
Karacadağ bölgesinde çok kayıp verdikleri halde bir türlü sonuç alamayan PKK, en ucuz şiddet yöntemi olan mayın döşemeye yönelir. Gökverin, Kanipankê, Herikê, Qaliğ gibi köylerin şehre gidip gelen bir servis otobüsleri vardı. Ramazan ayında, Kadir Gecesi’nin sabahıydı. Tarihler 10/03/1994’ü gösteriyordu. Köylüler bayram hazırlıkları yapıyordu. Otobüs saydığımız köylerden yolcu ala ala ilerledi. Aslında bundan sonrasını köylülerden dinlesek daha iyi olur:
Otobüs şoförü şu şekilde olayın başlangıcını anlatır: “Benim adım Sinan, Kanipankê köyündenim. Dört köyün; Gökverin, Kanipankê, Herikê, Qalığ’ın servis şoförlüğünü yapardım. Her sabah dört köyün yolcusunu alıp şehre giderdim. Akşama yolcularımı geri getirip, köylerine dağıtırdım. Bayrama üç gün kalmıştı, bayram ihtiyacı için şehre gidiyorduk.”
Bu şekilde yola koyulan köy servisinin mayına basması olayını ise yine köylülerden Yusuf adlı kişiden dinleyelim: “Otobüste yer kalmamıştı. Bu nedenle biz traktöre bindik. Hem gübre almak hem de ev ihtiyaçlarımızı tedarik etmek için yola çıkmıştık. Köy otobus üç yola girer girmez ilk önce siyah bir duman yükseldi. Ben bağırarak, mayın patladığını söyledim. Daha patlama sesi gelmemişti. Traktör durduktan sonra ses geldi. Hemen döndük, otobüsün imdadına koştuk. Mayın otobüsün sağ ön tekerleğinde patlamıştı. Otobüsün ön tarafı yarıya kadar komple gitmiş, ön taraftaki insanların hepsi şehid olmuştu.”
MAYIN ŞEHİDLERİ
PKK’nin şiddet ile Köylüleri sindirmek istemesinin neticesi olarak, böyle ucuz yöntemlere başvurması deyim yerindeyse “Namertlikten” başka bir şey değildi. Düşman namertti ama şehadete de bir vesileydi. Namert eylemin mert şehidleri şunlardı:
ŞEHİD BEDRİ: Şehid olduğunda kırk yaşındaydı. Kendisinden hiç kimsenin incinmediği halim, selim bir insandı. Kadir Gecesi’nde sabaha kadar camide ibadetle meşgul oldu. O gün arabada yer kalmadığı halde zorla arabaya bindi. Mayın patladığında, en çok Bedri’nin vücudu parçalanmıştı. Bir ayağı yüz metre öteden getirildi. Böylece tertemiz bir şekilde Rabbine kavuştu.
HACI RAMAZAN: Şehid olduğunda 56 yaşlarındaydı. “Ne varsa gençlerdedir, bizim yaşımız geçti. Genç olsaydık belki bir işe yarardık, belki bize de şehadet nasip olurdu. Şimdi biz yaşlandık, artık şahadet bize nasip olmaz.” derdi.
MELE HIDIR: Fahri imamlık yaptığı camide çocuklara Kur’an dersi verirdi. Cami cemaatine vaaz ve nasihatlerde bulunurdu. O gece Kadir Gecesi’ydi ve cami cemaatiyle beraber sabaha kadar ibadet ile meşgul oldu. “Bu gece ne kadar güzeldir ve ne kadar gariptir. Allah Teâlâ bu mukaddes günlerde canımızı alsın” diyerek bir Peygamber varisi olma liyakatiyle huzur-u İlahiye gitti. Mele Hıdır, Kadir Gecesi’nde sabaha kadar hoparlör ile köylülere “Gelin bu gece kurtuluş gecesidir, bu gece hayır gecesidir, gelin bu gece ibadet edin.” diye vaaz vermişti.
HALİL: 52 yaşındaydı ve beş çocuğu vardı. Fakir bir insandı. Ahlakı güzel olan Halil’den kimse incinmezdi. Nerede bir güzel ve iyi bir iş varsa, kendisini orada bulurdunuz.
MEHMET EMİN VE MEHMET HALİL: İslam davasının iki küçük aşığıydılar. Köy çocuklarını camiye toplarlardı. Şehadet için can atarlardı. Şehadet yarışına girmişlerdi; biri önce ben şehid olacağım diyordu, diğeri ben önce şehid olacağım diyordu. Vücutları parçalanmıştı.
KUTBETTİN: Hayvan alım satımıyla uğraşan fakir bir insandı. Okuma yazması olduğundan köylülere kitap okurdu. Kötü niyetli insanlara karşı dikkatli davranmalarını tavsiye ederdi.
MEHMET AYHAN: Mayına basan otobüsten sağ kurtulmuştu. “Bütün arkadaşlarım şehid oldu, ben şehid olmadım, demek ki Allah Teâlâ şehadeti bana layık görmedi.” diyordu. Bu şekilde üzüntüsünü dile getiriyordu. Bu olaydan 25 gün sonra, yine bir mayın patladı ve bu kez otobüste kırk insan olmasına rağmen, şehadet yalnızca kendisine nasip oldu.
TAJDİN: Karacadağ’lı değildi. Aslen o bölgeye gelen ve halk tarafından Çingene diye tabir edilen bir aileye mensuptu. Köyün yanı başında ailesiyle çadırda yaşıyordu. Dişçilik yapıyordu. Baba ve kardeşlerinin bütün baskılarına rağmen davadaşlarına destek vermekten vazgeçmedi. “Ben onlardan daha iyi değilim, onlar ne yapıyorlarsa Allah içindir ve ben de onlardanım.”derdi.
İBRAHİM: Mazlum ve fakir bir insandı, şehre gitmek için arkadaşından ödünç kundura almak zorunda kalmıştı. Üç defa ameliyat olmuş, o yüzden çalışamıyordu. “Biz Müslümanız, dinimizi tanımak için okumamız gerekir, eğer okumazsak, cahil kalırız” derdi.
RAMAZAN: Çok takvalıydı. Sürekli Kur’an okurdu. Kendisini elinde devamlı bir ibrik ile görürdünüz. Yüzüne bakanın imanı artardı. Kendisinin sırası olmasa da köye nöbet tutardı. O gün köy otobüsünü korumak için binmişti arabaya.
KARACADAĞ ŞEHİDLERİ