Şehitlerden Sonra
Dava sahiplerinin ölümleri kendilerinden sonrakiler için yeni bir evrenin başlangıcıdır. Onların ölümleri görünen tarafıyla bakıldığında bile ya sıkıntıları gideren serin bir rahmet rüzgârı ya da imtihanı biraz daha ağırlaştıran bir fırtına...
Kamuran Yürekli / İnzar Dergisi
Dava sahiplerinin ölümleri kendilerinden sonrakiler için yeni bir evrenin başlangıcıdır. Onların ölümleri görünen tarafıyla bakıldığında bile ya sıkıntıları gideren serin bir rahmet rüzgârı ya da imtihanı biraz daha ağırlaştıran bir fırtına... Dava adamının beklentileri, varmak istediği hedef bir ömre sığmayacak kadar büyüktür. Bu gerçek onları tul-u emele düşmeden yarınlara davayı ulaştırmanın yollarını aramaya sevk eder. Tabii bu arayışlar hâkim düzenin aleyhinde olduğu için mutlak suretle bastırma yoluna gider. Bunu iki yolla yapar ya fikri öldürecek ya da o fikri taşıyanı öldürecek. Fikri(İslam) ölümsüzlüğü sebebiyle ancak tahrife kalkışabilir, fikri(İslam) taşıyanları ise buldukları ilk fırsatta şehit etmişlerdir, şehit etmeye de devam edeceklerdir. Âcizane burada şehitlerin bedenlerinden ruhlarının ayrılmasından sonra vuku bulan değişim ve dönüşümleri bazı müstesna şehitlerin üzerinde değerlendireceğiz
İMAM HASAN EL BENNA
İmam’ın çevresindekilerin neredeyse tamamı gözaltına alınır. Bununla cenazeyi kaldıracak kimseyi dahi bırakmamayı amaçlamışlardı. Nitekim öyle de olmuştu. Aziz İmam’ın aziz bedenini inşallah Firdevs cennetlerine taşıyanlar ancak birkaç mücahide hanım ile birkaç pir-i faniydi. Mezarına yalnız gitmesi azgın tağutları belki bir nebze sevindirmiştir. Arkasında kimse kalmamışsa dahi Seyyid Kutub’un kalması yeterliydi, ama Allah(c.c) bundan çok daha fazlasını nasip etti. Şehadetin yönü Filistin topraklarından Mısır topraklarına doğru genişlemeye başladı. Aradan geçen onca yıllara rağmen bugün dahi cihadın bel kemiğini ve beynini tartışmasız Aziz İmam’ın sadık öğrencileri oluşturuyor. Şimdi sormak lazım; İmam’ın şehit edilmesine sebep olan nasipsizler Cihad’ın yayıldıkça yayıldığını görselerdi ki görenleri de var ahiretteki pişmanlıklarına yakın bir pişmanlıkla pişman olmazlar mıydı?
SEYYİD KUTUB
Hidayetinden sonra hiçbir zaman değersiz dünyanın mal ve makamına ehemmiyet vermemiştir. Düşük günü birlik fikirlere ise uzak durmuştur. Hep en mükemmelini arzu etmiş ve bu mükemmeliyete kavuşmak için bilhassa gençleri teşvik etmiştir. Yazdıkları kitaplar israiliyattan en arındırılmış kitaplar arasındadır. İslam’ın hâkimiyetinin olmazsa arzu olunduğu şekliyle mükemmel bir şekilde yaşanamayacağını hayatını feda ederek gösterdi. Kutub’tan sonra Mısır, mücadelenin merkezi olma konumunu bir müddet daha korudu. Seyyid Kutub’tan çok kısa bir süre sonra takriben 70’li yıllarda İslami hareketler daha önce takip ettikleri metotlarını değiştirdiler. Yeni baştan bir toplum kurma yerine mevcut toplumun ıslahını öngören bunu da kurulu düzenin sağladığı imkânlarla yapma metodunu uygulanmaya başladılar. Bu yeni süreç Mısır’da ayrışmalara sebep oldu. Tek elden İhvan Hareketiyle yürüyen mücadele birçok parçaya ayrıldı. Hatta çağdaş Harici hareketler dahi ortaya çıktı. Mısır kendi içinde kısır bir ihtilaf dönemine girerken farklı ülkelerde Seyyid Kutub’un fikirleri doğrultusunda örgütlenmeler çoğaldı.
CUHEYMAN EL UTEYBİ
Mübarek beldede ani ortaya çıkan bir ayaklanmadır. Meydana gelme yeri bakımından daima ihtiyatla davranılmış bu olaya çünkü herhangi bir ihtilaf söz konusu olmadan Mekke’de kan dökülmesi kesinlikle haramdır.
Cuheyman El Uteybi ile ilgili bir iddia
Kıyam önderinin yakın bir akrabasını Mehdi ilan ettiği şeklinde bir iddia var. Ancak biz bunu doğrulatamadık. Kendisinin bir bedevi olduğuna dair bir iftira daha var ki bilindik itibarsızlaştırma iftirasıdır.
1979 Kâbe Devrimi adıyla da meşhur olan bu kıyamın dünyada meydana getirdiği etki tahmin edilemeyecek kadar büyüktür. Pakistan’dan İran’a hatta en katı laikle yönetilen dönemin Türkiye’sinde bile infiale sebep olmuştur. Suudi rejimi “Hariciler Kâbe’yi işgal etti” diye propaganda yapınca, “ HARİCİ” tabiriyle sapık fıkrayı kastetmişti. Ancak İslam dünyasında dışardan olan güçler olarak anlaşıldı ve tepkiler Amerika aleyhine döndü. Suud ailesinin olayı bastırmak için başvurduğu vahşi yöntem ve mukaddesatı hiçe sayması ise rejimin meşruiyetini yitirmesine neden olmuştur.
Şehit edilmeden önce El Uteybi’nin yanına yaklaşan Suudi İçişleri Bakanı ona pişman olup olmadığını sorar. Cevaben der ki “Pişmanım zira şu ana kadar ben sizi cahil ve günahkâr Müslümanlar olarak görüyordum, oysa şimdi görüyorum ki sizler kâfirmişsiniz” demiştir.
Bu olay namaz kılan emirlere karşı ve Mekke gibi kutsal beldelerde kıyamın haramlığını tartışmasını başlattı. Hicaz topraklarının üzerine zulüm saltanatını kuran hanedanının meşruluğunu sorgulamaya başta âlimler olmak üzere herkesi sevk etti. Suudilerin gerçek yüzlerini ortaya çıkardı ki onlar Müslümanların yanında değillerdi.
Bu olay üzerine Londra’da Kelim Sıddıki önderliğinde toplanan dünyadaki İslam cemaatlerinin önderleri -ki bunlar içerisinde Türkiye’den de bazı isimler vardı- Suud ailesine karşı Müslümanların bilinçlendirilmesi ve Arabistan’a Suudi Arabistan değil “Hicaz” denilmesi yönünde karar alındı. Suud ailesine İslam aleminin bakış açısının oturmasında bu olay kadar etkili başka bir olay yoktur.
ŞEYH SAİD
Kendisi ömrünün son demlerinde olan bir nakşi şeyhidir. Ankara’da yeni kurulan rejimin adım adım milleti dinsizleştireceğini, kendilerine karşı savaştıkları düşmanlarına “muasır medeniyet seviyesi” adına benzeteceklerini okuduğu gazetelerin satır aralarında ferasetiyle anlamıştı. Ankara Merkezli rejimden uzakta olmasına rağmen NİYETLERİNİ sezmesi yaşlı şeyhin ileri görüşlü olmasının en büyük delilidir. Aslında cevaplanması gereken çok basit bir soruydu, Şeyhin Kıyamını anlamak için, mademki biz giyimimizden, hukukumuza kadar bire bir Avrupalılar gibi olacaksak onlarla niçin savaştık? Bir bayrağın olması bağımsızlık mı demek? Gerçek bağımsızlık dinin bağımsızlığıdır oysaki.
Şeyh Said, kendinden daha doğrusu dininden çok emindir. Bastonuyla yalnız kalsa dahi kıyamı vacib görür. Kıyam başlar ve en kanlı şekilde bastırılır. İşte onların asılmasından sonra Frenklerle savaşta ölenlerden daha fazla insan öldürülür. Başta Şeyh Said’in ailesi olmak üzere nice aileler sürgünden sürgüne gönderilir. Artık tarihin her gününe not düşülecek şekilde ölümler ardı arkasına gelir. Bir refleks olarak “Allah” demek dahi tutuklanma ve meçhul bir akıbet demekti.
Şeyh Said’ten sonra onun devamı olabilecek modern anlamıyla söylersek şayet kendisiyle organik bağlantısı olan kimse kalmadı. Gerçi çok uzun bir zaman zarfında Müslümanlar baskıdan dolayı bir işe kalkışamamışlar bir köşeye çekilmişlerdir. Ama rüyayla mücadeleden vaz geçen âlim taslakları düşünüldüğünde Şeyh Said’in değeri daha net olarak gözükür. Eğer ki Şeyh Said olanaksızlıklarını öne sürmüş olsaydı bugün bir efsane haline dönüşemezdi. Bütün olumsuz sonuçlarına rağmen bu böyledir. Şeyh Said’i asan rejimin temelleri üzerinde halen varlığını devam ettiren bu ülke de Şeyh Said’e iade-i itibar konuşuluyorsa davanın sürdürücüsü kalmadığına dair veriler elde olsa bile bu dava bitti denilmeyeceğinin en açık göstergesidir. Yıllar sonra Şeyh Said’in adı rahatlıkla ve rahmetle anılabiliyor.
Şeyh Said Efendi ve onun muassır âlim mücahitlerinin kanlarının bereketiyle ehl-i İslam’ın arasına oturtulmaya çalışılan “Ladin”i rejim hiçbir zaman meşruiyet zemini bulamadı. El an bile vatandaşlarına karşı güvenlik politikalarını geliştirmeye çalışması rejim asli değil tufeyli olduğunun ve harici olarak doğup hiçbir zaman dâhili olmadığının en büyük göstergesidir. Şüphesiz bu Şeyh Said Efendi ve onun muassır mücahid âlimlerin kanlarının bereketinin neticesidir. Tıpkı ceddi Hz. Hüseyin’in saltanatın İslam içine dühul etmesinin önünde durduğu gibi kendisi de Laik rejimin islam içerisine dühul etmesine engel olmuştur.
USAME BİN LADİN
Mütevazı, uzun boylu, zayıf, çok zengin bir adam... En güçlü ordu ve ekonomilere sahip ülkelerin dahi sözünün üstüne söz söyleyemediği Amerika’yla savaşı başlatıyor. Sahip olduğu bütün zenginliği bırakıyor. Bu zenginliği öyle alelade bir zenginlik değil bizdeki en büyük birkaç holdingin birleşmesiyle elde edilecek bir zenginlikti. Bunları bırakıp Afgan dağlarında Cihad ve ibadetteydi.
Şeyh Usame, bir dönüm noktasıdır. Kukla rejimlerle değil birebir kuklacıyla cana can savaşan bir mücahit liderdi. Bu yönü lokal ulusal devletlerle savaşmayıp asıl düzenin kurucusu ile savaşma stratejisini geliştiren hareketlerin ilki olma özelliğini ona kazandırır. İslam dünyasındaki hiçbir lider Amerika’sız bir iş yapamayacağı herkesin malumu. Kurulduğu günden bugüne kendi topraklarında süper gücü vuran tek güç Şeyh Usame idi... İnsanların üzerindeki Amerika korkusunu bitirdi. Tek başına bu bile Şeyh Usame’nin hayır defterinde inşallah ona yeter.
HÜSEYİN VELİOĞLU
Şeyh Said’ten sonra laik düzenin varlığına karşı çıkan ilk ve tek Müslüman liderdir. Hedefi açık şekilde İslam Devletini kurmaktı. Kendisine tabi olanların mahkeme kayıtlarında dahi İslam Devleti kuracağı kabul edilmiştir. Teşkilatlı ve çok tedbirli hareket etmiştir. Hedeflediği topluma ve devlete ulaşmak için çok ferasetli projeler geliştirebiliyordu. Ancak kendisinin dışında erken bir çatışma ortamına süren olaylar da vuku bulmuştur. Referansı İslam olan hareketler içerisinde işi en çok ciddiye alan ve bir güç meydana getiren oydu. Entelektüel seviyelerini artırmakla uğraşlardan öte bir şey yapmak için çabalayanların başında geliyordu.
Kendisine yağmur gibi kurşun yağdırılırken duyduğu acı sadece bir karıncanın ısırığı kadardı. O yağmurun altında belki gözünde gönlünde henüz ulaşamadığı hedefi vardı. 20’li yaşlarına varmayan gençlerini hatırlayarak bu ıstırabını da dindirmiştir. Maddi ve manevi duyduğu bütün acı bunlardan ibaret... Fakat müntesipleri işkencenin ve cezaevinin tadını en iyi çıkartanlardan... Ne var ki ölüm yoksa değişen bir şey olmuyor.
Kendisinin şehadetinden sonra bugün İslam referanslı bir partinin meclisteki milletvekili olan ve tanınan İslamcılardan birinin şehadetinin ertesi günü; bugün siyasal İslam çökmüştür, sözü onun şehadetinin dönüm noktası olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Kamuran Yürekli / İnzar Dergisi – Şubat 2014 (113. Sayı)
İMAM HASAN EL BENNA
İmam’ın çevresindekilerin neredeyse tamamı gözaltına alınır. Bununla cenazeyi kaldıracak kimseyi dahi bırakmamayı amaçlamışlardı. Nitekim öyle de olmuştu. Aziz İmam’ın aziz bedenini inşallah Firdevs cennetlerine taşıyanlar ancak birkaç mücahide hanım ile birkaç pir-i faniydi. Mezarına yalnız gitmesi azgın tağutları belki bir nebze sevindirmiştir. Arkasında kimse kalmamışsa dahi Seyyid Kutub’un kalması yeterliydi, ama Allah(c.c) bundan çok daha fazlasını nasip etti. Şehadetin yönü Filistin topraklarından Mısır topraklarına doğru genişlemeye başladı. Aradan geçen onca yıllara rağmen bugün dahi cihadın bel kemiğini ve beynini tartışmasız Aziz İmam’ın sadık öğrencileri oluşturuyor. Şimdi sormak lazım; İmam’ın şehit edilmesine sebep olan nasipsizler Cihad’ın yayıldıkça yayıldığını görselerdi ki görenleri de var ahiretteki pişmanlıklarına yakın bir pişmanlıkla pişman olmazlar mıydı?
SEYYİD KUTUB
Hidayetinden sonra hiçbir zaman değersiz dünyanın mal ve makamına ehemmiyet vermemiştir. Düşük günü birlik fikirlere ise uzak durmuştur. Hep en mükemmelini arzu etmiş ve bu mükemmeliyete kavuşmak için bilhassa gençleri teşvik etmiştir. Yazdıkları kitaplar israiliyattan en arındırılmış kitaplar arasındadır. İslam’ın hâkimiyetinin olmazsa arzu olunduğu şekliyle mükemmel bir şekilde yaşanamayacağını hayatını feda ederek gösterdi. Kutub’tan sonra Mısır, mücadelenin merkezi olma konumunu bir müddet daha korudu. Seyyid Kutub’tan çok kısa bir süre sonra takriben 70’li yıllarda İslami hareketler daha önce takip ettikleri metotlarını değiştirdiler. Yeni baştan bir toplum kurma yerine mevcut toplumun ıslahını öngören bunu da kurulu düzenin sağladığı imkânlarla yapma metodunu uygulanmaya başladılar. Bu yeni süreç Mısır’da ayrışmalara sebep oldu. Tek elden İhvan Hareketiyle yürüyen mücadele birçok parçaya ayrıldı. Hatta çağdaş Harici hareketler dahi ortaya çıktı. Mısır kendi içinde kısır bir ihtilaf dönemine girerken farklı ülkelerde Seyyid Kutub’un fikirleri doğrultusunda örgütlenmeler çoğaldı.
CUHEYMAN EL UTEYBİ
Mübarek beldede ani ortaya çıkan bir ayaklanmadır. Meydana gelme yeri bakımından daima ihtiyatla davranılmış bu olaya çünkü herhangi bir ihtilaf söz konusu olmadan Mekke’de kan dökülmesi kesinlikle haramdır.
Cuheyman El Uteybi ile ilgili bir iddia
Kıyam önderinin yakın bir akrabasını Mehdi ilan ettiği şeklinde bir iddia var. Ancak biz bunu doğrulatamadık. Kendisinin bir bedevi olduğuna dair bir iftira daha var ki bilindik itibarsızlaştırma iftirasıdır.
1979 Kâbe Devrimi adıyla da meşhur olan bu kıyamın dünyada meydana getirdiği etki tahmin edilemeyecek kadar büyüktür. Pakistan’dan İran’a hatta en katı laikle yönetilen dönemin Türkiye’sinde bile infiale sebep olmuştur. Suudi rejimi “Hariciler Kâbe’yi işgal etti” diye propaganda yapınca, “ HARİCİ” tabiriyle sapık fıkrayı kastetmişti. Ancak İslam dünyasında dışardan olan güçler olarak anlaşıldı ve tepkiler Amerika aleyhine döndü. Suud ailesinin olayı bastırmak için başvurduğu vahşi yöntem ve mukaddesatı hiçe sayması ise rejimin meşruiyetini yitirmesine neden olmuştur.
Şehit edilmeden önce El Uteybi’nin yanına yaklaşan Suudi İçişleri Bakanı ona pişman olup olmadığını sorar. Cevaben der ki “Pişmanım zira şu ana kadar ben sizi cahil ve günahkâr Müslümanlar olarak görüyordum, oysa şimdi görüyorum ki sizler kâfirmişsiniz” demiştir.
Bu olay namaz kılan emirlere karşı ve Mekke gibi kutsal beldelerde kıyamın haramlığını tartışmasını başlattı. Hicaz topraklarının üzerine zulüm saltanatını kuran hanedanının meşruluğunu sorgulamaya başta âlimler olmak üzere herkesi sevk etti. Suudilerin gerçek yüzlerini ortaya çıkardı ki onlar Müslümanların yanında değillerdi.
Bu olay üzerine Londra’da Kelim Sıddıki önderliğinde toplanan dünyadaki İslam cemaatlerinin önderleri -ki bunlar içerisinde Türkiye’den de bazı isimler vardı- Suud ailesine karşı Müslümanların bilinçlendirilmesi ve Arabistan’a Suudi Arabistan değil “Hicaz” denilmesi yönünde karar alındı. Suud ailesine İslam aleminin bakış açısının oturmasında bu olay kadar etkili başka bir olay yoktur.
ŞEYH SAİD
Kendisi ömrünün son demlerinde olan bir nakşi şeyhidir. Ankara’da yeni kurulan rejimin adım adım milleti dinsizleştireceğini, kendilerine karşı savaştıkları düşmanlarına “muasır medeniyet seviyesi” adına benzeteceklerini okuduğu gazetelerin satır aralarında ferasetiyle anlamıştı. Ankara Merkezli rejimden uzakta olmasına rağmen NİYETLERİNİ sezmesi yaşlı şeyhin ileri görüşlü olmasının en büyük delilidir. Aslında cevaplanması gereken çok basit bir soruydu, Şeyhin Kıyamını anlamak için, mademki biz giyimimizden, hukukumuza kadar bire bir Avrupalılar gibi olacaksak onlarla niçin savaştık? Bir bayrağın olması bağımsızlık mı demek? Gerçek bağımsızlık dinin bağımsızlığıdır oysaki.
Şeyh Said, kendinden daha doğrusu dininden çok emindir. Bastonuyla yalnız kalsa dahi kıyamı vacib görür. Kıyam başlar ve en kanlı şekilde bastırılır. İşte onların asılmasından sonra Frenklerle savaşta ölenlerden daha fazla insan öldürülür. Başta Şeyh Said’in ailesi olmak üzere nice aileler sürgünden sürgüne gönderilir. Artık tarihin her gününe not düşülecek şekilde ölümler ardı arkasına gelir. Bir refleks olarak “Allah” demek dahi tutuklanma ve meçhul bir akıbet demekti.
Şeyh Said’ten sonra onun devamı olabilecek modern anlamıyla söylersek şayet kendisiyle organik bağlantısı olan kimse kalmadı. Gerçi çok uzun bir zaman zarfında Müslümanlar baskıdan dolayı bir işe kalkışamamışlar bir köşeye çekilmişlerdir. Ama rüyayla mücadeleden vaz geçen âlim taslakları düşünüldüğünde Şeyh Said’in değeri daha net olarak gözükür. Eğer ki Şeyh Said olanaksızlıklarını öne sürmüş olsaydı bugün bir efsane haline dönüşemezdi. Bütün olumsuz sonuçlarına rağmen bu böyledir. Şeyh Said’i asan rejimin temelleri üzerinde halen varlığını devam ettiren bu ülke de Şeyh Said’e iade-i itibar konuşuluyorsa davanın sürdürücüsü kalmadığına dair veriler elde olsa bile bu dava bitti denilmeyeceğinin en açık göstergesidir. Yıllar sonra Şeyh Said’in adı rahatlıkla ve rahmetle anılabiliyor.
Şeyh Said Efendi ve onun muassır âlim mücahitlerinin kanlarının bereketiyle ehl-i İslam’ın arasına oturtulmaya çalışılan “Ladin”i rejim hiçbir zaman meşruiyet zemini bulamadı. El an bile vatandaşlarına karşı güvenlik politikalarını geliştirmeye çalışması rejim asli değil tufeyli olduğunun ve harici olarak doğup hiçbir zaman dâhili olmadığının en büyük göstergesidir. Şüphesiz bu Şeyh Said Efendi ve onun muassır mücahid âlimlerin kanlarının bereketinin neticesidir. Tıpkı ceddi Hz. Hüseyin’in saltanatın İslam içine dühul etmesinin önünde durduğu gibi kendisi de Laik rejimin islam içerisine dühul etmesine engel olmuştur.
USAME BİN LADİN
Mütevazı, uzun boylu, zayıf, çok zengin bir adam... En güçlü ordu ve ekonomilere sahip ülkelerin dahi sözünün üstüne söz söyleyemediği Amerika’yla savaşı başlatıyor. Sahip olduğu bütün zenginliği bırakıyor. Bu zenginliği öyle alelade bir zenginlik değil bizdeki en büyük birkaç holdingin birleşmesiyle elde edilecek bir zenginlikti. Bunları bırakıp Afgan dağlarında Cihad ve ibadetteydi.
Şeyh Usame, bir dönüm noktasıdır. Kukla rejimlerle değil birebir kuklacıyla cana can savaşan bir mücahit liderdi. Bu yönü lokal ulusal devletlerle savaşmayıp asıl düzenin kurucusu ile savaşma stratejisini geliştiren hareketlerin ilki olma özelliğini ona kazandırır. İslam dünyasındaki hiçbir lider Amerika’sız bir iş yapamayacağı herkesin malumu. Kurulduğu günden bugüne kendi topraklarında süper gücü vuran tek güç Şeyh Usame idi... İnsanların üzerindeki Amerika korkusunu bitirdi. Tek başına bu bile Şeyh Usame’nin hayır defterinde inşallah ona yeter.
HÜSEYİN VELİOĞLU
Şeyh Said’ten sonra laik düzenin varlığına karşı çıkan ilk ve tek Müslüman liderdir. Hedefi açık şekilde İslam Devletini kurmaktı. Kendisine tabi olanların mahkeme kayıtlarında dahi İslam Devleti kuracağı kabul edilmiştir. Teşkilatlı ve çok tedbirli hareket etmiştir. Hedeflediği topluma ve devlete ulaşmak için çok ferasetli projeler geliştirebiliyordu. Ancak kendisinin dışında erken bir çatışma ortamına süren olaylar da vuku bulmuştur. Referansı İslam olan hareketler içerisinde işi en çok ciddiye alan ve bir güç meydana getiren oydu. Entelektüel seviyelerini artırmakla uğraşlardan öte bir şey yapmak için çabalayanların başında geliyordu.
Kendisine yağmur gibi kurşun yağdırılırken duyduğu acı sadece bir karıncanın ısırığı kadardı. O yağmurun altında belki gözünde gönlünde henüz ulaşamadığı hedefi vardı. 20’li yaşlarına varmayan gençlerini hatırlayarak bu ıstırabını da dindirmiştir. Maddi ve manevi duyduğu bütün acı bunlardan ibaret... Fakat müntesipleri işkencenin ve cezaevinin tadını en iyi çıkartanlardan... Ne var ki ölüm yoksa değişen bir şey olmuyor.
Kendisinin şehadetinden sonra bugün İslam referanslı bir partinin meclisteki milletvekili olan ve tanınan İslamcılardan birinin şehadetinin ertesi günü; bugün siyasal İslam çökmüştür, sözü onun şehadetinin dönüm noktası olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Kamuran Yürekli / İnzar Dergisi – Şubat 2014 (113. Sayı)