• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
İslami hareketlerin karşısında olan tehdit
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İslami hareketler, entelektüeller ve aktivistler demokrasi ile uzun süreli bir sevgi-nefret ilişkisine sahipler. Demokrasi, bir taraftan sömürge sonrası Batılı güçlerin saldırganlığı, acımasızlığı, sömürüsü, hegemonya politikaları ve Batılı toplumların sinizmi, manipülasyonu, sahtekârlığı, yükselen ahlaki dejenerasyonu ve bireyci zevkperestliğiyle ilintilendirilmektedir. Öte taraftan demokrasinin ilan ettiği ideallerden olan özgürlük, eşitlik ve sosyal haklar ise İslam’ın ideal ve hedeflerinden ve sömürge sonrası Müslüman ulus devletlerde kurulan yönetimlerin baskıcı ve otoriter yönetimlerinin temsilcilerinin de, güvenilir hükümetlerinin temsilcilerinin de verdikleri sözlerden farklı değildir.

Demokrasinin bu iki taraflılığı tabii ki İslami hareketin eşsiz yapısına benzemez. Demokrasi ve özgürlük modeli ve şampiyonu olduklarını ilan eden ABD ve diğer Batılı devletler dünyanın diğer bölgelerindeki ülkelerde baskıcı ama Batı yanlısı hükümetlerin kendi çıkarlarına daha iyi hizmet ettiğinin farkına uzun bir süre önce vardılar. Son on yıldan daha uzun bir süredir bilhassa ABD’yi, Müslüman ülkelerdeki demokratik hareketlerle dayanışma içinde olduklarına dair tahterevalli misali beyanatlar verirken ve daha geniş düzlemde politik durumlara bağlı olarak çıkarlarına hizmet eden diktatörlere destek verirken gördük. Hatta bu yılın başlarında güya ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan sürecin ilk günlerinde ABD, pozisyonunun müdafaası imkânsız olduğu açıkça ortaya çıkana ve artık değişim talep eden gözde hareketlerin şampiyonu olma yönünde derhal tavır değişikliğine gidene dek, baskıcı kuklası Hüsnü Mübarek’e verdiği destekten vazgeçme hususunda isteksizdi.

İngilizce’de ‘Ne dilediğine dikkat et, çünkü gerçekleşebilir’ şeklinde eski bir söz vardır. Bugünlerde İslami hareketlerin kendilerini içinde buldukları nokta burasıdır. Çokları uzun süredir demokrasiye bağlılıklarını beyan etmekte ve demokrasi ile İslam arasında bir tutarsızlık olmadığını tartışmakta, hatta İslam’ın demokratik olduğunu bile söylemektedirler. Teoride bir insanın demokrasi derken ne anlaması gerektiğine bağlı olarak yapılan tanımlamalardaki seçimlerinde haklı olabilirler; demokrasi elastik özellikteki anlamlara sahip olan, farklı insanlarca çok değişik şekilde yorumlanabilen ve çok sık olarak aynı insanların farklı zamanlarda ve farklı ortamlarda ve neredeyse hep kendi çıkarlarına uygun olarak farklı anlamlarda kullanabildiği dikkate değer bir kavramdır. Bunlar, özellikle Müslümanların demokrasinin kıyaslanamayacak derecede başarısız olduğu ve aslında İslam’ın evrensel değerleri temsil ettiğine dair kendine güven duymak yerine demokrasinin evrensel mitlerini kabul etme tuzağına düştükleri ve İslam’ın onlarla kıyaslanabileceğini varsaydıkça, daha uzun süre yapılacak tartışmalardır.

Ama işin teorik kısmı hiç de daha önemli olan pratikteki yansımasına benzememektedir; mevcut durumda Batı’nın o ülkelerde kurulan güya demokratik kurum ve yapıların Batılıların çıkarlarına hizmet etmelerini sağlama almak ve İslami hareketlerin kontrol altına alınması ve/veya dışarıda tutulmalarını sağlamak adına, yönetim, yönetim dışı, politik ve kültürel tüm şekilleriyle Müslüman ülkelerdeki laik ve batılılaşmış seçkinleri desteklediğini, onlarla işbirliği yaptığını görüyoruz.

Arap ülkelerindeki ‘yeni’ reform politikalarının ne hal alacağı belirsizdir. Mısır ve diğer yerlerde halk, verdikleri kurbanların ve emeklerin karşılığının daha öncekilerden çok az farklı olan yeni seçkinlerce gasp edilmesinden korktukları için protestolarını arttırmaktadırlar. Batı, yaşadığımız devrimci dönemde, bu ülkelerde İslamcıları karşı karşıya oldukları en büyük tehdit olarak resmederken, halk ise eski seçkinlerin gücünü ve devrimlerinin Batı yanlısı laiklerce gasp edilmesini gerçek problem olarak algılamaktadır. Mısır ve diğer yerlerde bu husus çözülmesi gereken bir çelişki olarak durmaktadır. Batı ve müttefikleri yeni güç mekanizmalarını reform ve demokrasi olarak beyan ederek kontrolü sağlayacaklarını ummaktadırlar. İslami hareketler bu savaş hilelerinin aldatmaca amaçlı içeriğini kabul ederek oluşan politik yapılar ve kurumlar aracılığıyla çalışıp çalışmayacaklarına mı, yoksa onlara meydan okuyarak Mısır halkının gerçek değerlerini yansıtan bir siyasi çerçevede gerçek bir değişimi mi talep edeceklerini seçmeliler.

İdeal olan, İslami hareket ve önderlerinin bu güç yapılarının gerçek doğasına dikkat çekmelerini ve ‘demokrasinin gerçekte sunduğu şey işte budur, bu nedenle demokrasi yeterince iyi değildir; İslam’ı talep etmemizin nedeni demokrasinin yalnızca sözde sunduğu idealleri hakikatte vermesinden kaynaklanmaktadır’ demelerini ümit etmektir. Tabii ki bu durumda saldırıya uğrayacaklar ve konumlarını korumak mecburiyetinde kalacaklar ama en azından hakkında konuştukları husus İslam olmuş olacak. Şurası bir gerçektir ki, bu durumda düşmanlarının hileci tuzağına düşmeyecekleri ve onların yeni yapılarının gerçekten demokratik olup olmadığı veya İslami hareketlerin neden gerçek demokratlar olduğu gibi tartışma zeminlerine savrulmayacakları daha muhtemeldir. Sonuç olarak İslam’ın değil, demokrasinin kof kavramları hakkında konuşmayı bırakacaklar ve kendilerinden emin bir şekilde İslam’ı itham etmeyecek, tersine özür beyan ederek onu savunacaklardır…

Müslüman entelektüeller ve İslami hareketler, etrafında dolanarak, hatta onu bize ait olarak görmek yerine, demokrasinin evrensel mitiyle direkt olarak kapışmadıkça, iç ve dış düşmanlarımızın ne tür savaş hileleri olursa olsun, Müslümanlar memleketlerimizde ve toplumlarımızda hakiki bir değişimi gerçekleştirmede gerekli kitlesel siyasi hareketi yönlendirmek için elzem olan düşünsel kavram berraklığını ve siyasi vizyon duruluğunu asla başaramayacaklardır.

Crescent International son sayısından Süleyman Kaylı tarafından İnzar için tercüme edildi.

Iqbal Sıddıqui

İnzardergisi Ağustos - 2011

Bu haberler de ilginizi çekebilir