• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Demokratik özerklik görücüye...
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Hüseyin Sağlam / Haber Yorum / Doğruhaber

Demokratik özerklik görücüye çıkarken

Özellikle Neşe Düzel’in Bengi Yıldız’la yaptığı röportajdan sonra öne çıkan “vergi-pozitif ayrımcılık” meselesi her ne kadar “Türklük gururu” ile bağdaştırılamadığından hareketle yoğun tartışmaları beraberinde getirdiyse de aslında içerik olarak “Demokratik Özerklik”in bunca tartışma ve gürültüye rağmen neyin nesi-kimin fesi olduğunun anlaşılamamış olması dikkatlerden kaçmıyor.

Teorik olarak Öcalan ve BDP’li bazı aktörler tarafından etnik ve coğrafi unsurlara dayandırılmadan tarif edilmeye çalışılan “Demokratik özerklik” meselesi, kimi aktörlerce de etnik ve coğrafi unsurlarla sınırlandırılma yoluna gidilmesi, aynı çatı altındaki aktörlerin bile bu mesele üzerine ciddi bir zihin karmaşası yaşadığını göstermektedir.

KCK ve Öcalan’ın Özerklik Anlayışı Farklı

KCK adına “sekiz boyutlu” son tarif, Kürdistan bağlamında siyasetten sosyal, kültürel ve ekonomik politikalara hatta öz savunma gücüne kadar etnik ve coğrafi temellere dayanan bariz bölgesel iktidar/özerklik tarifi iken Öcalan’ın 20 Temmuz tarihli açıklaması ise Türkiye’deki merkezi otoritenin gücünü kısmen yerel bölgelere devretmeyi öngören çok farklı bir sistemi içermektedir.

Öcalan’ın ilgili “Demokratik özerklik” tarifi şu şekildedir:

“Türkiye’yi 20-25 bölgeye ayırmalıdırlar. Sayı çok önemli değil. Birbirine kültürel, sosyal, ekonomik ve diğer özellikleriyle benzer olan dört-beş il bir araya gelir, bu özellikleri etrafında bir bölge olur. Bu öyle tesadüfen söylenmiş bir şey değildir. Her bölgenin yerel-özgün bir kültürü vardır. Örneğin İstanbul bir bölge olur, Trakya bir bölge olur. Ege, kuzey, güney ve iç Ege diye üçe ayrılabilir. Akdeniz birkaç bölgeye - Örneğin Antalya özgün bir kültürdür, tek bir bölge olabilir-, İç Anadolu birkaç bölgeye ayrılabilir. Konya bir bölge olur. Kayseri merkezli birkaç il bir bölge olabilir. Böyle coğrafik, ekonomik ve sosyal özellikleri olan bir bölgelendirme daha uygundur. İşte Karadeniz üç bölgeye ayrılır. Doğu, güneydoğu birkaç bölge olur. 6-7 bölge olabilir. Örneğin Botan bir bölge olur. Türkiye’yi yedi coğrafi bölgeye bölmek gerçekliğe uymuyor, yeterli de değildir. Çok zengin bir kültürdür, öyle 80 il demek denk düşmüyor. Benim dediğim özerk bölgeler belli özelliklere göre bir araya getirilen illerden oluşur.”

Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e konuşan Bengi Yıldız’ın “Demokratik Özerklik” tarifi, daha doğrusu tarifsizliği ise KCK’nin tarifine birazcık uysa da Öcalan’ın tarifiyle yakından uzaktan alakası bulunmamaktadır.

Öcalan’ın tarifi, merkezi otoritenin hantallığından muzdarip sıradan bir politikacının bile pekala dile getirebileceği, etnisiteye dayanmayan bir öneri iken Bengi Yıldız’ın etnik ve coğrafi sınırlar çizmeye çalışması ve sorulan sorulara karşı bocalamaktan başka bir tablo çizememesi, aynı çevrenin meseleye farklı yaklaşımlarının oluşturduğu bariz bir paradoksun ötesine geçememektedir.

Sadece Yöneltilen Sorular Bile Zihinsel

Bulanıklığı Ele Vermeye Yetmektedir  

Bengi Yıldız’la yapılan röportaj hayli uzun olduğu için buraya alma imkanımız bulunmamaktadır. Ancak aşağıya alacağımız sorular bile meseleye ışık tutmaktadır.

Tekrar tekrar sorulan sorulardan bazıları şunlar:

-Demokratik Toplum Kongresi, demokratik özerkliği hangi bölgede ilan etti?

-Ama bu model, Türkiye’nin tamamında tartışılmadı! DTK, demokratik özerkliği nerelerde ilan etti?

-Demokratik özerkliği ilan ettiniz yer hangi bölge peki?

-Kürdistan denen bölge hangi illeri kapsıyor?

-Bunun bir kısmı Ermenistan coğrafyası değil miydi?

-Demokratik özerkliği Irak Kürdistanı için de mi ilan ettiniz?

-BDP’nin oyunun yüzde 50’nin üzerinde olduğu yerlerde mi ilan ettiğiniz demokratik özerkliği? Oralarda mı uygulayacaksınız?

-Adım adım gidelim. Antep, Adıyaman, Siirt gibi iller de var mı bu demokratik özerklik ilan edilen bölgenin içinde?

-Şu anda nerede ilan edildi demokratik özerklik?

-Daha net sorayım. Özerklik ilan edilecek iller, hangi ölçüye göre seçilecek? BDP’ye verilmiş     oylara göre mi?

Buraya kadar olan sorulardan da anlaşılacağı üzere “Demokratik Özerklik”in ilan edildiği yer-iller konusunda net bir cevap alınamıyor.

-BDP’ye oy vermemiş Kürt kentlerinde de özerklik ilan edecek misiniz peki?

-Siz sisteminizi ve yapılarınızı, 19 ve 20. yüzyılın “klasik demokrasi”sine göre mi, yoksa 21. yüzyılın “katılımcı-çağdaş demokrasi”sine göre mi kuracaksınız?

-Adıyaman AKP’ye oy verdi mesela. Orada özerklik nasıl olacak? Orada ne inşa edeceksiniz? BDP’ye oy bile vermemiş bir kent, DTK’nın özerkliğini niye desteklesin?

-Adıyaman’da özerkliği nasıl yapacaksınız? Halk desteği olmadığı yerlerde özerkliğin dayanağı ne olacak?

-Bütün Kürtlerin, ilan ettiğiniz demokratik özerkliği istediğini, desteklediğini bir oylamaya, araştırmaya dayanarak mı söylüyorsunuz?

-Demokratik özerkliği dört-beş yıldır tartıştığınızı ve parti programınızda yer aldığını söylediniz. Size oy vermeyenler niye vermediler sizce?

-Bir haritası var mı bu özerk bölgenin?

-Peki, mesela Diyarbakır... BDP yüzde altmış oy aldı ama karşısında yüzde kırk var. O yüzde kırkı özerklik istemiyorsa ne olacak?

-Demokratik özerklik çoğunluk oyunu aldığınız yerler için ilan edilmiş oluyor bu durumda öyle mi?

-Özerklik istemeyen yüzde kırka ne yapacaksınız?

-Siz hukuk fakültesini bitirdiniz. Demokratik özerklik ilanı, bir idari yapı değişikliğidir. Eğer “Çoğunluğu alan, azınlığın isteklerine aldırmadan ve azınlığa sormadan idari yapıyı değiştirebilir” diyorsanız, AKP’nin bütün ülkede idari yapıyı keyfince değiştirmesini de desteklersiniz mantıken, öyle değil mi?

-Konuşmanın başında bütün Kürtlerin demokratik özerklik istediğini söylediniz ama...

-Sizin mantığınıza göre, AKP, çoğunluk olduğu her ilde, ki bu illerin sayısı çok fazla, kendince bir yapı kurabilir. Siz buna evet mi diyorsunuz?

-Kendiniz için hak gördüğünüzü, Kürtlerin bir bölümünün oy verdiği AKP için niye görmüyorsunuz?

-Evet...

-Siz bütün Kürtleri temsil ediyor musunuz?

-Kürtlerin tamamı, size niye oy vermiyor sizce?

-Peki, diyelim ki BDP’nin yüzde altmışına karşılık Diyarbakır’daki yüzde kırk, demokratik özerkliğe “kesinlikle olmaz” dedi. Ne yapacaksınız? Tutuklayacak mısınız yüzde kırkı?

-Demokratik özerkliğin olduğu iller, devletten yardım alacak mı yoksa tamamıyla kendi yağıyla mı kavrulacak? Mesela Hakkâri’ye hiç para gitmeyecek mi merkezden?

-Ben İspanya örneğini bilmiyorum. Bazı okurlar da bilmiyor olabilir. Özerkliği siz ilan ettiniz ve ben sizin özerkliğinizin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.

-Niye internete gireyim? Ben dört yıldır demokratik özerkliği tartışan bir partinin önde gelen siyasetçisiyle konuşuyorum ve ona soruyorum. Demokratik özerkliğin olduğu iller devletten yardım alacak mı yoksa tamamıyla kendi yağıyla mı kavrulacak?

-Demokratik özerklik ilan eden her yer, merkezden para alacak ama merkeze para vermeyecek. Türkiye’nin diğer vatandaşlarını, vergilerinin bölgede kullanılmasına, bölgenin ise hiç vergi vermemesine nasıl ikna edeceksiniz?

-Siz bu özerkliğin zamanlaması konusunda ne düşünüyorsunuz? Her şey hazırlandı, olgunlaştı da mı ilan edildi yoksa barış geliyor telaşıyla biraz aceleye mi getirildi işler?

-Hangi açıdan kışkırtıcı?

-Merkezden hiç para gelmemesi, hayat standardını biraz etkiler mi yoksa hiç etkilemez mi?

-Bağımsızlık değil ama yeni bir idari yapı ilan etmediniz mi siz?

-Diyelim ki, DTK’nın demokratik özerklik ilan ettiği illerde, devlet “olmaz öyle şey” dedi. O zaman ne olacak? Topyekûn bir halk ayaklanması mı düşünülüyor?

-Topyekûn bir halk ayaklanması mı olacak?

-Politika bu değil midir? İlan ettiğiniz şeyin kabul edilmemesi halinde hangi hamleyi yapacağınızı düşünürsünüz, planlarsınız... Siz, kendi aranızda “Biz bunu ilan ettik ama Ankara kabul etmezse ne yapacağız” diye hiç düşünmediniz mi?

-Dünyada ne oluyor?

-Böyle bir halk ayaklanması ihtimalini ve bunun muhtemel sonuçlarını DTK herkese anlattı mı?

-Ne olacak?

-Temel bir hak bu tabii ki... Özerkliğe dönersek... BDP’nin resmî politikası ne özerklik konusunda? Siz DTK’nın ilan ettiği özerkliği destekliyor musunuz?

-Ama demokratik özerklik ilanıyla, idari yapıyı tek taraflı olarak değiştirdiniz. İdari yapıyı tek taraflı değiştirmek, “ayaklanmak ve yasaları dinlememek” anlamına geliyor. Hem yasalara karşı ayaklanıp, hem de parlamentoda nasıl görev yapacaksınız? Mantıken sizin parlamentodan da, seçimlerden de çekilmeniz gerekmiyor mu?

-Diğer partilerin de programlarında projeler ve vaatler var ama bunları uygulamak için ya iktidar partisiyle uzlaşmayı ya da iktidara gelmeyi bekliyorlar. Tek taraflı olarak uygulamaya koymuyorlar. Değil mi?

-Peki, bu özerklik işi yürümezse ne olacak?

-Sonuç ne olur?

Merak eden okuyucu, internet ortamından röportajın tamamını okuma şansına sahiptirler. Ancak üst üste sorulan aynı sorular, özellikle kendileri gibi düşünmeyen Kürtlerin durumu karşısında içine düşülen çaresizlik, cumhuriyetin ilk dönemlerine yapılan göndermelerden de anlaşılacağı gibi bir Milli Kürt Şefliği ajandasını barındırmaktadır.

Demokratik Özerklik” Böylece İlk Kez Görücüye Çıktı Ama…

Aslında Öcalan-Kandil-BDP/DTK cephesinin karanlıkta fil tarifini andıran farklı tarifleri bugüne kadar pek kritize edilmiş değildi. Ancak DTK tarafından “İsmet yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” mantığıyla ilan edilmesi, bir nevi görücüye çıkıp tartışılmasını da sağladı.

Elbette Neşe Düzel’in soruları, Ankara’dan görünen yönüyle öne çıkmaktaydı. Ancak buna gerçekten de Kürt halkının farklı dinamiklerinin verdiği/vereceği tepkiler daha da önem arzetmektedir. PKK-BDP-DTK, “tek temsilci” rolüne soyunarak meseleyi kendi indinde bir oldu bittiye getirmeyi düşünmektedir. Ancak etnik ve coğrafi sınır temelinde bile ele alındığında aynı çizgiyi benimsemeyen Kürtlerden müteşekkil çoğunluğun ilgili kesime farklı nedenlerle muhalif duruşu, hatta güvensizliği, Ankara’nın oluşturacağı karşı handikaptan daha etkili olacaktır.

Nitekim Hakkari ve Yüksekova gibi “kurtarılmış bölgelerde” aynı çevrenin topluma şiddet politikasıyla dayattığı tektipleştirme serüveni, hiçbir farklılığa tahammül göstermemeleri, siyasi, dini, kültürel farklılıkları namlu siyasetiyle “Ya sev ya terk et” ikilemine zorlaması, kısacası tüm Kürtleri ilgilendiren ciddi meselelerde sol tedhiş geleneğinden aldığı sindirmeci çizgide ısrar etmesi, üzerinde çokça düşünülmesi gereken asıl meseledir.

Kim olursa olsun Kürtlerin gaspedilen tüm siyasi, kültürel haklarının talebine kimsenin itirazı tabii ki olamaz. Ancak hak taleplerine devlet otoritesinin sağır kalmasına isyan eden bir yapının da tüm Kürtlerin ortak istemlerini bir tarafa bırakarak Marxist soslu bir bölgesel iktidara odaklanması, hatta müflis ideolojinin Türk tacirlerini farklı düşünen/inanan Kürt halkına tercih etmesi, ister istemez bir niyet sorgulamasını beraberinde getirdiği gibi, bu durumun Kürtlerin özgürleşmesiyle bağdaşır bir yanını bulmak da mümkün değildir.

Ahmet Altan Bile Beğenmedi

Tekrar gelelim “Özerklik” meselesi ve Bengi Yıldız’la yapılan röportajın medyaya yansımalarına. İlgili röportaja epey tepkiler geldi. Ancak en ilginci Ahmet Altan’ın “Özerklik” başlıklı yazısıyla verdiği tepkiydi. İlgili yazının bir bölümünü aşağıya alıp son değerlendirmeyi de siz okuyucularımızın takdirine bırakalım:

“Neşe Düzel’in Bengi Yıldız’la yaptığı söyleşi bence tarihe geçecek.

Düzel, Yıldız’la yaptığı konuşmada uzun zamandır tartışılan “özerklik” meselesini somuta getiriyor.

Özerklik konusundaki “somut” gerçeklik ise

koskoca bir boşluk...

Yıldız’ın “özerklik” meselesini anlatmak için “iyi” bir isim olmadığını söyleyenler var.

Eğer o “iyi bir isim değilse” BDP’liler neden onu iki seçim arka arkaya aday gösterip, DTK’ya temsilci olarak gönderdiler?

Sorun Yıldız’la ilgili değil.

Ben size çok net söyleyeyim, PKK’dan, KCK’dan, DTK’dan, BDP’den kim “iyi” isimse o gelsin, Neşe’nin sorduğu soruların aynısına, üstelik o soruları da iyice çalışıp cevap versin.

O sorulara “somut” biçimde cevap verebilecek bir tek kişinin bile çıkabileceğini sanmıyorum.

Çünkü ortada, sağlam bir zemine

dayanan “somut” bir plan yok.

Yıldız’ın “sınırlarını” çizdiği “Kürdistan”

bölgesindeki 23 ilin seçim sonuçlarına baktık.

Bunlardan yedi tanesinde BDP’li bağımsızlar birinci parti, “Kürdistan’ın” geriye kalan 16 ilinden 14 tanesini AKP kazanmış, birer ili de CHP ile MHP almış.

BDP’lilerin birinci parti olduğu bu yedi ilden

de sadece beşinde oyları yüzde elliyi geçmiş.

Anlayacağınız, “özerklik” ilan etmek için ortaya koyulan “yüzde elliden fazla oy” tarifine uyan sadece beş il var Kürdistan’da.

Bizzat Yıldız’ın sınırlarını çizdiği Kürdistan bölgesinin “dörtte birinden bile az” bir rakam bu.

Şimdi asıl sorun da bu, “programına demokratik özerkliği” koyduğun halde Kürdistan dediğin bölgenin sadece yedi ilinde birinci parti çıkabildiysen, nasıl olacak da bütün Kürt halkının temsilcisi olarak “Demokratik Özerk Kürdistan” ilan edebileceksin?

PKK’nın da, KCK’nın da, DTK’nın da, BDP’nin de bilinçli bir şekilde “belirsiz” tuttukları “özerklik planının” arkasında bu zayıf temel var.

Zaten bence PKK’nın şiddetini ve tehdidini arttırmasının nedeni de, taleplerini sağlam siyasi bir temele oturtamaması, Kürtlerden ve “Kürdistan’dan” istediği siyasi desteği bulamaması.

Siyaset yolu açık, programına “demokratik özerkliği” koyan bir parti “bağımsız” adaylarla da olsa seçime giriyor, neden Kürdistan’ın desteğini kazanamıyor?

Buna hemen “yüzde on barajı desteğimizi eksiltti” diye cevap verileceğini biliyorum.

Ne kadar eksiltti?

Demokratik özerkliği aslında isteyen Kürtler, “baraj” yüzünden mi bunu savunan partiye oy vermedi, baraj yüzünden vazgeçiyorlarsa gerçekten istiyor sayılırlar mı?

Bu haberler de ilginizi çekebilir