`Ümmetten Ulusa Geçtik Ne Kazandık`
HZ. Osmanın Hilafetinden günümüze, Ümmetin içinde bulunduğu durumu yazan İlahiyat Profösörü Hayrettin Karaman müslümanların nasıl parçalandığını yazdı.
İşte Hayrettin Karaman`ın yazısı...
Ümmetten Ulusa Geçtik Ne Kazandık
İslam hakkında az çok bilgisi olan herkes şunları bilir:
İslam`dan önce onun ilk muhatabı olan Araplar kabilelere bölünmüşlerdi ve aralarında çatışmalar, yağmalar, üstünlük iddialarına dayalı nefretler ve kinler eksik olmuyordu. İslam geldi, ilk muhataplarına hitaben bütün mensuplarını `kabile, soy sop, renk, servet, bölge` farkına bakmaksızın bir ve beraber olmaya, `din birliği ve din kardeşliği ekseninde` bir özel topluluk (ümmet) teşkil etmeye çağırdı. Hz. Peygamber (s.a.) dönemi ile Emevilerin kuruluşuna kadar geçen dönemde -Hz. Osman`ın hilafetinde başlayan bazı bozulmalar ipucu verse de- bu çağrı gerçekleşti. Eşsiz insan, büyük rehber, Allah Elçisi Muhammed Mustafa`nın (s.a.) güçlü etkisi ve emsalsiz cazibesi ile insanları bölüp parçalayan ve birbirine düşüren anlamsız iddialar ve davalar ortadan kalktı, eski köleler efendi, eski efendiler `eski kölelerinin` komutasında subay veya asker, yönetiminde yönetilen oldular. Siyah beyazı, yoksul zengini, sıradan insanlar soylu ailelerden gelenleri, filan kabileden olanlar falan kabileden olanları sevdiler. Kardeşlik dine, değer de ferdin erdemine bağlı hale geldi. Artık Allah`ın istediği ümmet oluşmuştu.
Bu ümmetin içinde dini farklı olanlar da vardı. Bunlar öncelikle İslam`a çağrılmışlardı, ama tek seçenek olarak değil; dileyen Müslüman olur, dilemeyen kendi dininde kalır, ama Müslüman devletin egemenliğini tanır, temel insan hak ve hürriyetlerinden yararlanarak ve ümmetin bir parçası olarak hayatlarına devam ederdi.
Kavim kabile davası, soy sop istismarı Emevilerle başladı, Müslüman bile olsalar Arap olmayanlar `azad edilmiş köleler (mevâlî)` sayıldılar, halife adını taşıyan zalim sultanlara yarananlar ahlaksız oldukları halde üstün, zulme ve sapmalara karşı çıkanlar erdemli olsalar da aşağı kabul edildiler (devletten böyle muamele gördüler). Etki tepkiyi doğurdu, bu defa başka ırktan, soydan, kavimden olanların etnik damarları kabardı, uyutulmuş yılan uyandırıldı, mevâlî sultan oldu, sözde halife kukla haline geldi.
Peygamberimiz (s.a.) `ümmetin bir halifesi olacağını, ikinci halife ortaya çıkarsa bunun bertaraf edilmesini` buyurduğu halde mesela Endülüs`te ikinci bir halifelik kuruldu, başka yerlerde de adı halife olmasa bile bağımsız sayılacak ölçüde merkeze uzak yönetimler (sultanlıklar, beylikler, hanlıklar…) kuruldu.
Çağımızda kavimciliğin, kabileciliğin yerini `milliyetçilik, ırkçılık, ulusçuluk` aldı. Kavim ve kavim manasında millet olabilirdi, ama `…cilik, …çılık` olamazdı; dava ancak İslam davası, kardeşlik İslam kardeşliği, birlik de din merkezli `ümmet birliği` olmalıydı.
Osmanlı, zaman zaman siyasi ve ictimai İslam Birliği (ümmetin ihya ve inşası) için çalıştı, bu amaca ulaşma ihtimalini kendileri için büyük tehlike görenler elbirliği ile bu devleti parçaladılar. Ortaya adı Müslüman birçok uyduruk devlet çıktı; bu adı Müslüman devletler, gerektiğinde Müslüman olmayanlarla işbirliği yaparak veya onların iğvasına kapılarak birbirini yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ümmetin servet ve imkanları, ümmetin düşmanlarına akıyor. Sonunda kazanan daime ötekiler (İslam düşmanları) oluyor.
Ey kanaat önderleri, ey alimler, ey mürşidler nerelerdesiniz!
Ümmet size emanet değil miydi?
Küçük hesapları bir yana bırakarak bu emaneti korumayı niçin birinci amaç edinmiyor, bölücülere çanak tutuyorsunuz veya susuyorsunuz! (Çanak tutmayanları ve susmayanları tenzih ederim).
Vazifede tehlike, hatta ölüm varsa sizin vazifeniz yalnızca başkalarına şehidlik tavsiye etmek mi, eğer bu makam yüce ise niçin siz de onu göze almıyorsunuz!
Hayrettin Karaman / Yenişafak