Allah`ın adıyla…

Esad zulmünün en yakın zamanda gündemimizden çıkması temennisiyle başlamak istiyorum. 'Esad' derken; kendisinin zülüm düzeninin sadece görünen yüzü, kuklası olduğunu da aklımızdan çıkarmadan...

Tunus diktatörü tez elden pılını pırtını toplayıp kaçtığında; bütün mazlumları bir umut sarmıştı. Bu 'imkansız diye bir şeyin olmadığının' müjdesiydi. Mısır halkının birbirini izleyen Cuma direnişleri, Mübarek`in tahtını sallarken; bir bekleyiş sardı insanları. O da devrilse; artık bu kıyam selinin önünü kimse alamazdı. Milyonların katıldığı gösterileri gören 'Son Firavun' her tür fırıldağı denedi. Yıllardır zulmünün karşılığı olarak onu destekleyen dostları, 'biz senden uzağız' dedikten sonra; o da bıraktı tahtını.

Derken Libya`da hızla ilerleyen bir direniş başladı ama Kaddafi ne Zeynelabidin ne de Mübarek`in izinden gitti. Ülkesini savaş alanına çevirdi, Saddam`ı takip etti.

Halk hareketlenmeleri bu ülkelerle sınırlı kalmadı elbette. Bazı devletlerde halk sus payı ile durduruldu. Suudi kralı rüşvet dağıttı, Ürdün kralı reform sözü verdi vs. Özgürlüğe özlemini ayladır haykıranlar da var. Bahreyn ve Yemen gibi. Ancak dünya kamuoyu desteği, bu halklara yapılmıyor. Gündeme bile pek gelmiyorlar.

İşin başında, Suriye ile ilgili farklı düşünceler vardı. Ama çoğu kimse, böyle bir halk hareketlenmesini; Suriye için imkansız görüyordu. Çünkü Suriye halkının yakın geçmişinde katliamla bastırılan bir kıyam vardı. Korku, iliklerine kadar işlemişti. İnsanlar ülke dışında bile rejimi eleştirmeye korkar duruma düşmüştü. Tahminlere göre; halk içinde her üç kişiden biri muhbirdi. Kimseye güven olmazdı. Olmayan en önemli şey ise; Suriye`de teşkilatlı bir muhalefetti. Zaten muhalif - mesela İhvan üyesi- olmak suçtu.

Buraya kadar doğruydu ancak insanların görmediği gerçekler de vardı. İnsanoğlu ne kadar bastırılırsa bastırılsın; robot değildi, kontrolü de sadece baskıyla sağlanamazdı.

Ve Suriye`de, mazlum insanların en çaresiz kaldıkları anda; hiçbir realiteyi takmadan başkaldırışı yaşandı. Halk birçok şehirde sokaktaydı. Kimi yazar ve stratejistler Esad`a ömür biçtiler. Birkaç ay diyen oldu, hatta bir hafta diyen de... Ama bazı devletlerin desteğiyle, katliam yılını doldurdu.

Esad yönetimi bir yandan kıyım yaparken; bir yandan da duyarsız dünyanın gönlünü almak için reform sözleri verdi. Bu reform sözlerini, her birkaç ayda bir de tekrarladı.

Erdoğan defalarca uyardı, Gül 'yeter' dedi, Arınç kınadı, Davutoğlu oraya kadar gidip söz aldı –veya bize öyle yansıtıldı- ama değişen bir şey olmadı.

Arap Birliği üyeleri, kendi diktatörlüklerini bir kenarda saklı tutarak; işin üstüne vardıkça vardı. Oysa 'etin ne, budun ne?' Kimse takmadı onları. 'Gözlemci heyeti gelmesin, gelsin' tartışmaları, heyet için süre verişleri, heyetin farklı beyanları, onların da saldırıya uğraması; derken, birkaç ay da oradan geçti.

Bu arada insan kıyımı da devam etti; –ilk aylardaki sertlik ivmesini kaybetmiş olsa bile- Türkiye yetkilerinin açıklamaları da… Zaten artık Türkiye için Esad, Esad için de Türkiye bitmişti. O açıdan onun gidişinden başka çare de kalmamıştı.

İnsanlar ölmeye devam ederken eski bir yüz; Kofi Annan devreye girdi. Ne konuştular, ne kadar katliama anlaştılar; görüşmelerinin içeriğini bilmiyoruz. Ona da süre verildi. Kofi de şimdi aldatılmış bir insan psikolojisi sergiliyor.

Ancak gördüğümüz kısmıyla söyleyelim -ki en önemli gerçek de budur, o açıdan da sıkça tekrarlıyorum- İnsanlar ölmeye devam ediyor.

Bu kadar kanın dökülmesini meşru kılacak hiçbir gerekçe olamaz. Suriye yönetimine tepki gösteren BM`nin ellerindeki kan da, Arap Birliği üyelerinin kendi ülkelerindeki zulümleri de Esad`ı mazur gösteremez.

Esad gitmeli; hem de çevresindeki azgın çete ile beraber. Bunun başka bir çıkar yolu yok.

Vesselam.