Tarih boyunca insanlık hep özgür düşünebilme ve özgürce ifade edilebilme savaşını vermiştir. Hatta denenebilir ki bütün peygamberler bu gaye ile gönderilmiştir. Tamamen hakikate ayarlı fıtratı zedeleyen prangaları kırmak içindir vahiy. Vahiyden bağımsız olarak düşünen aklı selim birçok filozofun düşüncelerinin aktığı nehir vahiy denizi ile buluşmuştur.
Medeniyetlerin inşasında, angajmanlardan ve muhasaradan bağımsız olarak fikir üretmenin yeri aslan payına sahiptir. Angaje edilmiş, hisar edilmiş düşünce, konjonktürel olarak makbul kabul edilse bile, aslında bu angajman ve muhasara bir süre sonra kısırlaşır, güdükleşir ve hisarın içine muhasara edilmiş olur. Hisarın dışındaki her sesi, kendilerine karşı inşa ettikleri hisarın yıkıcıları olarak algılarlar. Bir süre sonra kalıplaşmış yaftalar toplumda kabul görür ve 'içeri' renkliliğin ve çeşitliliğin zenginliğinden mahrum kalır.
Bu korumacı refleks katır kadar ürkek, maymun kadar taklitçi yeri geldiğinde domuz kadar acımasız olur.
Düşünceyi engellemenin, baskılamanın türlü yolları vardır. En bilinen yöntemi kanun ve kolluk marifetiyle özgür düşünceyi dumura uğratmak… Ancak, bu yöntem çoğu kez devirleri, devletleri, imparatorlukları devirmiştir. Düşünme ve ifade etme özgürlüğünü engellemeye dini aracı etmek de tarih boyunca başvurulan bir yöntem olarak hayat bulmuştur. Bizatihi özgür düşüncenin yollarını ve damarlarını açmak için inmiş vahiye kendi elbiselerini giydirip, istedikleri sözleri söyleterek, farklı düşünmenin yolunu kapatmışlardır. Bu yöntem hem dinde hem de toplumda çok derin yaralar bırakmıştır/bırakıyor. Hür düşünmeyi ve düşüncesini ifade etmeyi baskılayan bunlardan da daha etkin ve tehlikeli olan bir yöntem var ki o da mahalle baskısı ve yaftalamadır. Bu yöntem, kanun ve din baskısından daha eziyet verici bir muhasaradır. Öyle ki işte, çarşıda, pazarda, okulda, basında, sosyal medyada daimi bir linç aparatına dönüşüyor bu yöntem.
Hisarın içinden farklı bir söz ve eylemde bulunmayadurun. Hemen hisarın düşmanlarıyla özdeşleştirilirsiniz. Bu düşmanlarla onlardan daha fazla mücadele etmiş olmanızın bir anlamı kalmıyor artık. Tabi ahalinin önemli bir kısmı "hisarın ağzına bakanlar" topluluğu ediliverince geriye kalan diğer kısmı, bu elitist kesim ne der diye sözünü esirger, yutar ve bir süre sonra kaynayan suyun kurbağasına dönüşüverir. Esas sıkıntıyı sözü "Dos(t)doğru söyleyenler" çeker ve kimi zaman kendi mahallesinden bile salvo yer.
İtham etme yöntemi belirlenen üç düşman üzerinden yapılıyor. Eğer iktidarın hoşuna gitmeyen bir düşünceniz varsa FETÖcülükle, Kürt meselesinde ana dilde eğitim falan istiyorsanız PKKcılık veya bölücülükle, eğer Siyonizm'in çıkarlarına dokunuyor ya da Türkiye'nin Filistin meselesindeki tutukluluğunu ve yanlışlarını konuşuyorsanız İrancılık ya da Şiicilikle itham ediliveriyorsunuz.
Merkezin oluşturduğu bu mahalle baskısı öyle bir linçe dönüşüyor ki ağzını açabilene aşk olsun. Tabi bu oluşturulan üç itham üç büyük yaranın derinleşmesine hizmet ediyor. Ve bu yaralardan kan, irin akmaya başlayınca da üç maymunu oynuyor bu baskıcı kesim: Daldaki muza, kafadaki bite, karındaki gaza yöneliveriyor.