Hafta sonunda Diyarbakır’da HÜDA PAR’ın düzenlediği Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı’na katıldım. Çalıştayda “Muhataplık Sorunu: Terörü Bitirmek mi, Kürt Meselesini Çözmek mi?” başlıklı bir sunum yaptım ve diğer konuşmalarla sunumları da izledim.
Çalıştay, bir forumdan öte bir büyük buluşmaya dönüştü. Selamlama konuşmaları ve sunumların yanında oturum başkanı hocaların oturum öncesi ve oturum araları hitapları da başlı başına bir değere sahipti.
Ben, 2015’teki yine HÜDA PAR’ın Kürt Meselesine İslâmî Çözüm Çalıştayı’na katılmış ve sunumda bulunmuştum. Sunumları kitaplaştırılan o çalıştay da çok önemliydi. Ama bu çalıştayı nedense daha net buldum.
Çalıştayda siyasetçi, alim, akademisyen ve sair şahsiyetlerin bütün hitaplarının odağında birliğin önemi ve birliğe çağrı vardı. Bu yönüyle çalıştay, adeta birlik çağrısı kongresi gibiydi.
Başka bir ifadeyle Türkiye’nin birliğinin önemini ifade konusunda tartışmasız bir mutabakat vardı. Çalıştayda Kürt meselesinin çözülmesi, bu mutabakat etrafında ele alındı ki bildiğim kadarıyla bugüne kadar bölgede düzenlenen hiçbir sivil forum veya çalıştayda bu netlikte birlik çağrısı yapılmamıştır.
İkincisi çalıştay katılımcıları, Kürt meselesine çözümün Türkiye’nin birliğinin korunmasına katkı sağlayacağı konusunda da kesin bir mutabakata sahiptiler. Çalıştay, asıl bunun nasıl olacağı üzerine odaklandı. Bu bağlamda geçmişle ilgili eleştiriler ve kötü hatıralar dillendirildi, o hatıraların oluşturduğu acıların unutulması için devlete çağrılar yapıldı. Yine bugüne kadar yapılan çözüm arayışları ile ilgili eleştiriler veya olumlu değerlendirmeler dillendirildi. Kürtlerin taleplerinin ne olduğu ve bu taleplerin temel insan hakları ile İslâmî açıdan ne ifade ettiği üzerinde duruldu.
Bu konuda da farklı sesler bulunmakla birlikte hemen hemen bir mutabakat söz konusuydu ki o mutabakatın özü şuydu: Kürtlerin başta dille ilgili olmak üzere talepleri insani ve İslâmî taleplerdir. Bu taleplerin karşılanması, ülkenin yararınadır.
Üçüncüsü, çalıştayda iç sorunlarımızı silah zoruyla değil, diyalogla ve karşılıklı hukuk çerçevesinde çözmemiz gerektiğine dair net bir mutabakat vardı.
Dördüncüsü, bölgemize kast eden emperyalizme karşı durmamızın zorunlu olduğu, bu doğrultuda sorunlarımızı emperyalist güçleri dışarıda tutarak kendi aramızda çözmemiz gerektiği yönünde tartışmasız bir mutabakat söz konusuydu.
Çalıştay, zikredilen yönleri ve her yönüyle eleştirel ve tepkisel olmaktan öte yapıcıydı, inşacıydı. Kürt meselesi gibi geçmişi iki asra yaklaşan bir meselede böylesine inşacı bir dil çok değerlidir, sadece Türkiye için değil, İslam aleminin tamamı için de büyük bir fırsattır.
Çalıştaydaki dört mutabakat maddesini tekrar vurgulayacak olursak,
(1) Türkiye’nin birliğinin korunması elzemdir ve bütün tarafların yararınadır.
(2) Kürt meselesinin çözümü, Türkiye’nin birliğine katkı sağlar.
(3) Sorunlarımızı, silah zoruyla değil, diyalogla ve karşılıklı hukuk çerçevesinde çözmeliyiz.
(4) Sorunlarımızı emperyalist güçleri dışarıda tutarak kendi içimizde çözüme kavuşturmalıyız.
Bu dört mutabakat maddesini lütfen alın ve bütün İslam dünyasına hatta Emperyalizmden mustarip bütün dünya insanlarına sunun. Mazlumlar için aydınlık günler, zalimler için hakkettikleri karanlık çağ başlamaz mı?
Bu dört maddeye karşı sorunlarımızın kaynağı şunlardan kaynaklanıyor değil midir? Aramızdan bazılarının,
(1) Mutluluğunu kardeşlerinin mutsuzluğunda görmesi
(2) Kardeşinin güçsüzlük ve mutsuzluğundan keyif alması
(3) Kendisi için talep ettiği hakları kardeşine fazla bulması
(4) Kardeşinin mutsuz olması için dış güçlerle iş birliği yapması.
Bu dört madde, ülkeleri çatışmalara sürüklemek için yeter ve fazladır bile.
Emperyalist güçler, tahakkümlerini sürdürmek için bu yönde teşvikte bulundukları gibi, ülke içinde ciddi ilişkiler de geliştirmişlerdir.
Bu ilişkilerin tamamı,
(1) Ulusalcı sol
(1) Ulusalcı sağ
(3) Sığ milliyetçilik
(4) Sadece çıkarla ilişkili acentelik faaliyetleri mahiyetinde geliştirilmiştir.
Burada ulusalcı sol ve sağ, doğrudan değerlere karşı savaşmayı ifade ederken sığ milliyetçilik genellikle onlara payanda olur, acentelik faaliyetleri ise onların içinde saklanarak yol alır.
NEDEN TEPKİ GÖSTERİYORLAR?
Bunu da üç maddede özetlemek mümkün:
(1) Çalıştaya bu dört nifak odağını bertaraf edecek bir söylem hakimdi. Dolayısıyla çalıştay, yeniden büyümenin, büyük güç olmanın tohumlarını ekiyordu. Bu tohumlar, söz konusu ayrık otlarında kuruma endişesi oluşturdu, oluşturmaya da devam edecektir.
(2) PKK’nın yol açtığı sorunlar, kırk yıldır Türkiye’de neredeyse bütün sahalara yayılan bir rant oluşturdu. Siyasetteki varlıkları gibi, devletteki konumları ve parasal imkânları da tamamen PKK’ya karşı mücadele ile ilişkili birden çok yapı vardır. Bu yapılar, PKK’nın tasfiyesine hazır değiller. Bunları matbaanın memlekete getirilmesine karşı çıkan iş çevrelerine benzetebileceğiniz gibi, düzenli orduya geçerek büyümek isteyen devletlere karşı milis isyanlarına da benzetebilirsiniz.
(3) Selçuklu, Osmanlı, modern Türkiye… Bu ülke, dindarlaştıkça selamet bulmuş, dinden uzaklaştıkça sorunlara sürüklenmiştir. Dolayısıyla dışarının hilelerine karşı uyanık duran dindar kesimlerin siyasetin merkezine oturmasını tehlikeli bulan dış güçler ve onların yerel uzantıları vardır. Bunların dindar kesimlerin siyasete karışmasını kendi tasfiyeleri olarak görüyorlar ve her fırsatta bunun karşısında duruyorlar.
MUHATAPLIK MESELESİ
Bu çalıştaya gösterilen tepkilerden bir kez daha anlaşıldı ki Türkiye’de, Kürt meselesinin PKK tekelinde kalmasını ısrarla isteyen bir yapı var. Bununla birlikte dış güçlerle ilişkileri ve bürokrasideki varlıkları ile etkinlikleri açısından kayda değer bir kesim, dindarların siyasette olmasından “derin endişe” duyuyor. Dindar Türklerin siyasetteki varlığını kabullenmek zorunda kaldılar, bari dindar Kürtleri bu işten uzak tutabilsek hevesindeler. Başka bir ifadeyle dindarlara duydukları kini, zayıf buldukları Kürt dindarlara sataşarak ortaya döküyorlar. Öte yandan dindar Kürtleri siyaset dışına iterek dindar Türklerin iktidar olma ihtimalini zayıflatmak istiyorlar. Türkiye’nin dindar çevreleri, tepkileri değerlendirirken bu gerçeği görmek zorundadırlar.
Çalıştayda muhataplık ile ilgili sunumuma “Muhataplık meselesi, herhalde Kürt meselesinin odak noktasını oluşturmaktadır. Genellikle yok saymayla ifade edilen Kürtlerin muhatap alınmaması, meselenin oluşmasının; yanlış muhatabın dayatılması ise derinleşmesinin temel sebebidir.” sözleriyle başladım ve şunları anlatmaya çalıştım:
PKK’nın muhatap olarak öne sürülmesi, Kürt meselesinin tabii bir neticesi değil; post-kolonyal dönemde İslam aleminde emperyalist güçler adına temsiliyet oluşturma projelerinin geç bir örneğidir. PKK, Kürtlerin temsilcisi değil, BAAS gibi tasfiye edilmesi gereken bir sorundur.
Yıllardır dile getirdiğim bu görüşün, PKK’dan hâlâ derin bir endişe duyan bölge halkının bazı temsilcilerini memnun etmediğine bir kez daha tanıklık ettim.
Ne yazık ki net İslâmî çevreler dışında kalan bölge halkının temsilcileri PKK’sız bir çözüm konusunda hiçbir öngörüye sahip değiller, buna ihtimal vermiyorlar ve bunun dillendirilmesini hikmetsiz buluyorlar.
PKK’nın bugüne kadar silahla oluşturduğu korku atmosferi gibi, “sırtını PKK’ya veren” siyasi partilerin bölgedeki oy oranları da bu karamsar kabule yol açmıştır.
Buna karşı birkaç saniye soluklanıp düşünelim:
Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlerin PKK karşıtı farklı kesimlerinden heyetler oluşturup Kürtlerin taleplerini onlarla ciddi ciddi konuşsa ve Kürtler de taleplerinin bu heyet tarafından karşılanacağına dair bir umut oluşsa “sırtını PKK’ya veren” partiler, bu oy oranlarını rüyalarında görebilirler mi?
İkincisi böyle bir seçenek PKK’nın halk tabanını eritip nihayetinde onun marjinalleşmesini sağlamaz mı?
Bugüne kadar PKK ile ilgili her tür seçenek denendi ama bu seçenek bir türlü denenmedi. Neden? Çünkü dış güçlerin buna razı olmayacakları yönünde, bürokrasiye hâkim bir anlayış vardır. Bu bürokrasi, PKK ile mücadeleyi, Roma stadyumlarında imparatorun huzurundaki köle kavgaları gibi görüyor ve oyunu inatla, imparatorun memurlarının belirlediği kurallara göre oynamak istiyor, sistem dışına çıkmayı göze alamıyor.
Siyaset, bürokrasiye mahkûm olduğunda ürkekleşir, durağanlaşır. Çağ değiştiren, çağ atlatan önderce siyasete düşen, bürokratik ürkekliği, statükoyu aşıp ülkenin önünü açmaktır.
Burada bir kez daha tekrarlayalım:
Emperyalist güçlere karşı duruş, onların önerileri doğrultusunda ve denklemleri içinde kalınarak sergilenemez.
Sorunlarını çözemeyen toplumların, ülkelerin hâli ortada… Kürt halkının makul taleplerini bizatihi halkın kendisinden dinlemek ve halkın temsilcileri ile çözmek PKK ile uzun ve derin pazarlıklara girişmekten kolaydır.
Yeter ki buna cesaret edilsin… Yeter ki halkı küçük gören yaklaşımlardan uzak durulsun…