Halil misin yoksa İbrahim mi?
İki gariban kardeştiler onlar. Uzun zamandan beri öksüz ve yetim olmaları iki kardeşi birbirine kopmaz sevgi bağıyla daha güçlü bir şekilde bağlamıştı.
Babalarından kalan bir parça tarlayı ekip biçiyor onunla da kıt kanaat da olsa geçinip gidiyorlardı.
O yıl da gece gündüz kardeş kardeşe çalışmış, ekip biçmişlerdi. Sıra hasadın paylaşılmasına gelmişti.
Harman yerinde buluşan iki kardeşin de yüzü gülüyordu. Çünkü o seneki mahsulün maşallahı vardı.
Kardeşlerden biri Halil diğeri ise İbrahim olarak isimlendirilmişti babaları tarafından.
Kardeşlerden büyük olanı Halil evli olup çoluk çocuk sahibi idi. İbrahim ise halen bekârdı…
Zaman paylaşım zamanı idi. Ölçek ölçek elde ettikleri hasadı paylaşmış herkes kendi hakkını almıştı. Sıra elde edilen hasadı taşımaya gelmişti.
Halil Abi kardeşine, İbrahim ben elde ettiğimiz hasadı taşımak için yanımda çuval getirmedim. Sen burada hasadı bekleyedur ben gidip çuval getireyim, diyerek orayı terk ediyordu.
Abisi gidince İbrahim kendi kendine konuşuyordu, Abim evli, çoluk çocuğu var bu yüzden de onun daha fazla buğdaya ihtiyacı var, diyor ve kendi payından bir kaç ölçeği abisinin payına aktarıyordu.
O sırada Ağabey Halil de elinde çuvallarla çıka gelmişti. Her şey gibi çuvalları da pay etmiştiler. Halil, haydi İbrahim seninkinden başlayalım, deyince iki kardeş İbrahim’in payından birkaç çuvalı beraberce doldurup arabaya yüklediler.
İbrahim doldurdukları çuvalları boşaltmak üzere kendi ambarına götürmek için yola koyulunca, Halil Ağabey, Allah’a şükür. Ben evlenip yuvamı kurdum. Kardeşim ise halen bekâr. Yakında o da evlenecek bu yüzden de onun buğdaya benden daha fazla ihtiyacı var, diye düşünüp kendi payından kardeşinin payına aktarmaya başlamıştı. Halil bir müddet sonra gelince sıra İbrahim’deydi.
Bu kez onun çuvallarını doldurmuştular. İbrahim de tıpkı Halil gibi dolu çuvalları ambarına boşaltmak için yola çıkarken Halil de tıpkı İbrahim gibi yapıyor ve kendi payından birkaç ölçeği Ağabeyinin payına aktarıyordu.
Bir hayırda yarış döngüsü kurulmuştu açık açık. Ama iki kardeş de birbirinden habersizdiler. Ha bire ambarlarına mal taşıyordular. Ambarlar dolup taşmıştı ama harman yerindeki hasad bitmemiş hatta eksilmemişti bile. Nihayet gün zevale ermişti.
Buğdaylar oldukları yerde inatla durmaya, bitmemeye inat ediyordular.
İşin sırrı iki kardeşin artık taşımaktan yorulmasıyla ortaya çıkmıştı. Her iki kardeş de diğergamlık yaparak kardeşini zengin etmek istemişti. Ama İlahi irade ise ikisini de berekete boğmak üzere tecelli etmişti…
O gün bugündür nerede bir bereket ortaya çıksa o berekete teşbihen, Halil İbrahim, bereketi denilir olmuştu.
Biri Halil diğeri İbrahim idi bu iki cömert kardeşin adı…
Ya siz ya ben, biz İbrahim miyiz yoksa Halil mi?
Ya da Allah korusun… Yoksa….?
Selam ve Dua ile…