Ölçü, Kur`an ve Sünnetle istikamet bulur
Müslümanlar için sürur ve muhabbet vesilesi olan bir Ramazan bayramını “şükür edası”, iyi niyet ve güzel günler umuduyla geride bıraktık.
Ümmet, toplum, camia ve fertler olarak ‘acılar, hüzünler, hasretler, talanlar, yıkımlar, zulümler ve katledilen mazlumlara` rağmen Rabbimizin ikramı ve Peygamberimizin hediyesi diye bayramlarımızı ‘sevgi, kaynaşma, buluşma, ziyaret, ikram` havasında geçirmeye çalıştık, çalışıyoruz, çalışmalıyız da.
Gelişmeler, olaylar hangi mecrada gelişirse gelişsin ve hangi çerçeveye bağlı olarak şekil alırsa alsın biz Müslümanlara düşen işin kader boyutunu, imtihan yönünü, hikmet eksenini, ibret kısmını, zaaflarımızın etkisini unutmadan hareket etmektir.
Üzerimize, beldemize ve ümmet coğrafyasına yağan baran ve sağanak misali ‘bela, musibet, acı, keder, fitne ve fesat`a karşı ise tavrımız ‘sabır, tahammül, gayret, mücadele ve izzetli duruş` olmalıdır. Yine üstümüze, gönlümüze ve yüreklerimize dökülen bir çise, serpinti misali ‘sevinç, huzur, mutluluk, neşe, paylaşım, vuslat, bolluk`a karşı tavrımız ise ‘şükür, hayranlık, cömertlik ve âlicenaplık` olmalıdır.
Tavrımız, fikrimiz, duruşumuz Müslümanca olduktan sonra birilerinin bu gökkube altında ekmeye çalıştığı kötülük tohumlarına karşı eylemimiz emr-i bil ma`ruf nehy-i ‘anil münker çizgisinde ‘gücümüz, imkânımız, şartlarımız, zeminimiz ve zamanımız` nispetinde ya elle(adalet, sorumluluk ve yetki) düzeltmek ya dille(nasihat, tezkir, tebliğ) düzeltmek ya da kalben buğz(uzaklaşarak, safını belli ederek, hoşnutsuzluğunu ortaya koyarak) etmek olmalıdır.
Bayrama yakın bir zaman diliminde birçok yerde –özellikle İstanbul ve Allah Resulünün beldesi Medine-i Münevvere`de- patlayan bombalar/intihar saldırıları; bayram hazırlığı ve karşılaması arifesindeki hilal göründü görünmedi, bayram olacak olmayacak tartışmaları Müslümanların aklı ve ümmetin masumluğu, acılarıyla alay etmek gibi geldi bana.
Ümmet için ittifak, bütünleşme, gücü asıl düşman olan cinni ve insi şeytanlara göstermek asıl ve gereklidir. İhtilaf, ayrışma ve akılsız komutan misali gücü hiç mesabesinde olan nokta ve detaylara harcamak ise mantıksal kaideler içinde hiçbir yere oturtulamayacak kadar iz`an ve davranış yoksunluğudur.
Bu mantık, elinde Hz. Hüseyin ve evladının kanının büyük vebali olan bir Küfelinin haram belde Mekke`de Kâbe avlusunda öldürdüğü bir pirenin kanının kefaretini Hasan-ı Basri hazretlerine sorması cinsinden veya kanser hücresi bedeninin her tarafını sarmış bir hastaya hastanın elindeki kabarcıkları dert ederek yaklaşan bir hekimin tavrı gibi akla ziyan bir tutumdur.
Bir yapı, camia, oluşum istediği kadar İslami refleksler ve isimle ortaya çıksın eğer onun fikriyatı, eylemlerinin neticesi insanları incitiyor ve onlara itici geliyor; Müslümanları ayrıştırıyor ve fesada sürüklüyor; küfrün amacına hizmet niteliği taşıyor ve onların ekmeğine yağ sürüyorsa bu yapı İslami ve fertleri Müslüman olma vasfına sahip değildir.
İslam`ın amel ve davet fıkhında ‘niyet, amel, ilim ve ihlâs` neredeyse Müslüman şahsiyetinin dört ayağı mesabesindedir ve asıl ilkeler olarak önümüzde durmaktadırlar; ama bunlar eksiksiz ve tam olsa da ölçü Allah`ın ve Resulünün koyduğu şekliyle değilse amel de, davranış da, eylem de merduttur, gayr-i İslami`dir.
Örneğin, kişi öğle namazına Allah için niyetlendi, namazın şart ve erkânını bilerek yerine getirdi, huşu ve halisane bir gönül sahibi olarak eda etti; ama farzı fazlalaştırıp altı rekât veya azaltıp üç rekât yaptı. Bunun neresi ölçü, neresi doğru, neresi kabuldür?
Varın her istek, eylem, amel ve davranışı bu teraziye vurun neyin İslami, kimin Müslüman, nerenin istikamet olduğunu görürsünüz.
Niyetimizin, ilmimizin, amelimizin, ihlâsımızın, ölçümüzün Kur`an ve sünnet bağlamında olması umuduyla Allah`a emanet olunuz!