• DOLAR 34.573
  • EURO 36.037
  • ALTIN 3009.755
  • ...

İstanbul fethinin sembolü olan Ayasofya, 86 yıl aradan sonra 24 Temmuz 2020’de cami olarak fiilen ibadete açıldı. Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasına ülke, grup, cemaat ve kişi bazlı birçok olumlu olumsuz tepki verildi. Karar, Müslüman halklarda büyük bir sevinçle karşılandı. Kararı ‘son Haçlı Seferinin İstanbul’da yenilgiye uğraması’ olarak okuyanlar olduğu gibi yanlış bulan, kararı eleştiren ve karar üzerinden cephe oluşturanlar da oldu.

Ayasofya’nın ibadete açılması kararı, Ortodokslar başta olmak üzere, Hıristiyan dünyada daha çok tepkiye yol açtı/açacaktır. Bu karar, aslında birçok kişinin hesabını alt üst etti. Evanjeliklerin “Son günlerde her şey Hıristiyanlığın lehine olarak Mesih’in gelişini hızlandıracak” tezi ve kehaneti büyük bir darbe yedi.

Batı, bu konuda farklı etkiler bırakacak şekilde birbirini tamamlayan bir dil kullandı. ABD, AB, UNESCO, Ortodoks Patrikhanesi ve Papalık makamı gibi Batılı üst akıl, kararı ‘Haçlı karşısında politik bir zafer, Müslüman fanatizminin yükselişi, Dünya kültür mirasına saygısızlık(!), seküler laik anlayışa darbe, İslamileşme, neo-Osmanlıcılığa dönüş ve üzüntü/esef verici’ olarak görüp kınadı. Aynı üst akıl ise 8. yüzyılda cami olarak inşa edilmiş ve 13. yüzyılda kiliseye dönüştürülmüş olan ve halen ibadete açık aktif bir kilise olarak kullanılan Kurtuba camii 1984 yılından beri UNESCO dünya mirası listesinde oluşuna kör kesilerek ikiyüzlü tavrını bir kez daha ortaya koydu.

Batılı ağababalarının negatif tepkileri BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi İslam ülkelerinde resmi olmasa da kişi ve kurum adına kukla lider ve özentili tiplerin ağzından benzer bir dille ifade edildi. ‘Bu adımının İslâm’ın hoşgörü anlayışına zarar vereceği, Hıristiyanları aşağıladığı, ayrıca Müslümanlara karşı nefretin körüklenmesini hızlandıracağı’ dillendirildi. Hatta hızını alamayan bu tipler Ayasofya’nın cami olmasını ‘İslâm’ın öğretileriyle çelişme, orayı gasp etme ve orada namaz kılmanın haram olduğu’ yönünde fetvalar verdiler.

Ayasofya kararına Batı eksenli tartışmaları ve tepkiler ‘dini, politik veya teo-politik’ olup üç kategoride değerlendirilebilir:

  • Gelişmeleri FETÖ, PKK, Batılı devşirmeler, İslam’dan irtidat eden kişi ve ırkçı-aşırı sağcıların gözlükleri ve tarihteki İslam düşmanlığıyla takip eden ve okuyanlardan gelen tepkiler genellikle ‘peşin hükümlü, oryantalistik ve İslamofobik’ yönleri olan tepkilerdir. Bunlar İstanbul Sözleşmesi, Filistin ve Ayasofya gibi adım ve kararları hemen aleyhte kampanyalara dönüştürme eğilimindeler.
  • Batı’daki bazı Müslüman entelektüel ve kurumlar kararı dini, hukuki ve siyasi olarak doğru bulmadığını ve kararın Müslümanlara ve Türkiye’ye yönelik karşıtlığı artıracağını ileri sürmektedir. Bunlar “iyi niyetli” olarak görünse de haklı değiller; çünkü bunlar Ayasofya’nın tarihi, dini ve siyasi statüsü ve alınan kararın esas gerekçesi hakkında yeterli malumata sahip değiller.
  • Kararı İslâm fıkhı, uluslararası hukuk ve dini açıdan doğru ve meşru görenler şu tezi öne sürmekteler: “İstanbul, Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından fethi gibi sulh yoluyla değil, savaşla fethedilmiştir. Savaşla yapılan fetihte sadece bir mabedin fetih sembolü olarak camiye dönüştürülebilir. Ayrıca Fatih, Ayasofya’yı kendi parasıyla satın alıp vakfetmiştir. Ayasofya, Fatih’in özel mülküdür. O da mülkünde böyle bir tasarrufta bulunmuştur.” İlginçtir, fıkıh, hukuk ve dini yönden doğru bulan bu yaklaşım ‘Müslüman azınlıklara yönelik karşıtlığı arttırma’ ihtimali üzerinden kararın ahlaki olmadığını söylemektedir.

Peki, Ayasofya kararı gerçekten İslamofobi ve Müslüman karşıtlığını artırır mı?

Ayasofya, olumlu olumsuz tepki veren herkes için bir semboldür. Batı medyası da bu sembollüğü aşırı sağcı ve fundamentalist Hıristiyanlar lehine işlemeye çalışmaktadır. Batı medyası, bu kararın İslamifobi ve Hristiyan şovenizmini artıracağını yazmaktadır. 15 Mart 2019’da Yeni Zelenda’da 52 Müslümanı camide şehit eden teröristin manifestosundaki “Ayasofya minarelerinden arındırılmalı” ifadesini, Hinduların Tebliğ cemaatinin toplantılarını bahane edip ülkede Corona’nın yayılmasından Müslümanları sorumlu tutmasını göz önüne getirdiğimizde bu ihtimal dâhilindedir. Ayasofya’nın Camii olarak ibadete açılması kararının Müslümanlara ve Türkiye’ye yönelik nefreti, karşıtlığı arttıracağı yönündeki açıklamalar aslında bir yerlere mesaj verme ve yeni bir İslamifobi oluşturma çabasıdır.

İslâm Dünyası’ndan karara gerek Malezya, Katar, İran, Pakistan, Umman, Filistin ve KKTC gibi devletler gerek kurumlar gerek kişiler bazında olumlu yaklaşım ve tepkiler daha fazlaydı. Müslüman halklar, kararı sevinçle karşılayıp ‘tarihi bir adım, İstanbul’un yeniden fethi, hilafetin yeniden tesis edilmesi’ olarak yorumladılar.

Kararı doğru yanlış, yerli yersiz, olumlu olumsuz, dostça düşmanca, sevinçle öfkeyle karşılayan tüm tepkilerde öne çıkan ortak nokta Ayasofya’nın bir sembol olduğudur. Onun bir mabed, müze veya camii olarak kalmasını isteyen herkes kendi yaklaşımı üzerinden onu kutsamıştır. Ayasofya veya başka bir konuyla ilgili alınan karar, atılan adımlar ve çıkan sonuçlarda Müslümanlar olarak doğru veya yanlış olduğumuzun ölçüsü kanaatimce şudur:

Bu karar, adım veya sonuçlara kim seviniyor, kim üzülüyor?

Ümmet, seviniyorsa karşı tepkilerin kimden, nereden veya ne şekilde geldiğine bakmadan ümmetin sevincine ortak olmak lazımdır.

Dedik ya, kim neye niçin seviniyor ve kim neye niçin üzülüyor?

Sorusuna alacağımız cevap tavrımızın doğru ve yanlışlığı adına önemli bir kriterdir.

Kurban Bayramı öncesi Ayasofya’nın ibadete açılması sevincini Müslümanlara yaşatan Allah’a hamd olsun! Rabbimizden duamız şudur ki aynı sevinci bu bayram münasebetiyle bize Mescid’ul Haram ve  Mescid-i Aksa’nın gerçek özgürlüğüyle de yaşatsın!