• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Hiç dikkatinizi çekti mi? Bugün üzerinde yaşadığımız İslam coğrafyasının tamamına yakını, Resulullah Efendimiz (sav), ilk dört halife (r.anhüm) ve islamın ilk nesli Sahabe-î Kiram zamanından kalmadır. Medine`ye hicretten sonraki ilk 15-20 yılda fethedilmiştir. O tarihten sonrakilerinin varidatlarının iyi muhasebe edilmesi gerekir.

Başkenti “MEDİNE” olan o günkü İslam devletinin coğrafyasını bugünkü devletlerin veya şehirlerin yer aldığı bir haritadan takib ederek veya gözönünde canlandırarak mukayese ettiğimizde, konu daha iyi anlaşılır. O günkü İslam devletinin sınırları;

Güneyden; Habeşistan (bugünkü Etiyopya), Yemen, Umman`dan başlıyor. Kuzeyde; bugünkü Azerbeycan, Ermenistan, Gürcistan, Dağıstan`ı kapsayan Kafkaslara ulaşıyor. Oradan Aşağı Türkistan`a, Maveraünnehir, Horasan bölgelerine uzanıyor. Hatta o dönemde Hazar denizinin kuzeyinde yer alan İtil (Volga) Bulgar Hanlığının İslam ile tanışmasını da hesaba katarsak kuzey sınırı daha da genişliyor.

Akdeniz`in güney sahilinde (Kuzey Afrika) İskenderiye (Mısır), Trablus (Bugünkü Libya) üzerinden Batı sınırı Cebel-î Tarık boğazına (Endülüs Fatihi Tarık b. Ziyad`a atfen bu isim verilmiş). Endülüs`e ulaşmış. (Bugünkü İspanya). Doğu sınırı ise, Sasani Imparatorluğunun fethi ile bugünkü İran topraklarının tamamı ile bugünkü Pakistan ve Afganistan`da yer alan Herat, Pencap, Sind ve Merv bölgelerini de içine alacak şekilde, Hindistan`ın batı sahil şeridine kadar uzanıyor. Diğer bir deyişle Aden körfezi, Kızıldeniz, Akdeniz, Karadeniz, Hazar denizi, Basra körfezi, Umman körfezi ve Umman Denizi (Hint Okyanusu) ile deniz sınırı oluşuyor. İslam ile tanışan ve bu sınırlar içinde yer alan bazı yerleri de saymadan geçemeyiz.

Arap yarımadasının tamamı (Ceziretül Arap), Irak, Suriye, Filistin, Mezopotamya (Harran, Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Doğu Anadolu`nun büyük bir kısmı), Antakya, Kıbrıs, v.s. yerler fethediliyor. Ankara`ya (o gün Angora ismi ile geçiyor) ve civar yerlere akınlar yapılıyor ama alınamıyor. Endenozya ve Malezya gibi, Uzakdoğu Asya ülkelerini saymazsak, bugün üzerinde yaşadığımız İslam coğrafyası, üç aşağı beş yukarı Sahabe-i Kiramın bıraktığı coğrafyadır. Çünkü Endonezya, Malezya gibi Asya ülkeleri ise, sefer ve savaş sonucu alınmamışlar. Bazı tarikatların mürşitleri ile Müslüman tüccarların tebliğleri sonucu İslam alemine dahil olmuşlardır oralar.

Ayrıca bu coğrafyaya, Afrika kıtasında, nüfus yoğunluğu az, yüz ölçümü geniş bazı yerler katılmışsa da, İspanya`dan ve Osmanlı`nın gittiği bazı topraklardan da geri çekilmek zorunda kalınmıştır. Şimdi bir de nüfus karşılaştırması yapalım.

Hicretten hemen sonra Medine`de yapılan nüfus sayımına göre Müslüman nüfus bin beşyüz (1500) ferttir. 10 yıl sonra Resulullah Efendimiz (sav)`in Veda Haccına (Dolayısıyla Veda Hutbesine) iştirak edenlerin sayısı bazı kaynaklarda 100 bin, bazılarında 150 bin olarak geçmektedir. 2010`daki bir araştırma ile dünya Müslüman nüfusu 1.57 milyar (Bir milyar 57 milyon) olarak tespit edilmiş.

Bu mukayeselerden varmak istediğimiz husus şu. Basit bir orantı ile; 40 yılda sayıları birkaç yüzbinle ifade edilebilen Sahabe-i Kiramın ortaya koyduğu eser ile 1390 yıllık geri kalan İslam tarihinde, her yüzyılda bir giden Müslüman nesillere ilaveten günümüzdeki 1.57 milyar Müslümanın terekesi, varidatı, sermayesi, mevcut hali karşılaştırıldığında ortada büyük bir problem olduğu hemen anlaşılıyor. (Elbette 1390 yıllık süreçte çok değerli alimler, idareciler kumandanlar, nesiller de gelmiştir. Bunlar inkar edilemez. Ama bunlara rağmen ortada bir sonuç var.)     Bu durum çok önemlidir.

Sahabe nesli ile diğer nesiller arasında nitelik farkı vardır. En basit ve sıradan hitapları bile “Anam, babam sana feda olsun Ya RESULALLAH” şeklinde olan Sahabe-i Kiramın “Peygamber Sevdası” Peygamber aşkı farklı idi. “Beni seviyorsanız (Peygamberime) O`na uyun” ilahi buyuruk gereği Sahabenin Efendimize bağlılık, sadakat ve tabiiyetleri farklıydı. Niyetleri sırf “Allah rızası” içindi. Sefer ve cihadları bu temel üzerine idi. İslam kılıfı ile kendi atalarının hanedanlıklarını kurmaya çalışmıyorlardı.

Kısacası kendi milli, ulusal, ekonomik, siyasi, askeri menfaat bohçalarını, İslam`ın sırtında taşıtmaya çalışmıyorlardı.

İşte başkenti “Medine” olan “Asr-ı Saadet`in” devleti ile Asr-ı Sefahatin, Sefalatın devleti arasındaki fark budur.

Yeniden dünya-ahiret saadeti için, yeniden “Peygamber Sevdasına” ve “Peygamber Sevdalılarına” şiddetle ihtiyaç vardır. Kur`an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniye “Peygamber Sevdalılarını” beklemektedir.

Akıbet muttakilerindir vesselam...