Muhabbet
Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selâm da O`nun pak Rasûlüne olsun.
“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır.” (Sözler)
“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.” Levlâke kudsî hadisinin kısa bir tefsiri mahiyetindeki bu cümle, kendisinin aynı zamanda kıyamete kadar sürekli yenilenecek derin bir hakikatler mecmuası olduğunu haykırıyor sanki. Bahsi geçen hadis-i kudsîde feleklerin Efendimiz(asv)`ın varlığı sebebiyle yaratıldığını buyuruyor Rabbimiz. Bu öyle büyük bir muhabbettir ki, bizim aciz akıllarımız tam anlamıyla anlayamıyor. Küçük kalbimize sığan çok büyük, çok önemli hakikatler var elbette. Ancak eğer bu hadisin manasını tam olarak anlayabilseydik, kalplerimizin duvarları çatlardı belki.
Habîbullah(asv) var diye var âlem… Rabbimiz O`nu sevdi, seçti, dünyaya gönderdi, bize de sevdirdi. Muhabbetiyle kâinat vücuda geldi ve O`na muhabbet besledi. O muhabbeti hürmetine biz yaratıldık. Belki de sırf O`nun hemcinsleriyiz diye salkımlarını, meyvelerini, güzelliklerini bize sunmaktadır yeryüzü…
“Hem şu kâinatın rabıtasıdır.” cümlesinden anlıyoruz ki muhabbet, en kuvvetli bağdır. Biz muhabbetin genellikle insanları birbirine bağladığını düşünürüz. Oysaki kâinatın da en kuvvetli bağı muhabbettir. Varlıkların kendi kendisini sevmesi bile muhabbetten gelir, yeter ki nerden gelip nereye gideceğini bilsin.
Dünya, muhabbetle hem kendi etrafında hem Güneş`in etrafında döner... Diğer gezegenler de Güneş`in etrafında döner… Bu varlıklar, hem kendilerine hem de diğer varlıklara muhabbet ve hayretle bağlanırlar…
Yeryüzündeki canlı cansız varlıklar da muhabbetten nasibini almıştır. Bitkiler toprağa muhabbetle tutunur, toprak da muhabbetle sarar onları. Bitki ile toprak belki birbiriyle konuşmaz ama bitki toprağa her an teşekkür eder muhabbet ve minnetle. Toprak bu teşekkürü duymasa da alır ve daha bir muhabbetle sarılır bitkiye. Bitki bilir ki bu sarılma, toprağın, derinliklerindeki güzellikleri keşfetmesi için bitkiye gönderilmiş sessiz bir mesajdır. Kaybolmaktan, boğulmaktan, çürüyüp yok olmaktan korkmaz bitki, bırakır kendini toprağın sinesine muhabbet ve teslimiyetle…
Tane tane dökülür yağmur toprağın bağrına muhabbetle… Pamuk pamuk yağar kar, incitmeden, kırıp dökmeden. Dağların başlarını mesken edinir; sıkılmadan, muhabbetle bekler. Sonra ilkbahar güneşi vurunca üzerine, Güneş`ten, erimenin ilmini öğrenir sükût içinde… Ve erir; dağların tepelerinden eteklerine, oradan nehirlere karışır vecd ve muhabbetle.
“Hem şu kâinatın nurudur” muhabbet. O olmasa şefkat ve merhamet bile anlamsız olurdu. İşte o zaman merhametten maraz doğardı. Merhamete sevgi girmeyince merhamet de zulme dönüşürdü. Zaten muhabbetsiz bir merhamet nasıl düşünülebilir ki? Muhabbet olmasa, yeryüzünü zulmet kaplardı. Zulmet, maddi ve manevi karanlıktır. Muhabbetsiz kalplerin yeryüzünde sebep olduğu zulmete bakarak, muhabbetin hiç olmaması halini az da olsa tefekkür edebiliriz.
Ve muhabbet “ kâinatın hayatıdır.” Rabbimiz, kâinatı hayatsız, kalbimizi muhabbetsiz bırakma… Âmîn…