• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Bu hafta “İslam’ın direği” diye tanımlanan namazla ilgili bir şeyler yazayım dedim. Neyi nasıl yazsam diye bakarken, gözüm Hz. Pir (ra)in Mesnevideki yazdıklarına ilişti ve artık yazdıklarımı silmek zorunda kaldım. Çünkü güneşin yanında mumun bir kıymeti yoktu. Uzatmadan sizleri o marifet denizinden damlayan hikmet pırıltılarıyla baş başa bırakıyorum.

 ‘Ey imam, namaza başlarken Allahu ekber demenin manası şudur: “Allah’ım, biz senin huzurunda kurban olduk.” Kurban keserken Allahuekber dersin işte, öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir. O esnada beden İsmail, can da Halîl İbrahim gibidir. Can, bu semiz bedenin hevâ ve hevesini kesmek için tekbir getirince beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur, namazda “Bismillahirrahmânirrahîm” demekle kurban olur gider. Namaz kılanlar, kıyamette olduğu gibi, Allah’ın huzurunda saflar halinde dururlar, sorguya, hesap vermeye, yalvarmaya koyulurlar.

   Namazda gözyaşı dökerken ayakta durmak, kıyamet günü dirilerek, kabirlerden kalkıp mahşer yerinde Allah’ın huzurunda ayakta durmaya benzer. Cenâb-ı Hakk; “Sana verdiğim bu kadar mühlet içinde ne yaptın? Ne kazandın ve bana ne getirdin?” diyecek. Ömrünü ne ile ne işlerle ne gibi ibadetlerle ne iyilikler yaparak harcadın, bitirdin? Sana verdiğim rızkı, kuvveti, gücü hangi yolda tükettin? Gözünün nurunu nerede harcadın? Beş duygunu nerelerde kullandın?

Gözünü, kulağını, aklını, iradeni, bileğini, arşa ait olan bütün bu kuvvetlerini, neye, nerelere harcadın da onlara karşılık, bu dünyada neyi satın aldın? Sana kazma gibi, bel gibi el, ayak verdim. Onları sana ben bağışladım; onlar ne oldular?” Allah’ın huzurunda bunun gibi derde dert katan yüz binlerce haberler, sualler gelir.

   Namazda kıyamda iken, kula gelen bu sözlerden kul utanır, utancından iki büklüm olur rükûa varır. Utancından ayakta durmaya gücü kalmaz, rükûda: “Subhane rabbiye'l-azîm” diyerek Allah’ın noksan sıfatlardan berî olduğunu söyler.

Sonra o kula Hakk'tan ferman gelir; “Başını kaldır da sorulan sorulara cevap ver.” denir. Kul utana utana başını rükûdan kaldırır; fakat, dayanamaz; o günahkar, utancından yine yüz üstü yere kapanır.

   Ona tekrar; “Secdeden başını kaldır da yaptıklarından haber ver.” diye ferman gelir. O bir kere daha utanarak başını kaldırır ama, dayanamaz yine yılan gibi yüz üstü düşer.

   Cenâb-ı Hakk; “Tekrar başını kaldır da söyle, yaptıklarını birer birer senden soracağım” diye buyurur.

Allah’ın heybetli hitabı, onun ruhuna tesir ettiği için, ayakta duracak gücü kalmamıştır. Bu ağır yük yüzünden ka'deye varır, dizleri üstüne çöker. Cenâb-ı Hakk ise; “Haydi söyle, anlat.” diye buyurur.

   “Sana nimet vermiştim, nasıl şükrettiğini söyle; sana sermaye vermiştim, onunla ne kâr elde ettiğini göster.” Kul yüzünü sağ tarafına döndürür, peygamberlerin ruhlarına ve meleklere selam verir. Onlara niyazda bulunur da der ki: “Ey mana padişahları, bu kötü kişiye şefaat edin, bu günahkarın ayağı da, örtüsü de çamura battı.” Peygamberler selam veren kula, derler ki: “Çare ve yardım günü geçti, gitti. Çare dünyada olabilirdi, orada hayırlı işler yapmadın, ibadet etmedin, öğünler geçti.

Kul yüzünü sola çevirir, bu defa akrabalarından yardım ister, onlar da ona; “Sus.” derler. “Ey efendi, biz kimiz ki sana yardım edelim, elini bizden çek de kendi cevabını Allah’a kendin ver.” derler.

   Ne bu taraftan ne o taraftan bir çare bulamayınca, o çaresiz kulun gönlü, yüz parça olur.

   O herkesten ümidini kesince, iki elini açar, duaya başlar. “Allah’ım, herkesten ümidimi kestim. Evvel ve ahir kulunun başını vuracağı, sığınacağı Sensin; Senin rahmet ve mağfiretine son yoktur.” Namazdaki bu hoş işaretleri gör de sonunda, kesin olarak işin böyle olacağını anla... Aklını başına al da namaz yumurtasından civciv çıkar, yani namazdan manen yararlan, yoksa dane toplayan bir şey öğrenememiş kuş gibi, Allah’ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını koyup kaldırma.

   "Ey Hak talibi can! Önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış. Büyüklerin büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili peygamberimizin; "Namaz ancak kalp huzuru ile tamam olur." hadisini hatırla da nefisten ve şeytandan kurtulmak için kalp huzuru ile namaza başla.

   Eğer ambarımızda, hırsız bir fare bulunmasaydı, kırk yıllık ibadet buğdayı nereye giderdi? Her gün azar azar da olsa, candan ve sevgi ile sadıkane yapılan ibadetlerden, iyiliklerden hâsıl olan iç rahatlığı ve huzur neden gönlümüzde hissedilmiyor?

   "O kerem sahibi, namazda gizlenmiştir; gönül namazı kılan, kendini tamamıyla Allah’a veren kuluna lütuf ve ikramda bulunur! O'nun affı ve mağfireti günaha şeref elbisesi giydirir de böylece o günahı affedilmeye, ihsana, kurtuluşa vesile eyler, sebep kılar!"

   “Ben namazda Rabbim'e yönelirim; O'nun iltifatına alışmışımdır.” “Namaz gözümün nurudur.” sırrı zuhur eder; gözlerim nurlanır, içim açılır. Namazda, içimde duyduğum rahatlıktan, manevi zevkten ötürü ruhumun penceresi açılır da oradan vasıtasız olarak Allah’tan haberler gelir, ilham gelir. Allah’ın ilhamı, feyz yağmuru, rahmeti, nuru, ezeldeki kaynağımdan ve hakikatimden gelir, penceremden evime girer.

   Penceresi olmayan bir ev, cehennem gibidir. Ey Allah’ın kulu! Dinin aslı, temeli manevi pencere açmak ve oradan tevhîd ve hidayet nuru alarak gönlü, gözü aydınlatmaktır. Yol açmak için ormana az kazma vur! Sen gel, himmet kazmasını nefis duvarına vur da gönle manevi bir pencere aç!"

   "Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Halbuki âşıklar, daima namazdadırlar! O gönüllerindeki aşk, başlarındaki ilahî sevgi ne beş vakitle yatışır ne de beş yüz bin vakitle geçer gider!

Öyle bir abdest al ki hiç bozulmasın. Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin. Âşığa beş vakit yetmez, beş yüz bin vakit arzu eder. Zira namaz, Sevgililer Sevgilisi olan yüce Yaratıcı'ya vuslattır. ...Gerçek âşık, vuslatın bitmesini ister mi?'