• DOLAR 32.537
  • EURO 34.886
  • ALTIN 2474.957
  • ...

İnsan vücudu nihayet derecede harika bir yaradılışa sahiptir. Diğer bütün canlılar da bulundukları ortam ve ifa ettikleri görev açısından öyledirler muhakkak. Kusur ve eksiklerden beri olan yüce Mevla’nın sanatı elbette harika ve büyüleyicidir. İnsana verilmiş olan bu harika fiziki yapının yanında manevi duygularının da olduğunu düşünmek, bunların her birinin değişik amaçlarının olduğunu ve bunların nasıl kullanılması gerektiği konusunun çok dikkat gerektirdiğini bilmek gerekir.

  Şayet insan kendisine verilmiş duygu ve yetenekleri doğru bir şekilde kullanabilirse, karşılaştığı her bir zorluk ve problemle bir şekilde baş edebilir. Ve insanın başına gelen olumsuz işlerin genelde insanın sahip kılındığı bu duygularını yanlış kullanmasından veya atıl bırakmasından kaynaklandığını unutmamak gerekir. Bundan dolayı insan kendi yaptıklarından sorumludur ve başına gelen olumsuzluklar onun kendi yapısındaki duygu ve yetenekleri kullanmadaki ölçüsüzlük ve dengesizliğinin sonucudur. Ayet öyle der: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise senin kendi nefsindendir.” (Nisa,79). Ama ne yazık ki, insanoğlu kötü bir sonuçla karşılaştığında sorumlu olarak kendisini değil de başkasını görme, suçu başka şeylere yükleme alışkanlığındadır.

  Hayat bir sınav olduğuna göre, insanın hareketli bir yaşam sürmesi ilâhi bir yasadır. Düşüşler, yeniden ayağa kalkmalar kaçınılmazdır. Değişken bir hayatta ayakta durabilmenin tek yolu imandır. İman; karşımıza çıkan her işin bir sınav olduğunu ve buna karşı nasıl bir tavır sergilememiz gerektiğini öğreten temel disiplindir. Disiplin sahibi olmayan kişi kontrolü kaybeder ve yaptığı yanlışlarla beraber kendini bu dünyada da öte âlemde de mutsuz eder. Ve iman, en olumsuz tabloları bile kazanca çeviren bir fırsat sunar mümine. İman sahibi; zorluğa sabretmek, bolluk ve nimete de şükretmekle bütün hayatını değerli kılar. Hz. Resul-i Ekrem(sav) bunu şöyle ifade etmiştir: “Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnızca mümine mahsustur. Başına güzel bir şey geldiğinde şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder, bu da onun için hayır olur” (Müslim,Zühd,64)

  Bazen sahip kılındığımız duygularımızı yerli yersiz kullanırız. İnsanlara karşı böbürlenmek, onları küçük görmek, haklarına tecavüz etmek gibi durumların hemen akabinde kafamızın dank diye sert bir kayaya çarptığını görürüz. Kimi defa da gerilerde durur, gerekli girişimi ve cesareti ortaya koyamadığımız için başkaları tarafından basılır ve eziliriz. Korku ve ümitsizliğe kapılır elimizdeki bütün sermayemizi yok yere tüketir ve yenilgiyi yaşarız. Bakın korku duyusunu denetleyemeyen, aşırı korkan kişinin başına neler gelebiliyor.  

Amerika'da bir idam mahkumu, infazını beklerken hükümet yetkilileri bir teklifle gelir. Bir deney üzerine idamını darağacında değil de zehirli bir serumla uyutarak yapmak istediklerini ve bunun karşılığında ailesine yüklü bir para yardımı yapılacağını beyan ederler. Mahkum önündeki seçeneğin iyi olduğunu, en azından ölürken ailesine yardım edebileceğini düşünür ve kabul eder.

İnfaz gelir çatar, yatağa yatırılır ve bir serum bağlanır. Doktor, infazın detaylarını mahkuma anlatır;

'Gördüğünüz gibi Bay Jefferson, bağladığımız serumda kademe kademe renkli sıvı mevcut. En üstteki yeşil renkli sıvı bittiğinde elleriniz ve ayaklarınız uyuşacak, ortadaki mavi sıvı bittiğinde kollarınız ve bacaklarınız uyuşacak, en alttaki kırmızı sıvı bittiğinde ise kalp ritminiz yavaşlayacak, nabzınız düşecek ve infaz gerçekleşmiş olacak..' der.

Ve tam da doktorun söylediği gibi gelişir her şey. Önce eller ve ayaklar, sonra bacak ve kollar uyuşur. Sonra ise kalp durur ve mahkum ölür... Üzerinde deney yapılan mahkumun ölüm sebebi sadece kalp krizidir.

Serumda bulunan ve zehirli olduğu söylenilen sıvı ise sadece sudur...

İnanarak kendini bile öldürebilen insan, inanarak yeniden doğabilir...