Hayatını Boşa Zayi Etme
Hayat, insanın sahip olduğu en değerli şeydir. Ama ne yazık ki çoğu kez insan bunun farkında olmadan yaşar. O paha biçilmez değerdeki hayatını hiçbir şeye değmeyecek boş işler uğruna tüketir. Oysa hayat, ondan daha değerli şeyler için harcansın diye bize verilmiştir. İşte iman ve İslam, insana hayatın neden kendisine verildiğini, onun nerelerde ve ne şekilde tüketileceğinin yolunu, yöntemini öğreten ilâhi hakikatlerdir.
İnsan ve hayatının imanla olan ilişkisini bir araba örneğiyle açıklamaya çalışalım. Malum olduğu üzere arabanın yapılış amacı yolcusunu taşıyıp menziline ulaştırmaktır. Ama bir araba düşünün ki, kuş uçmaz kervan geçmez dağ başında bir yere konmuş olsun. Bu araba kısa zamanda çürümeye mahkumdur. Sahibine de kâr değil, zarardır. İnsanın sahip olduğu hayatı ve bedeni de aynen o araba gibidir. İman, hayatı maksadına ve menziline ulaştıracak yoldur. Araba o yolu bulmalı ki, sahibini maksadına ve menziline ulaştırsın.
İmandan ve İslam’dan mahrum insan aynen örnekteki arabaya sahip olup da ondan bir fayda göremeyen kişi gibidir. Peki o ıssız dağ başındaki arabasını kümes olarak kullanıp onu değerlendirdiğini söyleyen insana ne demeli? İşte bakın böylesi durumlara düşenler için Hz. Pîr (ra) ne diyor:
“Dünyada unutulmaması gereken bir şey var. Her şeyi unutsan da onu unutmasan korku yok. Fakat her şeyi yerine getirsen, hatırlasan, unutmasan da onu unutsan hiçbir şey yapmamış olursun. Hani bir padişah seni belli bir iş için bir köye yollasa, sen de gitsen de o işten başka yüzlerce iş başarsan, hangi iş için gittiysen onu yapmadın, başarmadın ya, hiçbir iş başarmamış sayılırsın. Şu halde insan dünyaya bir tek iş için gelmiştir, maksat odur. Onu başarmadı mı, hiçbir iş başarmamış demektir.
Amma sen, o işi görmüyorsam bunca iş görüyorum ya dersin; dersin amma seni öbür işler için yaratmadılar ki. Bu, şuna benzer: Padişahların hazinelerinde bulunabilen, değer biçilmez bir çelik Hint kılıcını tutmuşsun da kokmuş öküz etine satır olarak kullanıyor, sonra da boşu-boşuna bırakmadım ya, böylesine bir işe kullanıyorum onu diyorsun. Yahut da zerresiyle yüzlerce tencere alınabilen bir altın tencereyi getirmişsin, içinde şalgam pişiriyorsun. Yahut da mücevherlerle bezenmiş bir bıçağı kırık bir kabağa mıh yapmışsın da diyorsun ki; iş görüyorum; kabağı ona asıyorum, şu bıçağı öylece bırakmıyorum ya. Acınacak, gülünecek işler değil de nedir bunlar? O kabak, bir pul değerindeki bir tahta yahut demir çiviye de asılabilirken yüz dinarlık bıçağı bu işe kullanmak, akıl işi midir ki?
Yüce Allah, sana pek büyük bir değer vermiştir. Buyurdu ki: “Gerçekten de Allah, cennet karşılığı olarak inananların canlarını, mallarını satın almıştır.” (Tevbe,111)
Değer bakımından iki dünyadan da artıksın.
Fakat neyleyeyim ki değerini sen bilmiyorsun.
Kendini ucuz satma; çünkü değerin pek fazla senin.
Senin şu uykudan, şu yiyip içmeden başka bir gıdan daha var. “Rabbime konuk olurum, o beni doyurur, suvarır” denmiştir ya. Bu dünyada o gıdayı unutmuşsun da şu gıdaya dalıp gitmişsin; gece-gündüz bedeni beslemedesin. Sonucu şu beden, atındır senin, bu dünya da o atın ahırı. Atın gıdası, ata binene gıda olamaz; onun da kendisine göre gizli bir uykusu, gizli bir gıdası, gizli bir beslenmesi var. Fakat sana hayvanlık üst olmuş da atın başucunda, atların ahırında kalakalmışsın; ölümsüzlük dünyasının padişahlarının, beylerinin safında yerin yok. Gönlün orda amma beden üst olmuş da o yüzden gönlün de bedenin buyruğuna uymuş, ona tutsak olup kalmış.
Canında bir can var, o canı ara…
Beden dağında bir hazine var, o hazineyi bul.
(Fihi ma fih)