• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

   Peygamberlerin ilk tabileri, hakikati kaynağından almış kutlu kişilerdir. Onlar ilahi davanın insanlara ulaşması uğruna çokça zorluklar yaşamış sadık müminlerdir. Resim ile gerçek arasında ne kadar fark varsa, ilk Müslümanlar ile onlardan sonra gelenler arasında da o kadar fark vardır. Tabiin’den meşhur Hasan-ı Basri’nin sahabe hakkında “Eğer siz sahabeyi görseydiniz, onlara “deli!” derdiniz. Onlar sizi görselerdi “bunlar mümin değildir derlerdi” dediği rivayet edilir: Gerek ilahi davayı anlama ve gerekse de yaşama, tebliğ etme noktalarında onlar bizden çok farklı insanlardı.

   Bugünkü yazımızda Hz Muhammed Mustafa’nın edep, ahlâk ve fedakarlıkta dillere destan ashabından bir zatın hayatından bir noktaya beraber bakacağız. Sözkonusu olayı okuyunca, sahabeye erişmenin gerçekten zor olduğunu daha iyi anlayacağız. Hak ve hukukta, sevgi ve merhamette o yüce Peygamberi(as) örnek alan sahabelerin hayatları, yaşayan bir Kur’an gibidir sanki. Bahse konu olan sahabe, Câfer-i Tayyar'ın oğlu Abdullah’tır.

Abdullah(ra) cömertliği ile meşhur olmuştur. Efendimiz’in amcası Ebu Talib’in torunu ve Hazreti Ali’nin(ra) yeğeni bir kamil mümin… Abdullah hicret çocuğu olarak Habeşistan’da doğdu. Babası Cafer-i Tayyar (ra), annesi Esmâ binti Umeys’dir.

   Babası Cafer (ra) Mute savaşında şehit olunca Abdullah yetim kaldı. Abdullah ibn-i Cafer (ra),  Efendimiz’in vefatı esnasında on yaşlarında genç bir sahâbî idi. Efendimize olan muhabbeti, hizmeti yanında cömertliği ile de çevresinde şöhret bulmuştu.

   Abdullah bir yolculuğunda hurma bahçelerinden birinin önünden geçiyordu. Bahçesinde çalışan zenci bir köleye gözü ilişti. Köle mendilini açmış sadece üç parça yavan ekmekten ibaret yemeğini atıştırmak üzereyken, zayıflıktan kemikleri sayılacak şekilde aç bir köpek, zenci kölenin yanına gelerek, durumunu anlatır şekilde yalvaran gözlerle ona baktı. Köpeğin aç olduğunu gören köle bir parça ekmeği ona verdi. Bir çırpıda ekmeği yutan köpeğin çok aç olduğunu gören köle ikinci parçayı da köpeğin önüne bıraktı. Köpek onu da hemen yedi ve gözlerini son parçaya dikti. Köle hiç tereddüt etmeden bu son parçayı da köpeğe verdi. 

Bu duruma şahid olan Abdullah köleye yaklaşarak "ey arkadaş, niçin üç parça yiyeceğinin hepsini, kendin muhtaçken ona verdin, senin çalışma ücretin nedir?”

“–İşte gördüğünüz üç parça ekmek.”

“–Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzaklardan gelmiş olmalı. Aç kalmasına gönlüm râzı olmadı.”

“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?”

“–Sabrederek, nafile oruç tutacağım.”

   Hz. Abdullah, görüp işittiklerinin tesiri altında kalmıştı; kendi kendine "halk bir de beni cömert bilir. Halbuki bu siyah köle benden daha cömerttir" diye düşündü ve zenci kölenin çalışmakta olduğu hurma bahçesinin sahibinin kim olduğunu araştırıp öğrendi.

Sonra da gidip hurma bahçesini ve köleyi sahibinden satın aldı. Bu cömert köleyi azat etti (serbest bıraktı). Hurma bahçesini de içindekilerle birlikte köleye hediye etti.​ ​Bu hareketini görenler, Abdullah’a "sen eskiden de cömerttin, şimdi daha cömert oldun" dediler.

   Abdullah bin Câfer ise “Ne yazık ki öyle değil. O köle benden daha çok cömerttir. Çünkü kölenin verdiği, sahip olduğu malının tamamıydı. Benim verdiğim ise, sahip olduklarımın çok azıdır”  diye cevapladı.

Gerçek bir iman ve tevekkül kalbe yerleşince bu tür harika davranışlar meydana çıkar. Hakiki iman insanı yüce mevkilere taşır. Hz. Üstad’ın ifadesiyle “İman insanı insan eder, belki de sultan eder..”