Dünya hayatının akıbeti
Hayat kısa bir yolculuktur. Bu yolculuğun nerede ve ne zaman sona ereceği de bilinmez. Hal böyle iken insan bunların hiç birini göz önünde bulundurmadan yolda yürümeye devam eder. Uzun planlar peşinde koşar. Dünyanın ve kendisinin ölümlü olduğunu inkar etmez ama aynı zamanda hiç ölmeyecek bir şekilde hayata sarılır. Elinde bulunan ve kendisine yetecek olanla yetinmez; hırsla daha çok biriktirmenin peşinde koşar. Buna ulaşmak için hiçbir kural ve hukuk tanımak istemez. Nihayette başkalarına zulüm ve haksızlık yapar. Nefsini ve çıkarını putlaştırır ve bütün bir hayatını o putu tatmin etmek için tüketir.
İnsan, yaşadığı kısacık dünya hayatı süresince yanılgılardan kurtulamaz. Yanılgının en büyüğü ise, onun bu dünya hayatının hakikatini anlamadan onunla kurduğu ilişki gelir. Sahip olduklarının kendisinin olduğuna inandıktan sonra sanki onlarla sonsuz bir hayat yaşayacakmış gibi onlara bağlanmaya, sevmeye başlar. Dünya sevgisi ise her tür yanlışın temel kaynağıdır. Hadiste “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.” buyrulmuştur. (Beyhakî, Şuabu'l-İman 7/338, No: 10501.)
Malik b. Dinar(ra) da şöyle demiştir:
“Beden hastalanınca ne yemek, ne su, ne de uyku ona zevk vermez. Kalpler için de aynı şeyi dünya sevgisi yapar.”
Ölüm gerçeğini görmek istemeden hırsla dünya metaına sarılmanın, onu hırsla istemenin sonu hüsrandır. Kur’an, insanın yaşadığı şu hayatta bu büyük yanlışa düşmemesi için sıkça uyarılar yapar. Geçici dünya hayatının hakikatini beyan eder, insanları ebedi ahiret hayatını elde etmek için teşvik eder.
“Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”(Al-i İmran,185)
“Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramışlardır.
Her birinize ölüm gelip, "Rabbim! Ne olur bana azıcık daha süre tanısan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam!" diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın. Allah, eceli gelince hiç kimsenin ölümünü ertelemez. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır. (Münafikun,9-11)
İslam tasavvuf ve irfanı dünya hayatının hakikatini aydınlatmak ve Müslümanı bu konuda düşeceği hatalardan korumak esası üzerine kuruludur. Hz. Mevlana, dünya hayatını ölüm hesabı yapmadan yaşamanın sonunda uğranılacak pişmanlık ve zararı idrak edemeden hayattan göçenlere şöyle seslenir:
“At öldü, gümüş eğere hacet kalmadı; ağaç-ata bin, salacaya eğer vur da, şu aşağılık dünyanın yalanını masalını seyret. Ağır elbiselerini gömleğini çıkar, kefene teslim ol; bağdan yeşillikten çık, toprak içinde kanlara bulanarak oturmaya bak.
Nerde o ekmek isteyeni savman, nerde o kavgan, nerde o ufalanmış ekmeğin bile üstüne düşmen? Ey baş aşağı çukura düşen, nerde kolyen, nerde gerdanlığın? Nerde o saçma sapan işlerin, nerde o usancın, bezmelerin? Nerde o işte güçte, düzende hilede sonuna dek çalışmaların a düzenbaz?
Ey bu bağ benim bağım, o han benim hanım, bu da benim, o da benim deyip duran, şimdi bir saman çöpü bile senden üstün.
Nerde o devlet çağlarının gururu, şuna-buna bıyık altından gülüşmen, kimseyi beğenmeyişin? Nerde o saldırışların, yumruklayışların, nerde o delilikten benzinin kıpkırmızı kesilişi?
Bir gececik bile sabaha kadar tövbeye koyulmadın, yanıp yakılmadın, ölümü yaratan Allah’a bağlanmadın, onunla hiç mi hiç ilgilenmedin.
Bugün de artık o serseri inancın, o temelsiz, o gevşek dinin yüzünden kötekler yersin hasretler çekersin, pişmanlıklar duyarsın.” (Dîvan-ı Kebir, c1, s 136)