Hırs hasarettir, hakikat uzakta değildir
Yoksul bir sufi yıllar yılı Cenab-ı Hakk'a niyaz eder, kendisini bu yoksulluktan kurtarması için yalvarır yakarırdı. Nihayet bir gün rüyasında kendisine şöyle dendi:
- Kalk, komşun olan kâğıtçıya git. Orada karalama kâğıtları arasında seni sıkıntılarından kurtaracak bir kâğıt parçası bulacaksın. Onu sakın kimseye gösterme, gizlice oku ve orada anlatılanları tatbik et.
Rüyada adama o kâğıdın şekli ve rengi de gösterildi. Sufi uyandığında neredeyse sevincinden deli olacaktı. Hemen kâğıtçı komşusuna koştu ve işe yaramaz diye bir kenara kaldırılan kâğıtlar arasında aradığını buldu. O bu hale şaşırıyor ve içinden:
- Allah Allah! Böyle bir hazine karalama kâğıtları arasında bulunsun da şimdiye kadar kimse onun farkına varmasın, ne garip iş! Diyordu. Buradan da anlaşılıyor ki Cenab-ı Hakk'ın takdiri olmadıkça insan yanı başındaki hazinenin bile farkına varamaz... Hâsılı adam bir köşeye çekilip kâğıdı okudu. Orada şöyle yazıyordu:
- Şehrin dışına çıkınca filanca yerde bir türbe göreceksin. O türbeye git, şehri arkana alıp kıble tarafına bir ok at. Okun düştüğü yeri kaz; aradığını orada bulacaksın. Bunun üzerine adam hemen koşup tarif edilen yeri buldu. Eline kuvvetli bir yay alıp alabildiğine gerdi ve okunu fırlattı. Sonra da okun düştüğü yeri sevinçle kazmaya başladı. Ama kazdığı yerden bir şey çıkmadı. Allah, Allah! Rüyasının doğru olduğuna emin olan adam bu duruma bir anlam veremedi ve şansını tekrar tekrar denedi. Böylece birçok kere ok attı ve elinde kazma kürek o ovayı delik deşik etti. Bu hal günler boyu devam edince iş artık sır olmaktan çıktı ve olayı görmeyen duymayan kalmadı. Bazıları gidip durumu padişaha haber verdiler. Padişahın huzuruna çağrılan adam korkusundan her şeyi olduğu gibi anlattı. Kâğıdı sultana uzatarak dedi ki:
- Sultanım, bir aydır benim bu sevdayla ağzımın tadı kaçtı, artık hazineyi bulmaktan da ümidimi kestim. Ama sizin bahtınız açıktır, umulur ki onu siz bulursunuz. Böylece hırs el değiştirmiş oldu. Padişah da büyük bir hevesle kuvvetli yaylar buldurup uzak mesafelere oklar attırdı. Fakat tam altı ay uğraştığı ve sahrada kazılmadık yer bırakmadığı halde o da bir netice alamadı. Sonunda usanan sultan tekrar o fakiri çağırıp eline kâğıdını verdi ve:
- Bu iş benim gibilerin işi değil. Tam altı aydır işimden gücümden kaldım. Sen şu kâğıdını al da istersen aramana devam et. Bulacağını sanmam ya eğer bir şey bulursan onu sana helal ettim gitti, dedi.
Aşık için usanma yoktur. Yoksul yeni bir ümitle işe koyuldu. Bir hayli çabalayıp didindikten sonra artık bu işte kendi gayretiyle bir netice alamayacağını anladı. Bu arada elindeki avucundakini de bitirmiş evvelkinden daha yoksul hale düşmüştü. Nihayet adam yüzünü Allah'a döndü ve tam bir acz ile:
- Allah'ım, ben bu işin sırrından aciz kaldım. Bu düğümü sen bağladın, çözersen yine sen çözersin. Sen sorunumu hallet, diye yakardı. O zaman ona gaipten şöyle dendi:
- Sana ok at, dendi ama uzağa at denmedi. Sense okçuluktaki hünerini göstermek istedin ve oku daima daha uzaklara fırlattın. Oysa uzağa attıkça ondan daha çok uzaklaştın. Şimdi gevşek bir yay al ve hafifçe çek. Ok nereye düşerse hazine oradadır. Böylece fakir yırtınarak ulaşamadığı sonuca bu sefer yorulmadan ulaşmış oldu.
Evet bazen gerçeklerin hazinesi pek yakınımızda olduğu halde onu uzaklarda hırsla ararız. Hz. Mevlana hakikati dışarıda değil içeride aramamız gerektiğini şu veciz ifade ile dile getirir:
‘Senin canının içinde bir can var, o canı ara! Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi bul !’