Dini ihtilaflar üzerine
İnsanlık tarihinde meydana gelmiş ihtilaf ve anlaşmazlıkların önemli bir kısmı dini emirlerin anlaşılması ve yaşanması alanında vaki olmuştur. Hayatın diğer alanlarında görülen farklı düşünce ve yorumlar nisbeten daha az ve bunların insan hayatı üzerindeki etkileri daha sınırlı olmuştur diyebiliriz. Din ve inanç sahasında ortaya çıkan farklı bakış açıları çoğu kez olması gereken sınırın ötesine taşmış ve bazı dönemlerde birçok acı olayların yaşanmasına da neden olmuştur. ‘Herkesin inancı kendisine’ hoşgörüsü yerine, ‘her kesi tek bir inanç üzerinde birleştirme’ türünden dayatmacı yanlış yaklaşımlar farklı dinler arasındaki rekabet ve savaşın ana sebebi olmuştur.
Peki insanları sevgiye, yardımlaşmaya ve birleştirmeye davet eden din, neden ihtilafların kaynağı olur? Bu durum dinden mi, yoksa onu farklı şekillerde anlayan insandan mı kaynaklanıyor?
Din(İslam), insanın yaratıcısı ve kendi hemcinsleri olan diğer insanlarla ilişkilerini düzenleyen İlahi bir yasadır. Ne var ki bu sağlam ve doğru yasa bazen onun yanlış algılanması, çoğu defa da istismar edilmesi sonucu ihtilafların odağı haline gelmiştir. Yani insani zaaflar, değişik seviyelerden ve zaviyelerden bakış açıları veya hakikatin tek bir parçasının mutlaklaştırılması, ihtilafları üreten ana noktalar olmuştur. Şu meşhur körlerin fili tarif etme kıssası bu olayı izah etmek için anlatılır: Bir gün padişahlardan birisi anadan doğma beş on körü bir araya getirip demiş ki: 'Şimdi bir şeyin yanındasınız. Ona bir dokunacaksınız. Kim o şeyin ne olduğunu en iyi anlarsa ona büyük bir hediye vereceğim.'
Körlerin yanına getirdikleri de bir fil imiş. Filin bacağına, hortumuna ve kuyruğuna dokunan körler ayrı ayrı tanımlarda bulunmuşlar. Filin bacağına dokunan ' bu bir direktir' demiş, bacağına dokunan 'sütun' demiş, burnuna dokunan 'hortum' demiş vs.
Bu sözlerin hepsinde gerçekten bir pay var, ama hiç biri tam gerçek değil. Niçin? Çünkü; körler gerçeği görmenin vesilesi gözden mahrumdurlar.
İşte insanların da dini hakikatler karşısındaki konumu, filin yanındaki körlerinkine benzer.
İslam’ı doğru anlama ve yaşama konusunda bugün biz Müslümanların önemli sorunlar yaşadığımız bir gerçektir. Dini farklı anlama konusunda beşeri zaaf ve farkların önemli etkenler olduğu bilinen bir gerçektir. Dış çevre ve ortamın etkilerini de buna ilave etmek gerekir. Dünyevi çıkar, hırs ve iktidar uğruna dini nassların çarpıtılarak yorumlanması ise tahrifattır ve bir din için en tehlikeli şeydir.
Dini konulardaki farklı anlayışlar dinin aslına zarar vermediği ölçüde müsamaha ile karşılanmıştır. Farklı anlamlar nassın lafzından kaynaklı olacağı gibi, çevre ve şartların farklılığından da kaynaklanabilir. Bu farklı anlayış ve uygulamalar sadece dinin toplumsal alana ait hükümlerinde olabilir. ‘Zaruriyatı diniyye’ denilen kısımda farklı anlayışlar olamaz, olmamalıdır. Fukahanın deyimiyle ‘mevridi nassda içtihada mesağ yoktur’ Yani İlahi bir hüküm(nass)le kesin olarak belirlenmiş bir meselede müçtehidin içtihat etme yetkisi olamaz. Namazın farziyeti, faizin haramlığı gibi.
Hakikati doğru olarak kavramak için değişik açılardan bakmak ve kavrama duyularımızın hepsiyle dengeli bakmak gerekir. Akıl, kalp, ruh, göz, kulak vb duyularımızdan birinin kavradığı şey mutlaklaştırılınca farklılık sebebi olabiliyor.
İslam’ı anlama konusunda en tehlikeli yaklaşım, onun evrensellik ve kapsayıcılık özelliğini sınırlayan yaklaşımdır. Genel olarak güç ve iktidar sahipleri tarih boyunca dinin alanını sınırlandırma çabası içinde olmuşlardır. Son iki asırdan beri bu anlayış küresel ölçekte laiklik adıyla anılır olmuştur.
İslam’ı başından, ortasından, sonundan kesip parçaladığımızda ortaya çıkan İslam değil, onun alternatifi bir şey olur. Zaten tarihteki bütün sapkın din anlayışları, gerçek dinin bu türden beşeri müdahalelere uğraması sonucunda ortaya çıkmışlardır.
Tarihin hiçbir devrinde dinsizlik dinin bir alternatifi olmamıştır. Ancak aslından ve özünden arındırılmış, hayatın dışına itilmiş, mabedin duvarları arasında hapsedilmiş dindarlık anlayışı en büyük tehlike ve facia olmuştur. İlahi dinlerde meydana gelen tahrifatlar, dinin kapsayıcı ve hayatın her alanını kuşatan özelliğini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bunun doğurduğu sonuç ise, Merhum Dr. Ali Şeriati’nin değişi ile ‘dine karşı din’dir.