Türkiye kararını vermelidir: Bağımlılık mı bağımsızlık mı?
Dünyadaki siyasi dengeleri az çok takip edenler, siyasi güç dengelerinin yeniden yapılandırılması anlamında büyük bir stratejinin şu an yürürlüğe konulduğunu az çok bilirler. Bunun somut, sıcak ve yeni bazı adımları bugün fiili olarak işlerlik kazanmış durumdadır.
Ancak somut olmayan veya direk olarak bu denge savaşı ile bağlantısı kurulamayan bazı gelişmeler veya süreçler de vardır.
NATO ile somutlaşan ancak İngiliz aklının mayaladığı batı bloku ile Rusya-Çin-İran üçlüsünün daha çok ön cephede yer aldığı doğu bloku arasındaki bu denge savaşı, içinde bulunduğumuz yüzyılda da sıcak bir şekilde devam ediyor. Bu savaşta batı blokunun bir adım önde olduğu değerlendirilebilir. Çünkü yerel aktörler üzerinde strateji yürütme hususunda çok mahir olan bu emperyalist pakt, karşı tarafta istikrarlı ve bağımsız strateji yürütebilecek hiçbir ülke bırakmama taktiğinde ciddi mesafeler alıyor. Avrupa Birliğinin sorunlardan bir türlü kurtulamaması ve yine bir türlü askeri bir oluşuma dönüşememesi, Batı blokunun bir başarısı olarak görülmelidir. Öte taraftan İslam ülkelerinde neredeyse istikrarlı tek ülke bile bırakılmaması da bu sürecin açık bir göstergesidir.
Rusya’ya Ukrayna üzerinden bir operasyon çekilmesi ve takip edenler bilirler, Rusya’nın bir türlü kaçamadığı bir savaşa sokulması, denge savaşının fiili ve açık adımlarından bir tanesidir. Neredeyse bununla eş zamanlı olarak start alan İran’daki olaylar ve istikrarsızlaştırma süreci de bu adımlardan diğer bir tanesidir. İran’daki olaylar, ne bir başörtüsü meselesi ne de bir Kürt özgürlük mücadelesidir. Bu iki mesele batının hem İslam ile hem de doğu bloku ile savaşında İran’ın istikrarsızlığa mahkum edilmesi için kullanılan iki araçtır sadece. İran, çözemediği sorunlu alanlarının ağır bir faturasını ödeyecek gibi görünüyor.
Eli kapıda olan bir diğer adım da Çin’e yönelik olan harekattır. Askeri ve ekonomik anlamda Çin’e güç yetiremeyen Batı, en iyi kullandığı silahını burada da hayata geçirmek üzeredir; istikrarsızlık ve iç kaos. Son dönemlerde Çin’de bazı karışıklıkların meydana geldiği bilinmektedir. Yakın tarih için beni endişelendiren en önemli husus, Uygurlu Müslümanlar üzerinden bir kaos geliştirilmesi projesinin hayata geçirilmesi olasılığıdır. Çin’in onlara uyguladığı mezalim, insanlık dışı muamele, asimilasyon politikası, batının suiistimaline çok müsait bir alan.
Doğu blokunun üç büyük ülkesi olan Çin, Rusya ve İran da boş durmuyor elbette. Batının bütün kuşatma projelerine rağmen üç ülke de kendi hinterlandında birer büyük aktördür. Öte taraftan Şangay beşlisi olarak başlayan, sonrasında Şangay İşbirliği Örgütüne dönüşen oluşum, Doğu blokunun büyük bir başarısı olmasının yanı sıra batıyı çok rahatsız ettiği de bilinen bir gerçek. Doğu Blokunun baş aktörleri şu an için kendi sahalarında, sadece savunma yapıyorlar. Savaşı dışarıya çıkaramamaları durumunda ağır bedeller ödeyecekleri görülüyor.
Bu konjonktürde Türkiye’nin nasıl bir pozisyon alacağı, aslında iki blok için de hayati önem taşımaktadır. Türkiye henüz iki taraftan yana da bağımsız bir politika geliştirebilecek güç ve imkanlardan yoksundur. Bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin şimdiye kadar ki batıcılığı, Türkiye’ye bir şey kazandırmadığı gibi gelişmesinin de önündeki en büyük engel oldu. Ancak Doğu blokunda yer almanın aslında batı blokunda olduğu gibi “bağımlılık” anlamı taşıdığı da aşikardır.
Bağımlı olmanın ağır bedeli olduğu gibi özgür ve özgün olmanın da ağır bir bedeli olacaktır. Türkiye, en kısa zamanda yumuşak karın bölgelerinden kurtulmalı ve iç barışını tamamlamalıdır. Ancak ondan sonra tam bağımsız politikalar için hazır hale gelecektir.