• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

Geçen basında bir haber dikkatimi çekti. Bir ilimizde 16 yaşında bir kızımız, yaşadığı buhran sonucunda canından olmuştu. Haberin devamında ise bu ilde bir ay içinde benzer şekilde 7 vaka daha olduğu yazılıyordu. Yani yaşanan bunalım ve krizler sonucunda aynı ilden 7 kişi daha hayatını kaybetmişti. İlgim arttı. Basını taradım. İstatistiklere baktım. 2019 yılı içerisinde tam 3406 kişi benzer şekilde hayatını kaybetmiştir. Bir önceki yıl ise bu rakam 3342 kişi imiş. 2000 yılında ise, yani 20 yıl önce bu rakam 1802 olarak gerçekleşmiş. Geride kalan bu 19-20 yılda vakalar %89 oranında artmış.

Türkiye’de ivedi bir şekilde gündeme alınan, projelere konu olan, bunlar için ekonomik kriz ve sıkıntılara rağmen devasa bütçeler ayrılarak hayata geçirilen nice proje, politika ve strateji vardır. Yeter ki işin içinde siyasi, ekonomik veya farklı farklı rant ve menfaatler olsun. Hakikatte memleketin bu rant projelerine ihtiyacı da yoktur. Veya daha acil, daha gerekli sorun ve sıkıntılar olduğu için bu tür rant projelerine sıra bile gelmemelidir normal şartlarda. Bir de hayat memat meselesi olduğu halde, memleketin genel gidişatını, geleceğini, değerlerini ve milyonlarca insanı çok yakından ilgilendirdiği ve çok büyük ihtiyaç olduğu halde hiç mi hiç gündeme dahi getirilmeyen nice sorun var Türkiye’de.  Değerlerimizdeki yangın ile aile kurumundaki yangın veya genel ahlaktaki ile yeni nesli, yani geleceğimizi yakıp kül eden yangınlar gibi mesela.

Değerlerden uzaklaştıkça, aile kurumu zayıfladıkça istisna vakalar halinde olan intihar vakaları hızla artarak rutinleşmiş ve yaygınlaşmıştır. Geldiğimiz noktada toplumsal bir buhran şeklinde artık sadece günümüzü değil, geleceğimizi dahi tehdit edecek bir boyuta çıkmıştır.

Hükümetin ve ilgili kurumların gündemlerinin son sıralarında dahi yer bulamayan bu toplumsal buhran ve travma halinin sebep ve sonuçları üzerinde durularak en azından bir teşhis ve tedavi anlamında yol haritası çizilmesi gerekirken acıdır ki vakaya can yakıcı bir duyarsızlık vardır.

Açıktır ki bugüne kadar devlet kurumları toplumda gittikçe artan ve neredeyse her aileyi tehdit eden bu sosyal buhran karşısında tedbir geliştirme anlamında görevini hakkıyla yapmamış, içi dolu bir tedbir geliştirmemiştir. Toplumun genel ahlakını ve sosyal dengeleri birebir etkileyen sahalarda adeta yangına körükle gidercesine bir tutum içerisinde hareket edilmiştir. Kendi geleceğini karanlığa mahkum etmeyi göz göre göre yok sayan böyle bir devlet veya hükümet duyarsızlığı kabul edilebilir bir şey değildir.

Bugün gelinen noktada bu tehdit, artık çocuklarımızı yutan bir anafora dönüşmüştür. Çünkü istatistikler tehdidin gençlerimize ve çocuklarımıza döndüğünü göstermektedir. Yeni nesil artık hayatın anlamından, gelecekten, hayatın değerlerinden bir şey anlamamaktadır. Hayata yüklenen anlam, insan fıtratını tatmin etmediğinden, bir doyumsuzluk, derin bir boşluk ve sonu olmayan bir belirsizlik peyda olmuştur.

Meseleyi sadece din üzerinden değerlendirmek de en azından toplumda çok anlaşılabilecek bir izah olmayacaktır. Yeni neslin önüne konulan hayat ve gelecek perspektifinin içi boştur. Bu durumun özellikle incelenmesi, masaya yatırılması, üniversitelerde ve bütün ilgili kurumlarda araştırma sahası olması ve toplumun geleceğinin inşasında esas alınacak temel paradigmaların yeniden belirleneceği bir sürece dönüşmesi gerekir. Önümüzdeki yazıda inşallah bu konuyu incelemeye devam edeceğiz.