• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Türkiye’de ekonominin iyi olmadığını yazar çizeriz bir iki yıldır. Ancak bugün geldiğimiz nokta, yanılmıyorsam Türkiye’de ilk defa oluyor. Artık buna kriz demek de belki yeterli bir tarif olmaz. Çünkü paranın kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. Açıkçası öyle televizyonlardan, gazetelerden veya sosyal medyadan krizin etkisini okumak çok mümkün olmuyor. Bu nedenle siyaset ile uğraşanları, parti başkanlarını, özellikle hükümet yetkililerini çarşı pazara inmeye davet ediyorum. Öyle şatafatlı heyetler ve korumalar eşliğinde değil. Vatandaş olarak insinler. Alış veriş yapsınlar. Kasaba uğrasınlar. Hakikaten durum o kadar vahim ki öyle dışarıdan okumakla fakir fukaranın halini anlamak mümkün olmuyor.

Mart ayı istatistikleri açıklandı. Buna göre, TÜFE mart ayında yüzde 5,46 artış gösterdi. Ocak ayında yüzde 54.44 olan yıllık enflasyon yüzde 61.14'e yükseldi. Üretici fiyatları ise aylık bazda yüzde 9,19 artarken, yıllık Yİ-ÜFE yüzde 114,97'e çıktı. ENAG ise enflasyonu yüzde 142.63 olarak hesapladı. Hangisi doğru onu vatandaş takdir etsin. TÜİK’in değerlendirmelerinin çok tartışmalı olduğu dikkate alındığında doğru olma olasılığı daha yüksektir. ÜFE denilen şey malum, üretici enflasyonu. Yani üretim maliyetleri. Üretim maliyetlerine ekstra habire yükselen vergiler de eklenince bu sonuç kaçınılmaz oluyor.

Eski tarihlerde dedelerimiz anlatırdı, 50-100 yılda bir kıtlıklar gelirdi memlekete. Bu kıtlıklar da yüz yıl boyunca konuşulur, tarihi seyir içerisinde milat olarak kabul edilir, kıtlıktan önce kıtlıktan sonra diye kıstas alınırlardı bazı olaylar için. Yağmur yağmayınca, çekirge istilaları durumunda olurdu mesela. Yani ekinler bitmeyip memlekette buğday bitince yaşanırdı bütün bunlar. Ama şimdi öyle değil. Malum. dünya küçülmüş. Bir memlekette kıtlık veya kuraklık olsa dahi insanlar çok etkilenmezler. Civar şehirlerden, olmadı civar ülkelerden alıp getirirler. Şimdi özellikle dar gelirli vatandaşların yüzlerinde o tedirginlik, o karamsarlığı açıkça okuyabiliyorsunuz. Ne olacak, nasıl olacak, nasıl geçineceğiz endişesi belirgin bir şekilde kendisini gösteriyor.

Piyasada bir kıtlık yoktur. Yaşanan sıkıntı, piyasada gıdanın olmamasından ziyade çok pahalı olmasıdır malum. Eskiden fakirin sofrasının vazgeçilmesi olan tavuk eti, makarna, bulgur gibi gıdalar da artık dar gelirli insanlar için lüks sınıfına girmiştir. Yani %50 dolaylarında artırılan asgari ücret, %62 yükselen enflasyon karşısında geçen yıla göre dahi %12’lik bir değer kaybına maruz kalmıştır.

Ancak bir tuhaflık olduğu da aşikardır. Çarşı pazardaki pahalılık, çok anormal bir şekildedir. Karaborsacılık, stokçuluk, fiyatları şişirme, denetimsizlik ve keyfilik başını alıp gitmiştir. Piyasada hakim olan tek şey istikrarsızlıktır. Bu işin kaybedeni de ne iş adamları, ne tüccarlar, ne siyasiler ve ne de diğer elit kesimdir. Kaybeden sadece vatandaştır, dar gelirlidir. İşçi, memur, emekli ve köylüdür. En tuhaf olanı ise hükümetin içerisinde bulunduğu rahatlık ve vurdumduymazlıktır.