• DOLAR 34.653
  • EURO 36.358
  • ALTIN 2928.174
  • ...

Her seçim döneminde olduğu gibi, Kürt Meselesi yine suiistimal edilen konuların başında geliyor. Bu nedenle de gündemden düşmüyor. Biz çözeceğiz diyenlerin hamasi vaatleri ile Kürt meselesi yoktur diyenlerin uç söylemleri, zaten onların meseleye ne kadar basit, ciddiyetten uzak bir şekilde yaklaştıklarını ortaya koymaktadır. Seçime oynamak saikiyle soruna yaklaşanlar, her seferinde gerilerinde sadece yıkım bıraktılar. Belki yüz bin insanın canına, yüz yıldan beridir kaosa, şiddete, teröre, OHAL uygulamalarına, şehirlerin, köylerin yakılıp yıkılmasına neden olan bu meselenin hala siyasete ve ranta alet edilmesi, meselenin bu güne kadar niye çözülmediğinin de ipuçlarını vermektedir.

Milliyetçi, ırkçı ve inkarcı çevrelerin hala inkarcı bir zihniyetle meseleye yaklaşmaları belki anlaşılır bir durumdur. Ancak Sayın Cumhurbaşkanının da aynı söylemlere destek vermesi ve meseleyi yok sayması doğrusu anlaşılabilir bir durum değildir. Bu çözümsüzlük anlayışıyla memlekette büyük sorunlar nasıl aşılır, kardeşlik nasıl tesis edilir, temel insan hakları ve özgürlükler nasıl ikame edilir veya insanlar kendilerini bu memlekete nasıl ait hisseder anlamak mümkün değildir. Böyle bir mesele yok ise yüz yıldır bu memlekette yaşananlar neyin nesidir? Dersim’i, Zilan’ı, yakılan ve yıkılan şehir ve köyleri, aynı şekilde isimleri değiştirilen şehir ve köyleri nereye koymak gerekir? Kürt Toplumunun ve Kürt Dilinin anayasal bir tanımı var mı bu memlekette? Mecliste Kürtçe niye hala bilinmeyen bir dil olarak tanımlanmaktadır? Yoktur diyebilmek için önce bu sorulara cevaplar bulmak gerekir.

Bilmek gerekir ki; Kürt Meselesi yoktur demekle yok olmaz. “Yoktur” diyenlerin; böyle bir mesele kalmamıştır. Kürt-Türk ayırımı diye bir şey yoktur, anlayışından hareketle bu beyanda bulunduklarını biliyorum elbet. Ancak bunun da karşılığı yoktur. 80’li yıllardaki gibi ırkçı bir kutuplaşma kalmamıştır belki Türkiye’de. Ancak mevzuat anlamında, Anayasal ve yasal anlamda hiçbir şey değişmemiştir. Madem mesele bitmiş; üniversitelerde niye hala Kürt Dili ve Edebiyatı adında bir enstitü yoktur, iki üç yerde var olanların isimleri niye Kürt Dili ve Edebiyatı değil de “Yaşayan Diller” şeklinde konulmuştur? Niye Kürtçe veya Zazaca öğretmen ataması yapmaktan imtina edilmektedir? Bu sorular daha da artırılabilir. Ama sanırım gerek yoktur.

“Kürt Meselesini Biz Çözeceğiz” diyenler için de ciddi bir samimiyet testine ihtiyaç vardır sanırım. Bu meselenin en büyük mimarları dahi bugün “biz çözeceğiz” diyebiliyorlarsa artık işin çivisi çıkmış demektir. Bu ülkede bu mesele için bir evladını, bir yakınını kaybetmeyen neredeyse hiç kimse kalmamıştır. Bu kadar hassas, bünyesinde çok büyük acılar barındıran, çok büyük trajediler, sürgünler, gurbetler, yıkımlar barındıran bir mesele, bu kadar kolay suiistimal edilmemelidir. Sorun belli, çözüm de bellidir. Öyle zorlaştırmanın, karmaşık hale getirmenin bir anlamı yoktur. Çözüm, hiçbir zaman güvenlikçi politikalarda değildir. Bu güne kadar en iyi anladığımız realite budur. Bir tek çözüm vardır. O da; ırkçılık ile ötekileştirmenin önce zihinlerden sonra da mevzuattan çıkarılmasıdır.

Kendilerini çözümün adresi olarak gösterenlerden anadilde eğitim ve Kürt toplumuna anayasal tanımlama için adım atmalarını bekliyoruz. Vatandaşlık tanımının değiştirilerek etnik aidiyetten arındırılması teklifinden başlayabilirler mesela. Çözmeye talip olanlar böyle bir iradeyi cesurca ortaya koyarlarsa samimiyetlerini kanıtlamış olurlar.