• DOLAR 34.661
  • EURO 36.346
  • ALTIN 2935.85
  • ...

Aile kurumu ve manevi dinamiklerimiz üzerindeki operasyon çok boyutlu olarak devam etmektedir. Bu konuda sistemli ve ciddi bir süreç işletilerek toplumsal evrime dönüştürülmek istenmektedir ki büyük oranda başarılı olduklarını da kabul etmek durumundayız. Birçoğumuz bunun toplumsal bir operasyon olduğunu kabul etmiyoruz.  Veya gerçekten de farkında değiliz. Ancak bu, hakikati değiştirmez.

Sistematik dedim. Çünkü hakikaten sistematik bir çalışma yürütülüyor. Kadın özgürlüğü, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın hakları gibi masumane libaslar giydirilen projenin kurumsal anlamda bütün alanlara yayılması sağlanmıştır. Avrupa’nın dayatmasına dönüşen İstanbul Sözleşmesi, devleti kurumsal anlamda yükümlülük altına koymuş, bütün bakanlıklar ve kurumları kadını sözde “özgürleştirmek” için seferber etmiştir.

18 Yaşını dolduran bütün kadınları adeta “dokunulmaz” kılan, erkeklerin elini kolunu bağlayan, kadının beyanını kanun yerine koyan fiili uygulama, erkeği kadına karşı acziyete düşürmüştür. Kadının bu sözde “özgür” hali, yasaları da, örfü de, inancı da işlevsiz kılarak kadını “la yüs”el” bir noktaya çıkarmıştır. Bu projenin hedefine varması ve toplumda her türlü aidiyetin yıkılması, ilke ve ahlaki değerlerin yok edilmesi için çok geniş kapsamlı tedbirler alınmıştır. Aileyi koruma kanunu, süresiz nafaka düzenlemesi, genç yaşta evlenenlere kurduğu aile düzeninin dağıtılması şeklinde kesilen ağır fatura ve daha nice ucube uygulama ahlaki değerlerimizin altını üstüne getirmiştir. Hatta anneliği de kadının görevleri arasından çıkarma çalışmaları hızlı bir şekilde devam etmektedir. Annelere çocuklarını kreşlere terk etmek için kreş paralarının da devlet tarafından karşılanması hazırlıkları yapılmaktadır. Bunlara iyi niyetle yaklaşmak mümkün değildir.

Şimdi asıl ilginç noktaya değinmek istiyorum;

Hükümete yakın, fiili olarak bu alanda görev icra eden birçok yetkiliye bu sürecin tehlikelerine dikkatlerini çekmek için ziyaretlerde bulunduk. Yetkili şahıs ve kurumların bu hususa bakış açıları beni daha da ürküttü. Zira neredeyse ortak bir söylemle; zaman değişmiştir. Günümüz kadınlarının sorunlarına eski mantıkla çözümler getirmek mümkün değildir. Kadınlar eski kadınlar değildir. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesinin eleştirdiğimiz yönleri olmakla birlikte öyle abartıldığı gibi kötü olduğunu düşünmüyoruz diyerek toplumdaki ahlaki yozlaşmaya karşı kör, sağır ve duyarsız olduklarını müşahade ettik. Bu durum, tehlikenin büyüklüğünü göstermesi noktasında önemlidir. Türkiye’de iktidarın içinde ciddi bir güce kavuşan feminist hareketin topluma hükmedecek noktaya geldiğini göstermektedir.

Evet şartlar değişmiş ve insanlar sözde “çağdaşlaşmış” olabilir. Ancak kadının da erkeğin de fıtratları ve biyolojik yapıları değişmemiştir. İslam dini değişmiş değildir. Meşruiyet dairesi ve bunun hükümsel alt yapısı olduğu gibi durmaktadır. Şartların ve zamanın değişmiş olması, araçlar, imkanlar ve fiziki anlam noktasında olabilir. İslam dininin insan fıtratı, toplumsal düzen ve bu düzende öngördüğü görev dağılımı zaman ve mekanla mukayyet değildir. İnsanlık devam ettiği müddetçe bu ilahi kanun da devam edecektir.

Çağdaşlaşmak, zamana uymak ve hümanist söylemler, batının fıtratımızı bozmak için geliştirdiği albenili sözlerden başka bir şey değildir. Kadının iş hayatında sorumluluk alması ile annelik vazifesini bir birine alternatif olarak göstermeye çalışan batı, annelik öğretisini bitirmek istemektedir. Toplumun mürebbisi annedir. Bu eğitimi topluma hiçbir üniversite, hiçbir akademik kurum, hiçbir kreş insana veremez. Hayatın yaratıcısı olan Allah, kadına öncelikli vazife olarak anneliği vermiştir. Bu vazifeyi aksatmadığı müddetçe ve kadının şahsiyetini koruyacak tedbirler konulması şartıyla dış dünyada da elbette sorumluluk almasında bir beis görmemiştir. Ancak bize dayatılan batı kültüründe anneliğe alternatif olarak kreşler ikame edilmektedir. Kadın ile çocuğun arasını açmak için devleti kreş parasını karşılamaya dahi razı etmişlerdir. Bu büyük projelerin bozulması, bugün toplumumuzun en önemli sorumluluğudur. Hükümet de bu projelere maalesef payanda olmaktadır.