İlla Kardeşlik
Suriye'nin kuzeyi için ABD ve Türkiye arasında bir anlaşma sağlandı. Ancak bu anlaşmanın işleyip işlemeyeceğini ya da bu anlaşmanın çözüm olup olmayacağını zaman gösterecektir. Her zaman olduğu gibi yine derin sorunları pansuman çözümlerle geçiştirmeye çalışıyoruz. Geçici çözümler de eskisi gibi ucuz değildir. Artık ötelemenin de çok ağır maddi ve manevi faturaları vardır.
Bu durum, önümüzdeki süreçte sorunları geçiştirmenin mümkün olamayabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Her ötelemenin kalıcı çözümü daha da ağırlaştırdığını, hatta belki bizi çözümsüzlüğe mahkûm edeceğini bilmek durumundayız. Farklılıkları ya da çok kimlikliliği güç ve kuvvete, yani avantaja dönüştürmek büyük devlet olmanın bir göstergesidir. Farklılığı, çok kimlikliliği yumuşak karın, zaaf, zayıflık nedeni, potansiyel sorun merkezi olarak tutmaya devam etmek ise küçük düşünmenin, basiretsizliğin, toplumsal sorumlulukları taşıyamamanın göstergesidir. Bu perspektif körlüğü hele hele kurumsal bir anlayış ise bu; küçük kalmayı, belki daha da küçülmeyi, hep başkasının mandası olmayı tercih etmek anlamındadır.
Türkiye'nin böyle bir açmazı var. Toplum olarak aslında PYD veya PKK'yi doğru okuduğumuzu düşünmüyorum. Bunlar, belki tümörün dışa vuran sancısıdır sadece. Tümörün kendisi değildir. Hastalığı bırakmış, sancısı ile uğraşıyoruz. PYD'nin gücünü kırıp daha güneye çekilmesini sağlamak, kime sorarsanız sorun kalıcı bir çözüm değildir. Bunları ortaya çıkaran sebepleri ortadan kaldırmadıkça, onları tamamen bitirseniz dahi yenileri oluşacaktır.
Türkiye'de aslında kardeşliğin tesis edilmemesi sorunu vardır. Bataklığın kaynağı kardeşliğin tesis edilmesine mani olan ve cumhuriyetin kurulması ile birlikte yeni devletin temel paradigması haline getirilen "ulus devlet" anlayışıdır. Bu anlayışın devlet politikası olduğu çok uluslu toplumlarda asla kardeşlik tesis edilmez.
Şimdi ABD'nin şemsiyesi altında Suriye'de tehdit oluşturan bir saha oluşuyorsa, askeri tedbirlerle bu tehdidi bertaraf etmek mümkün olabilir mi, yapılması gereken şey, hakikaten bu mudur, askeri tedbirlerin yanında siyasi ve sosyal tedbirler de lazım değil midir diye ciddi olarak meseleyi masaya yatırmak gerekir. Üç yıl, bilemedin beş yıl sonra aynı tehdidin bir daha oluşmayacağının bir garantisi var mıdır?
Takım değiştirir gibi devletlerin blok değiştirdiği bir dünya konjonktüründe yarın Türkiye'nin hangi blokta yer alacağını, hangi devlet ile dost, hangisi ile düşman olacağını bilmek mümkün değildir. Dolayısıyla bugün bu tehdidi ABD oluşturuyorsa, yarın Suriye oluşturabilir. Ya da Rusya. Ya da başka bir komşu ülke. Suriye'de olmadı, Kandil taraflarında veya İran'ın Türkiye tarafında veya Türkiye'nin içinde farklı farklı benzeri tehditlerin oluşmayacağının hiç bir garantisi yoktur. Benzeri sahaların oluşması kuvvetle muhtemel bir durumdur.
Dolayısıyla sadece taşeron yapılarla değil, düşmanın devamlı olarak içimizden taşeron devşireceği ortamı oluşturan asıl sebeplerle uğraşmak ve onları ortadan kaldırmak gerekir. Vatandaşlığın etnik asimilasyona dayandırıldığı mekanizmanın bozulması lazımdır.
Ulus devlet paradigması bu memleketin dostu olmayan güçler tarafından bu memlekete ihraç edildi. Bu paradigma halen dayatma şeklinde devam ediyor. Bu toplumun güçlenmesini, büyümesini, huzura ermesini ve tüm komşularla barış içinde yaşamasını isteyen her kim varsa bunun değişmesi için gayret göstermelidir.
Çok uluslu toplumlarda kardeşliğin belki bir gün bile ötelenmesi lüksü yoktur aslında. Kardeşlik daha fazla ötelenmemelidir. Hem anayasada hem de zihinlerde "birliktelik" inşa edilmelidir.