• DOLAR 34.595
  • EURO 36.203
  • ALTIN 2969.132
  • ...

   Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatılır:

  “Hz. Yusuf, eşsiz bir güzelliğe sahipti. Kuyudan, kölelik­ten ve zindandan kurtulup Mısır’a sultan olmuştu. Ziyare­tine gelen bir can dostuna başından geçenleri anlattı. Uzun süre sohbet edip dertleştiler.
Bu arada Hz. Yusuf misafirine ikramlarda bulundu. Mi­safir dostu da Hz. Yusuf’a getirdiği hediyeyi bir paket için­de takdim etti.
Hz. Yusuf paketi açtı, dostunun hediyesinin cilalanmış güzel bir ayna olduğunu gördü. Merak edip, hediye olarak neden aynayı tercih ettiğini sordu. Misafir mahcubiyet içinde şöyle dedi:

“Efendim, dostun evine eli boş gidilemeyeceğini, uy­gun bir hediye götürmek gerektiğini bildiğimden, uzun za­man sana uygun bir hediye araştırdım. Neye baktıysam hiçbirini sana lâyık görmedim. Bir küçük altın, altın madenine, bir içimlik su, okyanusa nasıl hediye götürülürdü?

“Sana canımı hediye getirdim desem bile, Hindistan’a baharat götürmek gibi bir şey olurdu. Senin güzelliğine lâ­yık bir hediye olarak en sonunda, senin içinde kendini bu­lacağın bu aynayı getirmeye karar verdim. Her defasında ona baktıkça güneş gibi parlayan cemalini görür, şükreder ve beni hatırlarsın.” 

   Her ne kadar hikâyede mevzu bahis olan Hz. Yusuf (a.s.)’ın eşsiz güzelliğinin vurgusu olsa dahi, bu kıssadan bizler de kendi hissemizi almaya çalışalım. Özellikle tasavvufta metafor olarak çokça kullanılan aynayı, Hz. Yusuf’un bir peygamber olduğunu dikkate alarak, bir de davetçi perspektifi ile değerlendirmeye çalışalım.

   Malumunuz, davetçiler olarak çevremize dönük bir yaşamımız olduğu için kendi kusurlarımızı göremeyiz ve çoğu zaman kendimizi kusursuz zannederiz. Bu anlamda aynayı kendi iç dünyamıza, yani kendi nefsimize tutabilirsek, kusur ve zaaflarımızı fark edebiliriz.

   Aynayı kendi benliğine tutmadan sadece başkalarının eksiklikleriyle uğraşan kişiden zaten gerçek bir davetçi olamaz.

  Bu anlamda Şair Vasfî’nin şu beyti meramımızı özetler mahiyettedir:

  “Feylosofun kendisi na-kaabil-i ıslah iken

    Kalkar ıslah etmeğe zu’munca hâl-i âlemi.”

  Yani filozofun kendisinin ıslaha ihtiyacı varken, kendince âlemi ıslah etmeye kalkar. Bu yazdıklarımızdan kendi kusurunu ıslah edememiş birinin başkalarını ıslah etmeye kalkışmasının doğru olmadığı anlamı çıkarılmasın.

  İnsan olmamız hasebiyle, elbette kusur ve zaaflarımız olması kadar doğal bir şey olamaz. Fakat önemli olan başkalarını ıslah etmeye çalışırken, kendi kusurlarımızı görmezden gelmemek ve herhangi bir zaafımız varsa tedavi yoluna gitmektir.

   Ne yazık ki kendini doğru tanıyıp kusurunun farkında olan kişilerin sayısı çok azdır. Farkındalık kazanabilmemiz için Hz. Yusuf (a.s.)’ın dostu gibi bize ayna verecek dostlara her zaman için ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu anlamda dost seçerken bizi her halimizle öven, kusursuz gören kişileri değil, yapıcı eleştirileriyle zaaflarımızın farkına varmamızı sağlayacak kişilerden seçmemiz elzemdir. Bu zemine oturtulan dostluk, yalnız bu dünyamıza yönelik değil, ahirete dönük kardeşliğe dönüşür o zaman…

  Allah için birbirini seven, Allah için dost olan, kendi nefsine ayna tutabilen, dostuna ayna veren, hakiki Mü’minlerden olma duasıyla…