• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

  Yegâne hakikat ve ‘Allah katındaki tek din’* olan İslam dini tüm insanları Hz. Adem ve Hz. Havva’nın evlatları olarak insanlık ailesinin bir üyesi kabul eder. Öncelikle yaradılış ve fıtratta eşitliği esas alır.

  Sonrasında inananlar ve inanmayanlar olarak ikiye ayırır. Bundan sonra ise salih ameller ile yücelmek gelir.

 Fıtratta kardeş olduğumuza göre her insanın aynı potansiyelle yaratıldığını da kabul etmek gerekir. Zira; yaşamı sorgulama, hakikati arama ve bulduğunda kabul etme istidadı insan fıtratının özelliklerindendir.

  Sorgulama aşamasının başındayken kişi eğer vicdanının sesini susturmazsa bu süreç hakikat arayışına doğru ilerler. Bu arayışlar sonucunda kimi menziline varır, kimi de varamadan o yolda ölür. İnsanlık tarihine baktığımızda Bâyezid-i Bistâmi'ye ait şu sözün doğruluğuna şahit oluruz;

 “Aramakla bulunmaz lakin, bulanlar arayanlardır.

  Evet inanmış olsun ya da olmasın yaşadığı hayatın anlamı üzerine düşünen, araştıran, sorgulayan her insan esasen hakikatin peşindedir. Günümüzde kitleleri peşinden sürükleyen fikir ve ideolojilerin temeline baktığımızda bu arayışın izlerine rastlarız. Hemen hepsi insanlığın kurtuluş ve saadetinin ancak kendi ideolojisiyle mümkün olacağını savunur.

  Arayış tamamlanmadan yarım yamalak kurtuluş reçetelerinin insanlığı daha da büyük uçurumlara sürüklediğine, uzak ve yakın tarih şahittir. Büyük ideallerle yola çıkan fikir adamları etraflarına büyük kalabalıklar toplamışlar fakat iş uygulamaya gelince ne yazık ki hayal kırıklığı ve hüsranla tarihin sayfalarında yerlerini almışlardır.

  Bunun gibi insanlığa bir şeyler sunma, fikirlerini bir sonraki nesillere aktarma düşüncesiyle sanat ve edebiyata yönelen şahsiyetler de çoktur. Özellikle edebiyatta klasik olma hüviyeti kazanmış eserleri kaleme alan yazarların eserlerinin çoğunda bu hakikat arayışının izlerine rastlamak mümkündür.

   Bu eserlerde takdire değer çok güzel hikmetler bulunduğundan şüphe yoktur. Fakat arayışı yarım kalmış ve hakikati bulamamış bir kişinin pek çok yanlışa sapması da muhtemeldir. Dolayısıyla bu eserleri okurken boş bir zihinle değil, eleştirel bir bakış açısıyla okumak elzemdir. Bu eleştirel bakış açısını kazanmak için de insanın öncelikle fikri bir altyapısı olması gerekir. Bir nevi mihenk taşı diyebiliriz.

  Bu mihenk taşı öncelikle hidayetin kaynağı olan kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir. Daha sonra da Kur’an’ın pratik uygulaması olan Sünnettir. Kuran ve sünneti mihenk taşı olarak belirleyen okuyucu bunlara uygun düşeni alıp, uymayanı kabul etmeyerek bilgiyi süzgeçten geçirir.

  Değerli bir hocamızın dediği gibi pergeli Kur’an ve sünnetin üzerine tutarak bu eksende okumalar yapmak gerekir. Hakikat yolunun yolcusu olabilmek için iyi bir okuyucu olmak, iyi bir okuyucu olabilmek için de bu metodu uygulamak şarttır. Aksi halde telafisi olmayan fikri sapmalara düşülmesi kaçınılmaz olacaktır.

  Selam ve dua ile…

*Âl-i İmran 19.