İblis ve Dostlarının En Güçlü Silahı: Irkçılık
Dünyanın dört bir yanında mevcut olan kaos ve karışıklığın sebeplerini masaya yatırdığımızda listenin en başına asabiyeti koyabiliriz. Sözlükte “yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak” anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak” manasına gelen asabiyet günümüzde ırkçılık olarak tanımlanmaktadır.
Irkçılık alametleri bazen etnik köken, bazen dil, bazen ten rengi, bazen ideoloji, bazen mezhep, bazen siyasi parti görünümünde ortaya çıkar. Tüm bu ayrışmaların neden olduğu yıkımlar tarih boyunca süregelmiştir. Modern çağda ise hemen hemen her toplumda farklı şekillerde ortaya çıkan bu haslet, sonuçları itibariyle korkunç bir vaziyet almıştır.
Özellikle de ırk, renk ve dil gibi insanların kendi tasarrufu dahilinde olmayan nedenlerle ayrıştırma ve bir kısmının diğer bir kısmı üzerine tahakküm kurma düşüncesi hastalıklı bir zihniyetin habercisidir.
Malcolm X’e göre ırkçılık; ‘ideolojik değil, psikolojik bir hastalıktır.’
Irkçılığın sebep olduğu ayrıştırma ve ötekileştirmeye maruz kalan taraf zoraki bir asabiyete yönlendirilmiş oluyor ve bu durum ne yazık ki, karışıklık ve iç savaşlara ortam hazırlıyor.
Ülkemizde de son dönemlerde had safhaya ulaşan siyasi kutuplaşmalar sürekli bir öteki algısı oluşmasına sebebiyet veriyor. Siyasetteki asabiyet ister istemez her kesin bir şekilde taraf tutmak zorunda hissettiği bir ortama eviriliyor. Toplum kutuplaştıkça ayrışmalar artıyor, her ayrışma başka ayrışmalara sebep oluyor, dağılıp parçalanmaya ve küçük gruplara dönüştürüyor. Böylece emperyalistlerin ellerinde çatallarıyla beklediği ortam hazırlanmış oluyor. Parçalanmış her grup yenmeye hazır bir lokma haline geliyor.
Asabiyetin tehlikelerine dikkat çeken Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Kim asabiyete kapılır ve kimin için asabiyet gösterilirse boynundan iman bağı çözülür.” Buyurmuştur.
Şu hadisi şerifinde ise asabiyetin ahiretteki cezasını net bir şekilde açıklamaktadır:
“Kimin kalbinde bir hardal tanesi kadar olsun asabiyet varsa, Allah onu kıyamet günü cahiliye Araplarıyla birlikte haşredecektir.”
Hz. Hüseyin’den rivayet edilen şu söz de asabiyetin hiçbir şeklinin caiz görülmediğine dairdir:
“Hamza bin Abdulmuttalib’in hamiyetinden (asabiyet) başka hiçbir hamiyet cennete girmeyecektir. Zira o, peygamber için gösterdiği hamiyetinden ötürü Müslüman olmuştu.”
Yukarıda toplumdaki etkilerine değindiğimiz asabiyet, esasen iblisin lanet sebebidir. Zira o; ateşten yaratıldığı için topraktan yaratılmış olan insana üstünlük taslamış ve bu sebeple Rabbinin huzurundan kovulmuştur. Sonrasında tövbe etmeyip insana olan üstünlüğünü ispat etmeye yemin etmiş ve bu uğurda cehenneme girmeyi göze almıştır. Şeytan insanları saptırmak için, kendisiyle dostluk kuran insanlar eliyle ırkçılığı en güçlü silah olarak kullanmaktadır. İşte asabiyetin gerçek karşılığı aslında bu hadisede saklıdır.
Nitekim; taassubun tanımı şu şekildedir: “Kişinin yaptığının yanlış olduğu apaçık görünmesine yahut doğru mu yanlış mı olduğu bilinmemesine rağmen kafasına koyduğu şeyi sürdürmesidir.”
Taassubun bir diğer tanımı ise şudur: “Herhangi bir tarafa bağlılıktan dolayı, delili apaçık ortaya konduğunda bile gerçeği kabul etmeme.” Bu her iki anlayışa sahip olan kimseye mutaassıp denir.
“Yanlışlığı ortaya çıkmadığı sürece hak olduğuna inandığı şeye göre davranma” manasındaki sebat ise taassuptan farklıdır.
Taassubu en çok eleştiren İslam âlimlerinden biri İmam Gazzâlî’dir. Gazzâlî’ye göre; ‘bir sözü söyleyene göre değil gerçek olup olmadığına bakarak değerlendirmek gerekir.’
Bu perspektifle bakıldığı zaman ancak hakkaniyet sınırları korunabilir ve adalet gerçek manasını bulabilir.
Hasılı kelam; izzet ve şeref İslam ümmetinden olmakla, üstünlük ise takva iledir…
Selam ve dua ile…