Felaketimizin Kaynağı: Halklarıyla Barışık Olmayan Yönetimler
Tarihte de günümüzde de halklarına rağmen ayakta durmaya çalışan, halklarının talep ve beklentilerini önemsemeyen, halklarının değil kendi kişisel çıkar ve iktidarlarının geleceğini önceleyen hiçbir hükümet, hiçbir yönetim gün yüzü görmemiş, hüsrana uğramıştır. Bu yönetimler halklarıyla barışık olmadıkları için hep zayıf kalmışlar, ufak bir sarsıntı karşısında ya çökmüşler ya da çöküşün eşiğine gelmişlerdir.
Halklarıyla barışık olmayan yönetimlerin kaderinde ekonomik yıkımlar, sosyal anarşi ve kaoslar, başka güçlere bağımlı olma, güvensizlik gibi sıkıntılar sürekli önemli bir yer tutmuştur. Bu yönetimler dış saldırılar karşısında ülkelerini koruyamamışlar, saldırgan güçlere çoğu defa boyun eğip zilleti kabullenmiş, sömürge haline gelmişlerdir.
Yine bu yönetimler içerideki derin güçler, örgütlü yapılar karşısında da korumasız durumdadırlar. Hep askeri bir darbe tehdidi altında yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Sırtlarını dayayacakları, güvenecekleri bir halkları olmayınca karanlık yapılarla işbirliğine gidip iktidarlarını sağlama almaya çalışmaktadırlar.
Ne yazık ki bugün İslam ümmetinin, İslam dünyasının en büyük sıkıntısı, en büyük sorunu halklarıyla barışık olmayan yönetimlerin başta olmasıdır. Durum böyle olunca İslam ümmeti, Müslüman halklar iç ve dış saldırlar karşısında korumasız kalmakta, yaşadıkları topraklar emperyalist güçlerin iştahını kabartmakta, zenginlikleri talan edilmekte, güven ve emniyetten yoksun kalmaktadırlar. Bizzat kendi yönetimleri tarafından zulüm ve katliamlara uğramakta, özgürlükleri kısıtlanmakta, acı ve sıkıntılardan bir türlü kurtulamamaktadırlar.
Sadece halklar değil, başlarındaki hükümetler de zillet ve aşağılanmaya uğramaktadırlar. Bu hükümetler sürekli dış güçlere bağımlı oldukları, onların talimatları doğrultusunda hareket ettikleri için kalkınma ve üretim konusunda elleri kolları bağlı olmakta, ekonomik kalkınmayı sağlayamamakta, ülkeyi güven ve huzur ortamına kavuşturamamaktadırlar. Bağımlı oldukları dış güçler hep zayıf ve zelil olmalarını istemektedirler çünkü.
Mesela Arap ülkelerinin çoğu kendi zararlarına olduğunu, ülke çıkarlarını tehdit ettiğini bildikleri halde kendilerine dayatılan İsrail çetesi ile normalleşme anlaşmalarını imzalamak zorunda kalmaktadırlar. Bile bile halklarına ihanet etmekte, topraklarına göz koyan, onları zillete mahkûm eden, ülkelerindeki karmaşa ve fitnelerin en büyük kaynağı olan Siyonist çeteye kucak açmaktadırlar. Bu yönetimler kendilerinde Siyonistlere karşı çıkma, itiraz etme gücü görmemektedirler. Çünkü halklarıyla barışık değiller. Halklarına rağmen dış güçlerin yardımıyla iktidarda kalmaktalar ve iktidarlarını sürdürmek için zillet ve ihaneti kabullenmekten başka çare görmüyorlar.
İslam dünyasının, İslam ümmetinin geri kalmasının, kalkınamamasının en büyük sebebi budur; halklarıyla barışık olmayan yönetimlerin varlığıdır.
Ama dediğim gibi bu tür yönetimlerin geleceği pamuk ipliğine bağlıdır. İktidarları kısa sürelidir. Ya bir iç darbeyle ya da dış saldırı ve istilalarla yıkılmaya mahkûmdurlar. Libya’nın, Irak’ın, Afganistan’ın ve daha birçok İslam ülkesinin emperyalist güçlerin istilası karşısında tutunamayıp işgale uğramasının en büyük nedeni o ülkelerde hüküm süren zayıf, uşak yönetimlerin varlığıydı.
Bu durum ülkemiz içinde geçerli; Güçlü bir Türkiye, kalkınmış bir Türkiye, dış ve iç saldırıları püskürtebilecek bir Türkiye, halkıyla barışık bir iktidarın varlığıyla mümkündür. Halkını potansiyel suçlu güren, STK’ların önünü kesmeye çalışan, Batıdan ithal sapkın projeleri halkına dayatan, halkına değil de karanlık, derin güçlere güvenen bir iktidarla güvenli bir geleceğe, umutlu yarınlara yürüyemeyiz.
Türkiye son yıllarda halkıyla, halkının değerleriyle barışma, halkına güvenme, sivilleşme anlamında umut verici adımlar atmaya başlamış bulunmakta. Girilen bu yoldan dönüş olmamalı. Güvenlik soruşturması, STK’ların önünü kesme kanunu, İstanbul Sözleşmesi gibi iç ve dış mihraklar tarafından dayatılan yanlışlardan dönülmeli, halkın her kesimini kucaklayan bir söylem geliştirilip emin adımlarla yola devam edilmelidir.
İktidar halkına güvenip ona değer verirse halkı da ona güvenir ve 15 Temmuzda olduğu gibi onu yarı yolda bırakmaz.