• DOLAR 34.655
  • EURO 36.371
  • ALTIN 2932.518
  • ...

 

Allah-ü Teala Samed’dir ve Gani’dir. Hiçbir şeye hiçbir zaman ihtiyacı yoktur. Kulları ise tam aksine sürekli ihtiyaç sahibidir. Ve o kulları içinde en ekremi olan Hz. MuhammedMustafa (sav) de; “(Allah’a) muhtaçlığım benim iftiharımdır” buyuruyor.

Şu illetli modern çağ, Ademoğlundan, “kendini kendine yeterli gören” bir tanrı yontmaya çabalarken ayarları öyle bozdu ki, ihtiyaç filan denince biraz duraksıyor: “Nasıl yani Allah’ın peygamberi (sav) neye muhtaç ki?”

Resulullah(sav)’in muhtaçlığını O’nun varislerinden Bediüzzaman Said Nursi(rh) Hazretleri şöyle açıklıyor: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir.

​Üstad bu ifadeleri Barla Lahikasında ve Mektubat isimli eserinde zikrediyor ve kısaca “Alemlerin Efendisi’nin (sav) sınırsız salavata ihtiyacı var” diyor.

​Bunu elbette ki “dertleriniz ona çok ağır gelir, o size çok düşkündür” ayetine dayanarak söylüyor. Sabahlara kadar “ümmeti ümmeti” diye niyaz edip ümmetinin ebedi kurtuluşu için yalvarmasına bakarak söylüyor.  

​“Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” derken yahut “Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah” derken aslında şöyle demiş oluyoruz: “Allah’ım Habibine salat ve selam eyle ki, ümmetinin dertlerinin O’nun muazzez ve mualla ruhuna verdiği acı hafiflesin.”

​Gazze’deki durumun O’na nasıl ağır geldiğini akıllar tasavvur etmekten acizdir. Ve “birbirinizi sevmedikçe -yani birbirinizin dertlerine derman olmadıkça- cennete giremezisiniz” dediği kendisine iman etmişlerin kenardan izleyen hali bundan daha ağırdır.

​Peki sadece şu andaki el Aksa ve Filistin özelindeki acılar için bile söylesek O’nun o kadar çok salavata ihtiyacı var ki, her birimizin yüz bin kalbi ve dili olsa hiç durmadan salavat getirsek azdır.

​O yüzden salavattan ayrı bir İslam Medeniyeti düşünülemez. Sadece teravihler, namazlar, camiler değil, hayatın ve ölümün kuşattığı her nezih lisan, her güzel münasebet, her uygun zaman ve mekan asırlar boyusalavatlarla süslemiştir.

​Geleneğin zayıflamasıyla beraber düğün gibi merasimlerde mevlid okuma adetinin zayıflaması da ancak ciddi bir bilinçlendirme çabasıyla önlenebilir.

​Salavat için sürekli ve yeniden ciddi seferberliğe ihtiyaç var. “Çek bir salavat” gibi mottolar yayılabilir: “ah çekme salavat çek”, “hatırlamak için çek bir salavat”, “aradığın ne ise önce salavat” vs.

​Karşılarken Selamdan sonra salavat, veda ederken salavat, söze sohbete başlarken salavat, parayı alırken, verirken salavat, Besmeleden sonra salavat, hamdden ve her duadan önce sonra sonra salavat. Gülü, nergisi koklarken, balı tadarken salavat. Yürürken, yoldayken, sayfayı çevirirken, inerken, çıkarken ve hakeza hareketin bereket olduğu her fiilde salavat.

​Ve edebiyat, şiir, mimari, hat, resim, musiki gibi sanat deyince akla gelen her alanda kendi mihengine uygun biçimde salavat. Her hayırlı işin, zanaatın, mesleğin her mertebesinde çalışırken salavat. Toprağı ekerken, sürerken, biçerken ürünü hasad ederken salavat. Muayene ederken, ilaç yazarken salavat. Marangoz atelyesinde birleştirirken salavat, terzihanede dikerken salavat.

​Salavattan hali bir köşe, bir lahza, bir vesile bırakmadan bu işin gönüllü neferi olmaya var mısınız?

​İşte Mevlidi Nebi etkinlikleri bunun içindir. Tek bir ağızdan değil onlarca yüzlerce Peygamber Sevdalısıyla bir araya gelip kocaman bir ağız ile salavat..

​Mevla salavattan nasibimizi çoğaltsın.