• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Baki olan Allah-ü Teala’dır. Melekler için de zamanın neye tekabül ettiğini bilmiyoruz. Yalnız Sura üflenip de bütün yaratılanlar öldükten sonra Azrail de dahil büyük meleklerin ruhlarının alınacağını okumuşuz. Demek ki, insanların diriltilecekleri güne kadar şeytana mühlet verilmesi gibi meleklere de görevleri dahilinde bir yaşam formu verilmiş.

Mikail(as), Azrail(as)’ın devamlılıkları malum. Cebrail(as)’ın vahiy için beşer ile teması  hakkında da çok net bir takım bilgilere sahibiz. Kur’anın nüzulünün tamamlanması ile görevinin bittiğine dair herhangi bir rivayet olmadığı gibi Kur’anın mahluk değil de Allah’ın kelamı oluşunun yanısıra devam eden ilahi yardımlar, inayetler, Rahmani ilhamlar da Cebrail(as)’ın görev kapsamının perdesini kısmen aralamış oluyor.

Bilmediğimiz şeylerin peşine düşmekten sakındırıldığımız için gayba imanla yetinip asıl mevzuya gelelim.

Melek kelimesini kötünün zıddı olarak kullanıyoruz. Zulmün, katliamın, cinayetlerin zıddı olarak. Haliyle kötülükler karşısında duyarlılığın azalması aslında meleklere imanın zayıflaması ile alakalıdır.

İlme ve alimlere hürmetin de dünyevi kaygıların gerisine bırakılması bununla ilgili.

İşte kötülük probleminin çözümüne büyük katkısının yanı sıra ilmiyle melekî bir surette amel ederek onu mücerred (soyut) bir değer olmanın ötesine taşıyan Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini eserleriyle kılavuz edinmek nice düğümün çözülmesine kapı aralayacaktı(r).

23 Mart 1960 yılında vefat eden Üstadı rahmetle yad ederken şu soruyu sorarak başlayalım:

Bugün yaşasaydı Filistin’de devam eden soykırım için ne derdi? Ne yapardı?

Cevabı basit: Kendi döneminde ne yaptıysa aynısını yapardı.

Medresede ders verirken tüm talebelerini alıp gönüllü olarak katıldığı ve hepsini şehid verdiği doğu cephesinde yaptığı kahramanlıklarla şimdiki ahvali kıyaslamak makul gözükmese de, O, bugün de yerinde duramazdı diyebiliriz.

Despot bir dönemin adaletsizliği karşısında “Zalimler ve hunharlar için yaşasın cehennem” diyen Said-i Meşhur, herhalde kavli dua ile yetinmezdi.

İngilizlerin İstanbul’u işgaline karşı tek başına yazıp dağıttığı bildiride o günün habis ruhunu yerden yere vuran bir alim, herhalde bugünün kan içicileri karşısında yerinde oturmazdı.

Ne zindan, ne sürgün, ne de diğer eziyetlerin hiç birine eyvallah etmeyip tüm bunlara rağmen imkan üreterek neşrettiği eserlerinde kendisini yok etmek isteyenlerin dayanaklarını kökünden sarsarak şerlerinin hızını kesen bir strateji dehası, herhalde bugün herkesin sığındığı çaresizlik mazeretine teslim olmazdı.

Bediüzzaman’ın yöntemini iki kelime ile özetlemiştik: Melekî ve ilmî.

Melekî derken mutlak iyilik, güzellik, ümit, sabır ve herkese hitap eden kuşatıcı bir dil ile akla seslenerek yumuşak bir eda ile ikna yöntemini kastediyoruz. Muhatabı incitme ihtimali olan sert fasılları açmadan hikmetin lezzetini kullanan bir üslup bu. Ve çok ağır bedellere tahammül etmeyi gerektiriyor. Bu da nafilesiz virdsiz, (mesela cevşensiz), duasız olmaz. Üstad’ın sualleri cevaplarken bitirdiğinde çoğu zaman meleklerin tesbihi olan “Subhaneke la ilme lena illa ma allemtena inneke entel alimül hakim” ayetini kaydettiğini de hatırlayalım.

Melekî yol ihlastan haber verir. Beni değil bizi yani şahsı maneviyi esas alır. Himmet için Hakka hizmeti, nimet için külfeti işaret eder.

İlmî taraf ise ispata dayalı olmasıdır. İspat ise kuru kuru yapılamaz. Her gün marifeti artırmayı gerekli kılar. Ve her alanda bilgi açlığıyla beraber bunu doyuracak şevki ziyadeleştirir. Bunun farkında olan bir Risale-i Nur müdaviminin Kuran ve Hadis başta olmak üzere ilme karşı müthiş hürmet ve iştiyakının bir sebebini de burada aramak gerekir.

Cebrail (as)’ın her yıl Ramazan ayının tüm gecelerinde gelip, sene içerisinde inen Kur'an ayetlerini Resulullah (sav) ile mukabele ederken yani karşılaştırırken Efendimiz (sav) âyetleri okur, Cebrail (as) dinlerdi ve buna “arz” denirdi. İlmini bir hareket disiplini içerisinde yayan Üstadın, yazarak çoğaltılan her nüshayı tek tek tashih etmesinde işte bu arz yani mukabele sünnetine uymasının etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

Sırf bir ilmi eser yazmak değil de o günün ve o zamandaki her kesimin yani ihtiyarların, gençlerin, hanımların, hastaların, musibetzedelerin faydasını gözetmek de melekîlik ve ilmîliği cem etmektir.

Ve tekrar o soruya dönersek; bugün Bediüzzaman ne yapardı?

Kendi vücudunu zalimlerin hışmına siper ederek, hiçbir tehdide aldırmadan evvela boykotu yüzde yüz uygulatırdı.

Sonra İslam ümmetinin unsurları arasındaki uhuvvet ve ittihadı diriltecek hızlı, tesirli ve pratik çözümlerle kitleleri harekete geçirirdi.

Küresel eşkıyalardan korku putunu da, çıkarın her türlüsünü de, vehn illetini de hakikatli ve samimi mücadelesiyle zirü zeber ederdi.

Hediye almadığı için kimsenin minneti altında da kalmazdı.

Dünyalık bir şeyi olmadığı için kimseden de çekinmezdi.

Onlarca defa mevt onu yokladığı halde yakalayamadığı için ve ölümden bin beter çilelere tahammül ettiği için canını sakınmadan mazluma yetişmeye çağırdığında kimse tereddüt etmezdi.

Mevlâ, şefaatini nasip eylesin.