Irkçının ateşini kim söndürecek?
Herkesin “para para para” dediği Napolyon’cu bir dünyada “ırkım ırkım” demenin kâr getirmediğini bilmek için mesela Türkiye’de herkesin ultra faşistliği ile tanıdığı dokunulmaz bir MOSSAD ajanı olmaya gerek yokken nasıl oluyor da vaziyet farklı gelişiyor.
İlginçtir Hz. Musa(as)’ın dilinden Samiri’ye ceza olarak: "Defol, doğrusu artık yaşantında 'bana dokunmayın' demenden başka yapabileceğin bir şey yoktur" (Taha 97) ifadesini okuruz.
Tefsirler, bunu, Samiri’ye musallat edilen bir hastalık olarak yorumlarlar. Sonuçta hastalıklar illa ki bedensel olacak değil.
Samiri buzağı ile Musa(as)’a iman eden kitleleri hedeflemişti. Bir fikri karşıtlık üzerinden gitmiyordu, ne bileyim bugünün tabiriyle söylersek ideolojik bir referansı yoktu, yaslandığı veya dayattığı karşıt bir yaşam biçiminin politik mücadelesini de vermiyordu.
Halkı yanına çekmek için sadece zayıf damarlarına hitap etti o kadar: “Sihrin büyülü cazibesi..”
Bugün “sana dokunamıyoruz” denilen ‘Proje Samiri’lerin de öyle vasat aklın makul göreceği bir düşünce dinamiği yok.
IQ’sü sıfırın altında olduğu halde çıkarları için bütün dünyayı ateşe vermekte tereddüt etmeyenlerin insanın faydasına bir dava sahibi olmaları mümkün mü?
Taktik basit: Toplumun zaaflarını kullanırken, her gün cami duvarına bevletme stratejisi.
Bunun Avrupa’da Kur’an yakan foseptik artıklarından hiçbir farkı yok.
Ya da Mescid-i Aksa’ya necis çizmeleriyle giren lanet kütlelerinden hiçbir farkı yok.
Yahut yanan ormanda ölenlerin haberini sunarken; “neyse ki ölenler göçmenmiş” diyenlerden ya da yüzlercesini gemilerle batıranlardan ya da onları denizlerde yaptıkları dev kamplara kapatanlardan hiçbir farkı yok.
Bunları zaman makinesiyle tarihin farklı dönemlerine gönderseniz geçmiştekilerden çok çok daha vahşi olacaklarından emin olabilirsiniz.
Evet, İslam, işte tam da o yüzden mürtedin yaşamasına müsaade etmiyor.
Çünkü dinden bağını koparanla, dünyadan bağını koparan bir değildir.
İnsan bir kere ilahi olandan saptı mı, ondan daha alçağı, ondan daha vahşisi, ondan daha sadisti, daha kahpesi, daha zalimi, daha lanetlisi, daha haini olamaz.
Bu diyarda da devletin hukukundan, idaresinden Kur’an’ın aziz ahkamının dışlandığı, uzaklaştırıldığı günden bu yana yaşanan endişelerin, acıların, savrulmaların, dağınıklığın toplamı herhalde altı yüz yıllık Osmanlı döneminden az değildir.
Şimdi pratik sonuç almaya ayarlanmış ırkçı düzenekler; topyekûn sahadalar, ciddi seferber olmuşlar, artık RAND Corporation, CIA ve benzeri tüm aktif merkezlerin önlerine koyduklarını uyguluyorlar.
Gaye belli; Arap, Türk, Kürt, Farisi, Afgan gibi Müslümanların birliğini bozmak, aralarında çatlaklar oluşturmak, bunun için kalabalıkları tahrik etmek, hiç olmazsa bilinçaltlarına şüpheler ekmek, birbirinden soğutmak, birbirine şaşı baktırmak, birbirine güvenini zayıflatmak..
Peki, neydi o meşhur replik: “Nerde bu devlet?”
Bunlar uyuşturucu çetelerinden daha az tehlikeli değil.
Bunlar korona virüsten daha tehlikeli.
Bunlar kuduz köpeklerden daha tehlikeli.
Bunlar zehirli yılanlardan, akreplerden daha tehlikeli.
Bunların tetiklediği fay hatları, depremlerin kırdığından daha tehlikeli.
Bunların tutuşturduğu fitne ateşi, diğer tüm yangınlardan daha tehlikeli.
Bunlar 1994 senesinde Fransa’nın Ruanda’da yaptığından daha beterini yapma peşindeler.
Yetkililer neyi bekliyor acaba?
Böyle seyredilirse devlet de bunun altında kalır. Millet de memleket de.
Yazık olur gelecek için görülen güzel düşlere.
Yazık olur yarınlar için verilen emeklere.
Yazık olur insana, ağaca, kuşa.
Uyarmak bir vazife ise.
Şahid ol ya Hu..!